1935 yılında Soğukpınar köyünde dünyaya geldim. 1960 yılında evlendim. Eşimin adı Gülsüm. İki oğlum, bir kızım var.
Emirsultan Mahallesi’ne 1955 yılında geldik. O yıllarda Emirsultan Hamamı tütün deposuydu. Babam Yusuf Ziya Öztürk Toprakçı Yokuşu’ndaki teyzemlere gelince bu hamamı görmüş ve tamir ettirip işletmeye karar verdi. Elinde bir miktar parası vardı ve hamamı tamir etmeye başladı. Ancak elindeki para yetmedi, kamyonlarımız, arazilerimiz hamamın tamirine gitti, 1956 yılının on birinci ayında hamamı işletmeye açtık. Gidenlerin yanında 22 bin lirada borçlandık. Hamamın yan tarafında odun sattık. O zamanlar araba yaygın değildi, odunları atlarla gönderirdim.
Minneti Abla’nın alt katında kirada oturduk. Daha sonra o ev yandı. Sonra Toprakçı Yokuşu’nda oturduk. Sonra da caminin yanında bir evde oturmaya başladık. Meğer orası Emir Sultan Hazretlerinin aşeviymiş. Biz orada kirada otururken bizim üç tane çocuğumuz vefat etti. Evi de 35 bin liraya satın aldım. Abbas Hoca geldi dedi ki “İsmail ben seni severim. Burası eskiden medreseydi. Biz burada okuduk. Burayı almaktan vazgeç.” Bende o evi almaktan vazgeçtim. Aşağı yukarı 700 metrekarelik bir yerdi. Daha sonra orayı yıktılar. 1963 yılında şu anda oturduğum evin yerini aldım. 1968 yılında da hamamı bıraktık ve Derebahçe’deki atölyemizde marangozluk yapmaya başladım.
Hamama genelde mahalleli geliyordu. Otobüsler Yeşil’e kadar çalışırdı. Babam belediye meclis üyesiydi, aynı zamanda Mehmet Sertgeç’te belediye meclis üyesiydi. Onlar otobüsü Emirsultan’a kadar getirttiler. Yol da yoktu, belediye başkanı İsmet Tavgaç zamanında buraya yol açıldı. Derebahçe’nin olduğu yer Abbas Hoca diye birisinindi. İsmet Tavgaç bana senin Abbas Hoca ile aran iyiymiş bu yolu Davutkadı’ya kadar uzatalım dedi. Bende Abbas Hoca ile İsmet Tavgaç’ı tanıştırdım ve on dönümlük arazisinden yol için izin verdi. Bu bahsettiğim olaylar 1967-1968 yıllarında yaşandı. Abbas Hoca Derebahçe’de on dönümlük bir arazisi vardı. Orada tütün ekerlerdi. 1957 yılında Zeyniler Camii çok berbat bir yerdi. İçeride her melanet olurdu. Rahmetli babam ve Mehmet Sertgeç öncü oldu ve o cami de tamir ettirildi. Zeyniler Camisi’nin önü Bursa’nın sonuydu. Ondan sonrası bağ bahçeydi. Şimdi Zeyniler Camisi’ni geçince otobüs duraklarının bulunduğu meydan Derebahçe’ydi. Oradan bir dere geçerdi. Abbas Hoca ile İsmet Tavgaç’ı tanıştırdığımda bir ağaç üzerinden geçmiştik. Patika bir yol vardı orada. Davutkadı’ya öğretmenler bir mahalle gibi bir şey yaptılar oraya, o zaman oraya bir yol istediler.
Hamamı sabah erkenden açardık. Sabah 9.00’a kadar erkeklere, 9.00’dan sonrada kadınlara hizmet verirdik. Bir de Pazar günü erkeklereydi. Bir sabah yine sabah ezanından evvel erkenden hamamı açtım, bir baktım caminin orada Adnan Menderes tek başına duruyor. Tam caminin oradaki dış çeşmenin oradaydı. Hemen vardım, eline sarıldım. Cami daha henüz açılmamıştı. Hemen rahmetli Harun Hoca’ya ve müezzin Hüsamettin Abi’yi çağırdım. Ben onları çağırana kadar vali İhsan Sabri Çağlayangil’de gelmişlerdi. Menderes güzel takkesini çıkardı, başına taktı ve namazımızı hep beraber kıldık. Namazdan sonra caminin bahçesine çıktı, “ türbeyi açın” dedi. O zamanlar Emir Sultan’ın türbesi hiç açılmazdı, içerisi berbat haldeydi. Türbe açıldı, orada dua etmeye başladı. Bir tarafında Çağlayangil, diğer tarafında da o dönemin emniyet müdürü vardı. Bizde arkalarında dua ettik. Duadan sonra dedi ki “Sabri Bey bu zatın kim olduğunu biliyor musun? Hemen burayı imar edin. Her Cuma benim Müslüman vatandaşım burayı gezecek”. Ondan sonra türbe imar edildi. Camiden çıktık onu uğurlamak için evvelden keçi durağı dediğimiz yere kadar indik ve kendisini uğurladık.
