1948 Bursa doğumluyum. Nasuhpaşa Hamamı’nın yanındaki evde doğmuşum. 1953 yılında babam, Sait Ete’den aldığı Çobanbey Caddesi Ihlamur Sokak’taki arsaya ev yaptırdı ve oraya taşındık. Bu mahallede çok güzel arkadaşlıklarımız oldu. İlkokuldayken “Tepe” dediğimiz ve şuan Maliye Lojmanları’nın bulunduğu yerde bir top sahamız vardı. Sonrasında aynı yere bir voleybol sahası da yaptık. İlkokulu Namazgâh ve Atatürk İlkokulu’nda; ortaokulu ise Çelebi Mehmet Ortaokulu’nda okudum. Lise eğitimime Erkek Lisesi’nde devam ettim. Babamın 1960 yılına kadar berber, 1960’tan sonrada parfümeri dükkânı vardı. Annemle birlikte işletirlerdi. Dükkânımız olduğu için sanırım babam benim dükkânda daha çok durmamı tercih etti ve sanki pek okutmak istemedi. O zaman büyük dayım İbrahim Tunabay duruma el koydu ve beni İzmir’e götürdü. İzmir’de Namık Kemal Lisesi’ni bitirdim ve oradan direk İstanbul Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi’ne girdim. Mahallemizin en önemli özelliklerinden bir tanesi neredeyse tüm gençlerinin üniversiteye gitmiş olmasıydı. Üniversiteye gitmeyen kimse kalmadı, hatta içlerinde profesör olanlar var. Mesela Gülay Altay, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirip profesör oldu ve Ahmet Mete Işıkara’nın bıraktığı yerden devam etti. Ahmet Mengüç, Yalova Üniversitesi’ni kurdu. Okuryazarlık ve entelektüel duruş açısından mahallemiz çok farklı bir yerdeydi. Ahmet ve Mustafa Uğurlu, Zafer Alagöz bizim mahalle arkadaşlarımızdı. Erkan Can, babamın dükkânında kardeşimin çırağıydı.
Mahallemizde arkadaşlıkları çok önemserdik. Arkadaşlar hep birlikte Uludağ’a kampa giderdik. Bizim 1953 model Opel marka bir arabamız vardı ve o yıllarda mahalledeki tek arabaydı. 1957-1958 yıllarında mahalleye araba geldiği zaman bütün mahalle çocukları o arabanın peşinden koşardı; çünkü mahalleye iki üç günde bir araba gelirdi.
Koza zamanı, Koza Han’dan alınan o ipek kozalarının köfünlerle (küfelerle) İpekçilik Caddesi’nden fabrikalara taşınmasını unutamam. Kozalar taşınırken birkaç tane düşerdi, onları da biz toplardık.
Mollaarap’tan Setbaşı’na kadar bir tane kahvehane yoktu. Arkadaşlarım ve ben kahve oyunlarını bilmezdik. Ortaokuldan itibaren kayak ve dağ sporlarıyla ilgilenmeye başlamıştık. İlkbahar aylarında birkaç arkadaş Teleferik’in yanından yürüyerek, Zeyniler’in oradan dağa çıkardık.
Bizim evin altında bir ayazma ayağı vardı. Bu ayazma suyu şu anda Petek Apartmanı’nın bulunduğu yerdeki bir yer altı dehlizinden geçer giderdi. Bayağı büyük bir yerdi; içine girerdik. Bu dehliz muhtemelen Bizans döneminden kalma bir yapıydı. Tonozlu, kimi yerde kesme taş, tuğla ve bir cins harçla inşa edilmişti.
Mahallemizde kabadayılar da vardı. Bunlardan biri Ali’ydi. Bunlar mahalleden yabancı geçirmezlerdi. Hemen kimsin, neyin nesisin? diye sorarlardı. Ali bir tek Yüce Doruk’un babaannesinden korkardı. Ali birkaç kez tımarhanede yattı; en sonunda Setbaşı Köprüsü’nden atlayıp intihar etti. Mollaarap veya Namazgâh’taki arkadaşlarla top oynardık, kavga çıktığında Ali bizi kollardı. Ali’den başka bir de Selahattin vardı. Parasız kaldığı vakit çinko yağmur borularını çalarlardı. Bir akşam kapı topuzlarını sökmüşlerdi. Ama bunlar dışında mahalleliye zarar vermezlerdi.
