1944 doğumluyum. Bursa Belediyesi’nde 31 sene bilfiil imar bölümünde teknisyen olarak çalıştım. İlk belediye başkanım Kemal Bengü’ydü. Daha sonra belediye ilçelere bölündü. İlçelere bölününce belli bir süre park bahçelerde çalışmaya devam ettim. En son Basri Sönmez Osmangazi Belediyesi belediye başkanı iken onun yardımcılığını yaptım ve emekli oldum.
Biz mahallenin yerlisiyiz. Büyük dedem Hüseyin Geydirir burada medrese de öğrenim görüp Dağyenice ve Değirmenlikızık’ta imamlık yapmış. Dedem Hacı Mustafa Geydirir’de Bursa doğumluydu. Kendisi terziydi. Aynı zamanda da Bursa’da dink (köylülerin koyun tüylerinden dokuduğu kumaşları suyun içinde tokmaklarla döverek aba şekline getirip dikme) işi yapardı. Babam Hacı Ali İhsan Geydirir Emirsultan’da doğmuş. O da terziydi ve aynı zamanda av malzemeleri satan bir dükkânı vardı. Aynı zamanda Değirmenlikızık’taki değirmende un öğütürlerdi. Babamların terzilik işi aba üzerine olduğu için genelde dağ yöresine hitap ederdi.
Evimiz Emirsultan Camisi’nin yan tarafındaki sağlık ocağının yanındaki eczanenin olduğu binaydı. Eski evimiz bahçeli bir evdi. Evden eve giden kaba sularımız vardı. Bu kaba su bir evden diğer eve geçerdi. Komşularımıza saygıdan bu suların kirlenmemesi için özen gösterirdik. Tabi şimdi hiçbiri kalmadı. Evimizi 1980’lerde kat karşılığı verdik ve şimdiki bina yapıldı.
Biz evimizde inek beslerdik. Çoğu kimsenin keçileri vardı. Aşağıda dağınık selvi olan yerin eski adı keçi durağıydı. Evden çıkan keçiler orada toplanır, Toprakçı Yokuşu’ndan yukarıya Işıklar’ın oralara giderlerdi. Işıklar Askeri Lisesi’nin etrafı tarlaydı. Akşam olunca da çoban onları getirir evlerine dağıtırdı.
Zeyniler Camii’nin olduğu bölgeye yol yoktu. Eski muhtarımız Mehmet Sertgeç sözü geçen biriydi. Oradaki bahçenin sahipleriyle anlaşarak Zeyniler’e yol açtırdı. Hatırladığım en eski muhtar İbrahim İstek’ti. Korucu İbrahim diye geçerdi. Ondan sonra ki muhtarlar sırasıyla Mehmet Sertgenç, oğlu Sami Sertgenç, Bakkal Ömer Yeşildurak, Öğretmen Ahmet, Mehmet Çakıcı, Nurettin Çakıcı ve Yusuf’tu. Emirsultan Mahallesi muhtarları sırasıyla bunlardı.
Hamamımız bir süre çalıştı daha sonra kapandı. Hamam özel şahıslara aitti.
İlkokula Emir Buhari İlkokulu’na gittim. Okul tekkenin yerine yapılmıştı. Oradan sanat enstitüsüne gittim.
Gençlik döneminde top oynardık. Gençlerin kahve kültürü yoktu. Zaten büyüklerimiz bizi kahvede gördüklerinde kızarlardı. Mezarlık olan yerde iki tane top sahası vardı. Şimdi Zeki Müren’in mezarının olduğu yerdeydi. Oralarda incir ağaçları vardı. Tayyare Sineması, Büyük Sinema ve Saray Sineması’na giderdik. Sonradan Tan ve Dilek sinemaları da açıldı. Ayrıca yazlık sinemalar da vardı.
Kış gecelerinde komşu ziyaretleri çok olurdu. Komşu evlerin arasında ara kapılar olurdu. Sokağa çıkmadan hemen komşuya gidilebilirdi. Kapıların ipleri üstünde durur, asla hırsızlık olmazdı. Kimsenin öyle bir korkusu olmazdı. Büyükler yaşadıkları olayları, tarihi olayları anlatır; çocuklar masal dinler gibi onları dinlerdi. Mahallenin hanımları toplanır Armutlu’ya, Hüsnügüzel’e kaplıcaya giderlerdi. Ellerine de bir tane kabak alır, kaplıcanın havuzunda kabakla yüzerlerdi. Hamamların özelliklerinden biri de erkek anneleri gider hamamda kız beğenirdi. Yine gelin hamamları yapılırdı.
