1919 Tahtakale doğumluyum; mahalle geçmişimiz dedelerimden başlar: Dedem ve babam bu mahallede doğmuştur. Ankara Meslek Öğretmen Okulu mezunuyum Bursa’da köklü bir geçmişimiz vardır.
Eskiden, büyükler küçükleriyle çok fazla konuşmazlardı. Büyüklerimin kendi aralarında konuşurken duyduklarımı hatırladığım kadarıyla Erkek Lisesi babaannemin soyundan kalmaymış; yarısı hibe edilmiş, diğer yarısı Mustafa dayımıza kalmış. Yani orası, babaannemin mülkleri içindeymiş.
Çocukluğumda vaktimizin bir kısmını her çocuk gibi oynayarak geçirirdik. En çok oynadığımız oyun ip atlamaktı. Aslında evin en küçük kızı ben olduğum için, çok fazla da oyuna gitmezdim; Beybabama yardım ederdim.
Çocukluğumuzda, kınalar evlerde olurdu. Kınalara Bayan Romen sanatçılar çağrılırdı. Bizim evin salonu büyük bir salondu; kınalarımız da burada olmuştu. Kınalara sadece bayanlar katılırdı. Gelen misafirler için lokumlar, şerbetler yapılırdı. Gece 12 den sonra kahvaltı tarzı ikramlarda bulunulurdu.
Benim düğünüm ilk salon düğünü oldu. Tayyare sineması ilk yapıldığı zamanlarda dağcılık kulübüydü; ben evlendiğim zaman da Necati Bey Kız Lisesi’nde müdür yardımcısıydım; tabi evlendikten sonra eşimiz tayin olduğu için ben de Afyon’da mesleğime devam ettim.
Doğumlarda muhakkak loğusa mevlidi okunurdu ben dışarıda doğum yaptığım halde afyonda loğusa mevlidi yaptım. Doğan çocuklara isimleri çoğunlukla büyükler koyardı. İsim koymak için Cuma günü tercih edilir çocuğun kulağına ezan okunur ve üç defa ismi söylenirdi.
Ben doğduğumda annemin sütü kesilmiş; tabi o zamanlarda emzik gibi şeyler olmadığı için babaannem bir tülbende lokum sarar; bana lokumu emzirirmiş.
Bizim evliliklerin çoğu görücü usulü olurdu. Ben de görücü usulü evlendim. Nişanlandıktan sonra, eşim şehir dışında görevli olduğu için mektupla haberleşirdik. Sadece bayramdan bayrama yüz yüze görüşebilirdik. Düğünlerimizde silah atılmazdı. Kız kaçırmak ise çok fazla olmazdı.
Hıdrellez zamanında okullar bile bayram yapardı. Sabahleyin, annem erken kalkar; renkli yumurtalar haşlar; Paskalya böreği yaparlardı. Gül dalına akşamdan hazırlanan dilekler asılırdı. Sabahları geç kalkan komşuların kapılarına şimşir dalı asardık. Haşlanan yumurtaları boyamak içinse soğan kabuğu kullanırlardı. Temenyeri’ne piknik yapmaya gider; oralara salıncaklar kurar; ipler atlardık. Hıdrellez zamanı okulla da Hürriyetteki Ziraat Mektebi’ne piknik yapmaya giderdik. Ama o zaman bir dostluk vardı ki; hayran olursunuz! Hıdrellezler gerçek bir bayram gibi kutlanırdı.
Sünnetlerimizde bir hafta önceden hazırlıklar yapılır; yeni kıyafetler alınırdı. Sünnet düğünlerimiz evlerin bahçelerinde yapılırdı. Sünnet olacak çocuk Emir Sultan ve Muradiye türbelerine gezmeye götürülürdü. O zamanlarda araba az olduğu için sünnet olacak çocuklar piliçkalarla gezdirilirdi.
Cenazelerde bütün işlem evde yapılırdı. Etkilenmesin diye çocuklara hiç duyurulmazdı. Cenazelerde ağlamak bağırmak yoktu; günah derlerdi. Bütün komşular cenaze evine gelirdi. Evden camiye haber verilir; ölen kişinin salası verilirdi. Cenaze akşamı cenaze evine komşular tarafından yemekler getirilirdi. 7 gece mevlit okutulurdu. Ama yaşanan bu acı çocuklara yansıtılmazdı. Büyüklerimiz biz üzülmeyelim diye yunan işgalinde çektikleri acıları bile anlatmazlardı.
Benim hatırladığım kadarıyla mahallede asker uğurlama eğlenceleri olmazdı; herkes sessiz giderdi. Sadece askere gidecek olan genç, komşularını dolaşır; hepsinden helallik isterdi. Büyükler de ona yolluk ve hediyeler verirlerdi.