Keçi durağında da eskiden mahallede bakılan keçiler toplanır, çoban alır onları otlatmaya götürürlerdi.
Hamamın işletmesini 1968 yılında bıraktım. Sahibi Behçet Dinç abilerdi zaten. Biz kiralamıştık. Bizden sonra Halil diye birisine verdiler. Onlarda yanılmıyorsam 1985 yılına kadar işlettiler ve onlarda bıraktı. Daha sonra da belediye hamamı aldı ve bu şekline getirdi.
Hamamı tamir ederken Emir Sultan Hazretlerinin yıkandığı bir bölüm olduğundan söz etmişlerdi. Bu bölüm hamama girişte hemen sol taraftaydı. Biz oraya kimseyi sokmazdık ve peştamal ile havlu koyardık. Sonra bazıları benim çocuğum olmuyor der, oraya girer yıkanır, sonra da çocuğum oldu derlerdi. Tabi bunlar itikat meselesidir. Hatta hamamda başımdan da bir olay geçti. O zamanlar henüz bekârdım ve hamamda yatıyordum. Birden içerden bir şangırtı koptu. Ben dış taraftaki kabinlerde yatıyordum. Hemen yerimden fırladım. Hamamın içinden gelmişti ses. Kapıyı açtım tıngır tıngır ses geliyor. İkinci kapıyı açtım, ses devam ediyor. İçimden de sürekli dua okuyordum. Üçüncü kapıyı açtım baktım göbek taşında hamam tası gidiyor, duruyor; yürüyor duruyor. Çokta enteresan bir şey… Bismillah dedim ayağımdaki takunyayı aldım bir fırlattım. Altından kocaman fare çıktı. Korkup kaçsam orada ne olduğuna akıl sır erdiremeyecektim. Hatta ben dış kapıları falan açtım. Emir Sultan Hazretleri beni kovalarsa diye düşünmüştüm. Daha çok gençtim o zamanlar.
Biz mahalleye geldiğimiz zaman Hafız Hüsamettin vardı. Şu anki Kur’an kursunun bulunduğu yerde Harun Hoca oturuyordu. Kur’an kursunun olduğu yer Vakıflara aitti. Bizim caminin oradan inince bir Kur’an kursumuz vardı. Sonra talebeler çoğalınca orası yetmez oldu. Yeni kurs binası için yer aramaya başladık. Vakıflar Bölge Müdürü Halil Öztürk, Harun Hoca’nın talebesiydi. Bir gün ben Heykel’den geçerken koluma girdi ve abi gel bir çayımı iç dedi. O zamanlar Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun bulunduğu yerdeydi. “Siz yer arıyorsunuz, ben size vereyim” dedi. “Hay Allah razı olsun” dedim. Çünkü Vakıflardan öyle yer almak kolay bir şey değildi. Sonra bir gün İsmet Tavgaç namaz kılmak için camiye geldi. Ona durumu anlattım, kurs için imar çıkarttırdı. 550.000 lira imar parası verilmesi gerektiğini söylediler. “Başkanım biz zaten bu kursu mahallelinin katkılarıyla yapıyor. Sizde bir iyilik yapın” dedim. “Tabi tabi” dedi. O imar parasını da aldırmadı ve biz de o kurs binasını Emirsultan Kur’an Kursu Derneği olarak yaptırdık. Yalnız Vakıflar bize orayı 49 yıllığına verdi. 35 yılı bitirdik.
Bir gün derneğin yazıhanesinde otururken biri selam verdi, içeri girdi. “Ben bu derneğe yardım etmek istiyorum. Bana 50.000 liralık makbuz keser misin?” dedi. 50.000 lira da çok para. Hanımı da dedi ki “50.000 lira da benim için makbuz kesin” dedi. Etti 100.000 lira. O zaman buyurun size inşaatımızı göstereyim dedim. İnşaatı görünce çok beğendiler, üçüncü katı ben yaptırayım dedi. Dedim beyefendi biz burayı milletin yardımlarıyla yaptırıyoruz. Şimdi biz size ayak uyduramayız, binanın katları arasında ayrıcalık olur dedim. Doğru diyorsun ben bunu düşünemedim. O zaman nasıl bir yardımda bulunabilirim diye sordu. Kendisi de bir kömür işletmesinin sahibiymiş. Siz bize kalorifer, mutfak, banyo tesisatını yaptırın dedim. Allah razı olsun o da o eksikleri giderdi. 1980 yılında kurs açıldı.