Mahalledekiler genelde esnaftı. Dokumacılık da çok yaygındı. Kara tezgâhlardan oluşan fabrikalar vardı. Fason kumaş dokurlardı. Ali Doğan’ın fabrikası, İsmail Tayyar’ın fabrikası, Hüseyin Hısım, Talat Aykaç, Şefik Sezeriç gibi kimselerin dokuma fabrikaları vardı. Mahalleliden de bu fabrikada çalışanlar çoktu. 1950’li yıllarda Bulgaristan’dan soydaşlarımız geldiler. Onlarda bu fabrikada yoğun olarak çalışırlardı. Mahallenin hanımlarından da genç olanlar arasında bu fabrikalarda çalışanlar vardı. Fabrika sahipleri, ustabaşılar mahalleden olduğu için aileler kızlarını daha bir güvenle fabrikalara gönderirlerdi.
Hacıdan gelenler evlerinde hacı tehniyesi yaparlardı. Rahmetli dedem hacca gidince yapmışlardı. Mahallenin genç kızları giyinip süslenip gelirlerdi. Bir masanın üzerine ikramlıklar konur, genç kızlar masanın etrafına dizilir, gelen misafirlere ikramlarda bulunurlardı. Hatta bazen bu tehniyelere kız göremeye gidilirdi.
Hıdrellez günleri dede olurdu. Tayyareci Mehmet Ali Caddesi şimdiki gibi cadde değil, tarlalardan geçen geçen iki metrelik bir sokaktı. O sokağın etrafına turşucular, mısırcılar, tombalacılar, kader kısmetçiler gibi seyyar satıcılar sıralanır, Değirmenlikızık’a kadar bayram yeri gibi olurdu. değirmenlikızık meydanı da panayır yeri gibi olurdu. Kaplıkaya’dan Değirmenlikızık’a gelen su kanalının etrafında insanlar toplanır, piknik yaparlardı. Oralar hep kestanelikti. Tabi o hastalık geldi kestanelik kalmadı. Bizim mesela köyde hayvanımız vardı. Gider ben alır gelirdim. İki tane köfünün bir tanesine bir kız kardeşim, bir tanesi öbür kız kardeşim, arkasına da ben otururdum. Semerine de rahmetli dedem otururdu. Babam, babaannem ve annem de önden yürürlerdi. Hayvanımız derken katırımız vardı. İsmi de Ali’ydi. Ben doğduğum zaman annemin sütünü içmemişim. Ne yapalım derken keçi sütünün faydalı olduğunu öğrenmişler. Hemen bir tane keçi almışlar. Keçi alınca dedem bir tane de inek almış. Ben çocukluğumda hep inek otlatırdım. Değirmenlikızık’ta da amcamız vardı. Orada tarlalarda vardı. Lazım olunca bana hemen git Ali’yi al gel derlerdi. Ben hemen gider katırı getirirdim.
Annemin adı Mukaddes’ti. Kendisi saraydan gelmeymiş. Büyüklerimiz sarayda görevliymiş. Ona hep Saraylı diye hitap ederlerdi. Toprakçı yokuşunun başında da bir tane konağımız vardı. Beş katlı ahşap bir evdi ama şimdi yıkıldı.
Mahallede dönüşüm imar planlarının çıkmasıyla başladı. O da 80’li yıllara tekabül ediyor.
Ramazanlarda Emirsultan Mahallesi’nde davul çalınmaz. Elinde bir tokmakla camlara vurur pilava pilava derlerdi. Şimdi de yine zili çalıyorlar, davul çalmıyorlar.
Hamamın içinde evliya kurnası vardı, onu muhafaza etmediler. Hamamın içine girince soldaydı. Orada kimse yıkanmaz, kapalı durur, hamamcı her akşam oraya bir takunya ve havlu koyar ve sabah alırdı. Şimdi orada resim yapıyorlar. Ben söyledim ama ilgilenmediler.
Büyük dedemin anlatmasına göre Yunan Bursa’dan giderken Emirsultan’ı yakmamış. Burada bir şadırvan varmış ve Yunan bu şadırvanda otururmuş. Mahalleden biriyle ahbap olmuşlar ve onun için bu mahalleyi yakmadıklarını söylerler. Yunan askerleri Işıklar’ın olduğu yere karargâh kurmuşlar. Işıklar Askeri Lisesi’nin ek bir binası vardı. Hastane olarak kullanılan bir yerdi. Tam oraya karargâh kurmuşlar. İşgal döneminde her kapının önünde gaz lambaları yakılırmış. Eğer lambayı yakmazsan lambayı yak diye kapıyı çalarlarmış.
Sünnetlerde mutlaka sünnet çocuğu Emirsultan Camisi’ne getirilirdi. Fayton kiralanır ve sünnet çocuğu faytonla getirilirdi.
Emirsultan İlkokulu’nun ek binası yapılırken işçiler elle kazıyorlardı tabi. İki tane işçi kazarken bir küp altın buluyorlar. Çok seviniyorlar ama tabi devlet altınlara el koyuyor. Okulun yapıldığı arazide nalbant birine aitti.