Mahallede gezekler olurdu; ama sadece erkekler gezek yapardı. Ama babam, görevi gereği bu tarz eğlencelere katılmazdı. Rahmetli babamın en büyük eğlencesi spor yapmak ve avcılıktı. Önceden Çekirge ’de on odalı bir konağımız vardı; orada banyosunu yapar; Tahtakale’ye kadar yürüyerek gider gelirdi.
Hacı tehniyeleri muhakkak ki olurdu. Sünnet cemiyetleri gibi hacı tehniyeleri yapılırdı. Gelen misafirlere çeşit çeşit yemekler yapılıp; Hacıdan gelen zem zem suları ikram edilirdi.
Önceleri mahallemizde uğursuzluk getirdiğine inandığımız olaylar vardır. Bunlardan bazıları; ayna kırmak, makası ve bıçağı elden vermenin uğursuzluk vs. Ama bu inançların hepsinin bir anlamı olduğuna inanılırdı. Mesela “eşikte durmak iyi değildir” derler.
Bizim çocukluğumuzda içme suyu yoktu. Künklerle Pınarbaşı suyu gelirdi. İçme suyu olarak ise Gökdere’nin suyunu içerdik. Yazın buz gibi suyu olurdu; kışın ise sudan buhar çıkardı; suyu sıcak gelirdi. Pınarbaşı suyu ise bahçedeki havuza akar, bizim havuzdan da komşunun havuzuna gider; bu böyle devam ederdi. Bu yüzden suyun temizliğine bütün komşular dikkat ederlerdi. Bu havuzun içine hiç el sokulmaz havuz içinde el yıkanmazdı.
Mahalleye ilk elektrik 1927 yıllarında gelmiş olması lazım. Hatta babaannem, evde ustaları beklemişti; ustalar gelecek, duvarlara elektrik için borular döşeyeceklerdi. Tabi elektrik yokken kandil lambalarımız vardı. Onun etrafında toplanıp ders çalışırdık. Elektrik ilk bağlandığında babaannemin yorumu şu olmuştu: “Neden bu gibi güzel şeyleri biz bulup yapmıyoruz hep yabancıların ellerine bakıyoruz” demişti.
İlk gramofonu beybabam almıştı; sahibinin sesi diye hatırlıyorum. İlk radyoyu ise, ben orta ikiye giderken olsa gerek o zaman almıştık. 1932 yılları civarıydı radyo ilk çıktığında umumi yerlerde vardı; kahvehanelerde erkekler tarafından radyolar dinlenirdi.
İlk televizyonu ise 1969 yılında babamla birlikte gümrükten almıştık o yıllarda ise yayın sadece belli saatlerde İstanbul’dan yapılmaktaydı. Daha sonra TRT’nin yayınları düzenli bir şekilde yapılmaya başladı 10 yıl sonra kadar ise renkli yayınlara başlandı. Televizyon da radyo gibi önce kahvehanelere gelmişti.
Mahallemizde ilk Mefaret İnan Hanımlardaydı. Ben de Afyonda görevliyken Bursa’dan annemle Mefaret Hanımın ev telefonu ile görüşürdük. Tabi o zamanlarda telefonlar manyotalı telefonlardı. Numara çevirme yoktu; santralin paralel bağlantıları ile konuşulabiliyordu.
İlk otomobil için ise şunu söyleyebilirim Bursa’daki sanat okulu ilk otobüsü yapmıştı; bunun haberini almıştık. Yapılan otobüs Atıcılar ’da Bursa halkına teşhir edildi. Biz de onu be babamla görmeye gitmiştik. Tabi otobüsün özelliği motor kısmı değil; merak ettiğimiz şasesi ve dış kaportasıydı. Bursa bu konuda çok ilerideydi. Dışarıdan Bursa’ya çok araba tamire gelirdi.
Önceleri Çekirge’ye ve gitmek istediğimiz at arabalarıyla giderdik. Daha sonraları ise Çekirge’ye büyük otobüsler çalışmaya başladı. Bu otobüsler Ulu Camii’nin önünden kalkardı. Daha sonraları taksi dolmuşlar çalışmaya başladı.
Mahalle sakinlerinin çoğu esnaf ve çiftlik sahibiydi. Esnafın çoğu Kapalıçarşı’da çeşitli dükkânlar işletmekteydiler. Beybabam da Osmanlı’nın son döneminde orduların dağıtılması ve Yunanlıların Bursa’yı işgalinden sonra görevini resmi olarak bırakmış ve gizli bir şekilde görevine devam etmiş. Bu arada da Kapalıçarşı’da esnaflığa başlamış; çarşıda ev eşyaları satardı.
