1927 yılı Darende/Amasya’da doğdum. Babam Nedim Erdal, hâkimdi. Annemin ismi İfakat Erdal’dı. Bursa’ya ise 1937 yılında geldik. Karabaş Tekke’yi bize ev olarak kiraya verdiler. 10 sene kadar orada oturduk. Ağabeyim İlhan ve İlhami, Işıklar Askeri Lisesi’nde okudular. Mezun olduktan sonra ise Ankara’ya yerleştiler. Bütün ailem Ankara’da…
1945 senesinde evlendim. Nikâhım, Tarihi Belediye Binası’nda kıyıldı. Eşim Hasan Dörtyön, Kapalıçarşı başında şekerciydi. Tahtakale’de Çamlıbel Otel’in bitişiğindeki aralıkta oturuyorduk. Aşağıda büyük bir taşlığımız, harika bir Pınarbaşı çeşmemiz, yukarıda 5 tane yatak odamız, alt katta ise bir tane yemek odamız, mutfağımız, tuvaletimiz, hamamımız vardı. Yemeği alt katta pişirip, yedikten sonra yukarıya çıkıyorduk. 6 tane görümcem vardı ve çok iyi anlaşırdık. Beni el üstünde tutarlardı.
Komşularımız; Hikmet Hanım, Cici Anne (Süleyman abi’nin hanımı), Nuriye Hanım Teyze, marangoz Hüseyin abi, hafız Nuri’lerdi. Görümcem Kadriye Dörtyön çok güzel dikiş dikerdi. Mühendisler, doktorlar, öğretmenler hep ona dikiş diktirmeye gelirlerdi. Onun çevresi çok genişti. Çocuklarımın üstünü başını da hep o dikerdi.
Tahtakale’deki bütün esnaf bizi tanırdı. Şekerci Hasan’ın karısıyım deyince hepsi, beni bilirdi.
Sünnetlerde evde mevlit okuturduk. Ailemiz çok mutaassıp olduğu için eğlence yapmadık. Mevlitlerimizde Hayriye Hafız’ı çağırırdık. Gelen misafirlerimiz değişik kıyafetler giyer; değişik örtüler örterdi. Güzel giyinmek önemliydi. Mevlitlerde kimisi yemek ikram ederdi; kimisi de limonata ve pasta ikram ederdi. Önceden şimdiki gibi debdebe yoktu. İnsanlar gösterişsiz bir hayat sürerlerdi. Herkes, imkânı nispetinde bir şeyler yapmaya çalışırdı. Gösterişten uzak bir yaşam tarzı vardı.
Evlenme düğünlerinde, hamamlarda kına yaparlardı. Kendi aralarında çalıp, eğlenirlerdi. Benim gelinliğimi ve nikâhlığımı Yahudiler evde dikmişlerdi. Gelinliğim beyazdı. Saçımı, evde çengiler yapmıştı. Paçama, çengi Mürvet gelmişti. Paçada da gelinlik giymiştim. Paçam evimizin taşlığında olmuştu.
Ramazana hazırlık olarak erişte ve yufka yapardık. Komşularla toplanıp herkese kartalaç pişirir ve yedirirdik. Hazırladığımız yufka ile Ramazan’da sahurları börek yapardım. Eşim Gürcü eriştesini çok severdi. Ramazan’da mutlaka yapardım. Yufkayı sacın üzerinde pişirir; erişte gibi keserdik. Daha sonra fırınlardık. O erişteyi, tereyağı ile pişirirdim. Üzerine ya pudra şekeri sepelerdik; ya da peynir ufalayarak yerdik.
Bayramlarda evin büyüğü bende olduğu için gelen giden çok olurdu. Tatlı, poğaça, kurabiye, limonata yapardım. Gelenlere mutlaka ikram ederdim. Alt katta masamız her zaman hazır olurdu. Kurban bayramlarında, Pençe Kasabı adında kasabımız kurbanımızı keserdi.
Yunan işgalinde Yunanlılar, bizim aralık başında nöbet dururlarmış. Kayınpederim namaza giderken “Sen camiye git baba!” derlermiş. Zorluk çıkarmazlarmış. Zarar vermemişler ama kayınpederim Molla Ahmet onlardan çok çekinirmiş.
Arabamız olduğu dönemde Mudanya’ya, Yalova’ya giderdik. Çocukları gezdirmeyi çok severdik. Çocuklarım halalarıyla Şafak Sineması’na giderlerdi.
Evimizde radyomuz vardı. Daha sonra Almanya’dan televizyon da getirtmiştik. Komşularımızda televizyon yoktu; hep bize televizyon izlemeye gelirlerdi. Onlara çay yapardım; meyve ikram ederdim. Misafire hizmet etmeyi, çok severdim.
Eşim şeker imalatı yapardı. İmalathanemiz sanayideydi. İlk lolipopu eşim yapmıştı. Markamız soy ismimiz olan Dörtyön’dü.
Sibel Gök tarafından 20.08.2010 tarihinde görüşüldü.