Mahalledeki Jandarma Atlı Birliği’nin Çobanbey’den yukarıya doğru bir çıkışları vardı; hayran kalırdık. Talimhane dediğimiz alanda atlarıyla talim yaparlardı. Çobanbey Türbesi’nin yan tarafında 4-5 dönümlük bir yer Özhamaratlar’ın karanfil bahçesiydi. Orada muazzam karanfil yetiştirirlerdi. Karanfil satıcıları akşamüzeri gelirler, desteyle oradan karanfil alırlar, Kültürpark’ta taneyle satarlardı.
Semerci Mehmet Efendi bizim ilk mahalle muhtarımızdı. İlk dediğim, 1940’lardan önceki bizim bildiğimiz en eski mahalle muhtarımız. Ondan sonra mühür, Erdoğan Uçarsu adında çok sevdiğimiz ve saydığımız birine geçti. Erdoğan Uçarsu ile Umurbey-Tofaş Parkı konusunda çalışmalarımız oldu. Belediyeden bazı plan uygulamaları işi aldık. Ben o arada Büyükşehir’e ait yerler olduğunu fark ettim. Erdoğan Abi ile bu parkın olduğu yerin kurtarılması gerektiğini düşündük ve Erdem Saker’e gittik. O da büyük gayretler göstererek o bölgeyi Eteler’den ve Gaffarzadeler’den aldı. O zaman için büyük bir iş başarılmıştı. Bana göre bir tek eksiği şu: Umurbey Hamamı’nın yine hamam olarak kalmasını arzu ederdim. Yine Erdoğan Bilenser zamanında yıkılmış olan Umurbey Camisi’nin kubbesi için çalışmaya başladık. Mithat Kırayoğlu’nu devreye soktuk. Mithat çok güzel bir proje hazırladı ve bu projeyi Vakıflara soktuk. Erdoğan Abi bayağı bir uğraştı, Mithat Kırayoğlu bedelsiz bu projeyi hazırladı. Bir süre sonra Vakıflar restorasyona başladı.
Umurbey Hamamı’nda parti toplantıları yapardık. Parti toplantılarının kamuya açık bir yerde yapılması ve mahalle delegelerinin seçilmesi gerekiyordu. Ancak böyle bir yer yoktu. Hamamı işleten Zeynep Teyze’de partilimizdi, içeriye kimseyi almazdı ve biz de orada delege seçimi yapardık. Hamamın içinde konuşamazsınız, acayip bir akustik vardır. Biraz sonra bir bakarsınız peştamalla birisi çıkmış; tak tuk diye takunyalarla yürüyor. Bu toplantılar Bülent Ecevit’in genel başkan olmasından önce yapılan toplantılardı.
Sanırım 1989 yılındaydı, SHP’den Yıldırım ilçesi belediye başkan adayı oldum. 2000 oyla seçimi kaybettim ve Zeki kazandı. Zeki de arkadaşımızdı. Benim projelerimi de istedi ve uyguladığı şeylerde oldu. Çok kaliteli birisiydi: “Ha ben, ha Volkan, amaç bölgeye hizmet etmek” derdi.
Karpuz Geceleri, 1962-1963 yıllarında mahallemizdeki en önemli sosyal faaliyetlerimizden birisiydi. Bir kamyonet karpuz alınır ve karpuz yeme yarışması yapılırdı.
1964 yılındaki Bursa Festivali’nde biz mahalleden kılık kıyafet topladık. Yüce’nin üç kuzeni Volkan, Şeref, Ahmet ve benim kuzenlerim hepimiz kostüm değiştirdik ve mahalleden çıktık Atatürk Caddesi’nden yürüyoruz. Biz festivali karnaval olarak algılamışız. Çarşı Karakolu’nun önünden geçerken polisler bizi durdurdu: “Ne bu rezalet?” diye sordular. Biz dedik ki: “Festivaaal!” “Böyle festival olur mu? Anneniz, babanız nerede ?” dediler. Neyse babam geldi hepimizi karakoldan topladı götürdü. Bir kamera olsaydı da çekseydik o halimizi. Arkadaşlarla bir araya gelince bu anıyı mutlaka anlatıp güleriz.