Beybabam resmi olarak görevini bırakmasına rağmen, gizli olarak orduya yardım eder; gerekli istihbaratı sağardı. Bu işlerini o kadar gizli yapardı ki, bizim dahi haberimiz olmazdı.
Beybabam iş hayatında da günlük yaşantısında da çok dürüst ve adil bir insandı. Hatta bir gün beybabam çarşıda esnaflık yaparken, komiser olduğu dönemde tutukladığı bir Ermeni vatandaşımızın birinin yunan askeri ile birlikte dükkânına doğru geldiğini görmüş.
Beybabam şimdi bu adam benim komiser olduğumu ve benim bir ajan olduğumu anlatırsa beni ceza evine atarlar diye korkmuş.
Bey babamın tutukladığı adam, beybabama yanaşarak “siz beni tutuklamakta haklıydınız; sizin adil biri olduğunuzu çok iyi biliyoruz ve sizden kimseye zarar gelmeyeceğini de!” demiş ve bey babamla selamlaşarak dükkândan ayrılmış. Beybabama herhangi bir müdahale olmayınca çok rahatlamış.
Mahalle esnafı Tahtakale meydanında faaliyet göstermekteydi. Oradan hatırladığım esnaflardan ise Sarı Kasap ve Tespihlioğlu bakkalı vardı. Özellikle tespihlioğlu bakkalında her şey vardı; oranın kendine has çok güzel bir kokusu vardı.
Çanakkale savaşında benim amcam şehit düşmüş ama o zaman hakkında çok fazla bilgiye sahip değilim; çünkü bizlere hiç acılarını anlatmazlardı. Tek bildiğim kişi amcamdı.
Mahallede ebelerimiz vardı. Bu işleri çoğunlukla belediyenin özel yetiştirdiği kişiler yapardı. Doğumların hemen hepsi de evde olurdu. Şimdi ismini hatırlayamıyorum. Beni de annem kendi doğurmuş; daha önce dediğim gibi ben doğunca annemin sütü kesilmiş hiç anne sütü içmedim ama 94 yaşına kadar da geldik.
Mahallede yetişmiş önemli kişilerden birisi babam diye söylemiyorum babam Komiser Fuat Bey’dir. Yunan işgali zamanında çok büyük yararları olmuştur.
Bursa’yı yunanlılar işgal ettikleri zamanda Çamlıbel Oteli’nin köşesi önceleri camii idi. Yunan askerleri de bu camiyi kışla haline getirmişler. Ablam bakkala ekmek almaya gittiğinde; dönüşte askerler, ablama yardımda bulunmuş ve “Bizim kusurumuza bakmayın; biz de işgal etmek istemeyiz; bizim de çocuklarımız var; biz de emir kuluyuz” demiş. Ama Bursa’nın diğer yerlerinde çok fazla zarar vermişler. Bursa’daki çete başı Püsküllü, dağdan indiğinde kaçan yunanlılar Bursa’nın birçok yerini yakarak gitmişler.
Ah eski ramazanlar! O zamanın fotoğrafları çekilmeliydi. O yıllarda beybabamla birlikte iftara az bir zaman kala çarşıdaki dükkândan çıkar, Ulucami’nin batı kapısının oraya sıralanmış simit ve çörekçilerden bir şeyler alır ve ramazanın vazgeçilmeyen pidesini de aldıktan sonra evin yolu tutardık. O yıllarda herkeste anlatılmayacak bir ramazan heyecanı vardı.
İftar zamanı bütün aile bireyleri bir yerde olur; aynı anda iftar yapardık. Bu ailemizin daha sıkı ilişkiler içinde olmasını sağlamaktaydı. Ramazan akşamları komşularla bir araya gelir; gece geç saatlere kadar sohbetler eder; eğlenirdik. O yıllarda televizyonun olmaması nedeni ile sohbet ortamları çok daha neşeli geçerdi. Komşularla aramızda fincan oyunu oynar birbirimize fıkra ve masallar anlatırdık. Evin bahçesinde erkekler bir araya gelir; vakit geçirirlerdi. O yılların tadı da havası da bir başkaydı.
Bayramlarda mutlaka büyüklerin elleri öpülür; bayramlaşılırdı. Bayram yeri ise Pınarbaşı’na kurulurdu Fransızlar sirk kurar; eğitim almış köpeklerle gösteriler yaparlardı. Palyaçolar illüzyonlar yapardı. Etrafa turşucular, simitçiler tezgâh açardı. Çocuklar Pınarbaşı’nda çok eğlenirlerdi. Ve mutlaka herkes oraya eğlenmeye giderdi.
50 yıl önceki Tahtakale ile şimdiki Tahtakale arasındaki en büyük fark önceki komşulukların olmaması ve çok fazla gürültü olması. İnsan geçmişini özlüyor.
SEYİT AKDOĞAN
11.08.2010