1961 veya 1962 yıllarında bizim mahallede topçu alayı vardı ve alay komutanı da bitişiğimizde oturan Nazım Amca’ydı. Aynı zamanda da garnizon komutanıydı. Jiple gider gelirdi ve flaması vardı. O iki tane top getirmişti. Topçuların talim yeri de Yalakçayır’daydı. Askerler Ramazan ayında top atmışlardı. Neden atmışlardı bilmiyorum ama o zaman bu durum çok hoşumuza gitmişti.
Annem Yasemin Gülmeriç dükkânımızda babamla birlikte çalışıyordu. Babamla ortaktılar ve kendisi Bağkur’dan emekli oldu. Annem ve babam Bursa’nın ilk perukçusuydu. Devlet Tiyatrosu ile birlikte çalışırlardı. Dükkân, Setbaşı’nda İş Bankası’nın bulunduğu yerdeydi. Babamın ismi Zihni Gülmeriç’ti. Sonra dükkânı kardeşim Tayfun Gülmeriç’e devrettiler.
Özhamaratların çok güzel kızakları vardı. Sanıyorum o kızakları Kayhan’da iyi bir ustaya yaptırıyorlardı. Annemin babası da bizim kızaklarımızı yapardı. Dedemden onların ki gibi kızak yapmasını isterdik ama o: “Onlar sizin için büyük” derdi. Çok güzel kar yağardı, gerçekten kış yaşanırdı. Akşamları herkes kaymak için dışarıya çıkardı. 1958 yılından sonra Yugoslavya’dan gelenler patenlerle kayarlardı. Çobanbey yokuşu çok diktir ve oradan patenlerle aşağıya inerlerdi.
O zamanlar kadın, kız, erkek herkes çok rahattı. Kimse kimseyi rahatsız etmezdi; güzel bir dayanışma vardı. Komşuya odun geldiğinde babam beni yardım için gönderirdi. Onların çocukları da bize yardıma gelirdi. Okuldan gelince evde kimse yoksa komşular bizi karşılar ve mutlaka kahvaltılık da olsa bir şeyler yedirirlerdi. Birisi bir adres sorduğu zaman elinden tutar, gitmek istediği kişinin kapısına kadar götürürdük. Mahallede bir düğün olunca o düğün bütün mahallenin olurdu ve herkes o düğüne katılırdı. Mazereti olup da katılmamak ayrı ama keyfi olarak o düğüne katılmamak çok ayıptı. Yazları üniversiteden evlere tatil için geldiğimizde Yüce Doruk’un evinin orda, köşe dediğimiz yerde otururduk. Yüce’nin İsmail dedesi camiden çıkıp da önümüzden geçtiği vakit hepimiz ayağa kalkardık. O saygı vardı. Mahallede cenaze olduğunda da bir hafta radyo açılmazdı. O zamanlar ajans dinleme diye bir olay vardı. Eğer mahallede cenaze varsa babam radyoyu duyacağı kadar açar, kulağını da radyoya dayar, ajans bitince de çat kapatırdı. 1972 yılında da evimize televizyon aldık. O sene olimpiyatlar vardı. Çekirdekleri alır, karşısına geçer, izlerdik.
Tatlısu Yengeçleri diye bir müzik grubu kurduk. Kuzenim Zafer bütün enstrümanları çalan birisidir. Kendisi Denizbank başmüfettişliğinden emekli oldu ve şu anda İzmir’de yaşıyor. Onun teşvikiyle bu işe kalkıştık. Kayhan’da bir tane bateri yaptırdık. O zamanlar şimdiki gibi müzik aletleri satan yerler yoktu. Bende babadan kalma bir gitar vardı. Ben ritim gitar çalıyordum. Karpuz Gecelerinde kendi aramızda çalardık.
Sibel Gök tarafından 8 Mayıs 2013 tarihinde görüşülmüştür.