1922 yılında Bulgaristan Eğridere’de dünyaya geldim. Babam Şevket, ben annemin karnındayken 40 yaşında ölmüş. Kendisi Bulgaristan’da belediye de çalışıyormuş.
16 yaşında Bulgaristan’da evlendim. Eşim İzzet Bulgaristan’da ayakkabı imalatı yapardı. Ben Türkiye’ye geldiğimde 25 yaşındaydım, üç tane oğlum vardı. Niye gelmek istediniz derseniz: Gâvurda duracağız da ne gelmeyeceğiz? Gâvurlukta ne işimiz var. Bulgaristan’da tütün ekerdik. Bankadan da tütünlerin yerine para alırdık, onunla idare ederdik. Sonra Alman Harbi’nde bizim ineklerimizi, koyunlarımızı alıp Almanlara gönderdiler. Gelir, gâvur dikilir kapıya; iki tane inek var birini alacağız diye tuttururdu. Tarlaya tütün ekerdik, arkasından tütünleri alacağız diye dokuz kişi gelirdi. Biz de daha fazla dayanamadık. Orada çocuklarımıza gelecek göremedik.
Bulgaristan Kırcaali’den trenle geldik. İlk önce bizi Çanakkale’ye gönderdiler. Evler topraktandı ve küçücük camları vardı. Biz Bulgaristan’da öyle bir ev görmedik. Kayınvalidem “Ben buraya yaşamaya geldim, toprağın altına girmeye gelmedim. Bizi ya doğru düzgün eve gönderin ya da geri dönüyoruz” dedi. Oradan bizi Karaağaç Köyü’ne yolladılar. Orada biraz durduk, sonra bizi Bayramiç Köyü’ne gönderdiler. Bayramiç de çok güzel bir yerdi. Devlet bize orada bir tarla verdi. Ancak çocuklar orada kalsalar ne iş yapacaklar? Çiftçilikten anlamıyorlardı. Bayramiç’te biraz kaldıktan sonra Bursa’dan eniştem bizi yanına çağırdı. Bulgaristan’dan çıktıktan beş ay sonra Bursa’ya geldik. Tahminen 1951 yılıydı. Çocuklarla çok zorlu günlerdi. Bir oğlum Bulgaristan’dan çıktıktan sonra dünyaya geldi. Yollarda çok hırpalandı. Günlerce kundağı açılmadı. Araba hareket ettikçe ağlardı. Bayramiç köyünde bir gelin “Bebeğin neden ağlıyor?” diye sordu. Bende; “günlerdir açılmadı ondan” dedim. “Gel bizim evde bebeğin kundağını açalım” dedi. O zamanlar hep bizi çocuk hırsızları var diye korkutmuşlardı. Kayınvalidem benim o gelinle gitmeme pek razı olmadı ama ben bebeğimin ağlamasına dayanamadım, gelinin evine gittim. Gelin bebeğimin kundağını açtı, onu yıkadı birde güzel giydirdi. Bebek anında sustu ve uyudu. O gelin şimdi hayatta mıdır bilmiyorum ama onun cenneti öbür dünyada hazır. Çok sevaba girdi.
Bulgaristan’dan çıkarken yanımızda çok az bir para vardı. Türkiye’ye gelince devlet bize yemek verdi. Eşyalarımızı taşımamız için bize kamyon verdi. Bursa’ya geldiğimizde ilk olarak Alacahırka’ya yerleştik. O zamanlar iş güç nerde? Eşim ilk zamanlar halde hamallık yaptı. Sonra Hilmi Kuzaltı ona yardımcı oldu ve bir lokantada garsonluk yapmaya başladı. Ondan sonra bir otelde katiplik yaptı. Marmara Sineması’nın sahiplerinin yanında çok çalıştı. Şu anki evimizi yaparken o insanlar bize çok yardımcı oldular. Bende ipek fabrikalarında çalıştım. Çocuklarıma kayınvalidem baktı, o olmasaydı ben nerden emekli olacaktım? O zamanlar böyle işçilik yoktu. Takunyalarla işe giderdik. Kayınvalidemin ismi Hüsniye idi. Evi o idare ederdi. Aldığımız parayı onun eline verirdik. Kızanlarımın isimleri; Hikmet, İsmet, Fikret, Naci ve Gündüz. Hikmet, İsmet ve Fikret Bulgaristan’da, Naci Çanakkale’de, Gündüz’de Bursa’da Mollaarap’ta dünyaya geldi. Çocuklarımın hepsini mümkün olduğunca okuttum.
Oğlum Naci çok başarılı bir öğrenciydi. Setbaşı’nda okuyordu; bir gün beni okula çağırdılar. O zamanlar Akın’ın yanında çalışıyordum. İzin aldım gittim ama bir kabahat yaptı diye de korka korka gittim. Öğretmeni bana “Naci’yi okutacak mısınız?” diye sordu. Ben de “Ben bilmem, babasına sorun” dedim. Sonra babası gitti konuşmaya, babasına, “Eğer yatılıyı kazanırsa parasız okuyacak” demişler. Bir gün Naci elinde okul defterleriyle yanıma geldi; “Anne ben kazanmışım yatılıyı” dedi. Kazandığı okula yazdırmak için 12.000 Lira para lazım dediler. Bizde ne arar o kadar para. Öğretmeni bu çocuk okumalı, ileride devlete millete faydalı birisi olacak dedi ve 12.000 Liralık senede imza attı. Şimdi kim böyle bir şey yapar? Hiç kimse.
Mollaarap’taki evimizi 1957 yılında yaptık. İlk geldiğimizde mahalle de hiçbir şey yoktu. Evi kayaların içine yaptık. Gece gündüz eşimle çalışıp evin temelinden taş çıkardık. Gündüz işe gittik, gece bu evi yaptık. Evimiz Mollaarap Sertan Sokak’ta. Komşularımız Ali Bey ve karısı Zülfiye, öbür yanda da Fethiye Hanımlardı. Komşularımızla çok iyi anlaşırdık. Bu sokakta 12 haneydik. Bizim evi yaptığımız yıllarda henüz evlerde su yoktu. Sokak çeşmesinden su taşırdık. Elektriksiz hiç durmadık. Elektriğimiz hep vardı.
Bir kış lodos evimizin çatısını uçurdu. Eskiden çok lodos olurdu. Evin çatısı uçunca ablamlarda kaldık. Şimdi eskisi gibi lodos olmuyor. Hatırlıyorum lodos uçurmasın diye çatıdaki kiremitlerin üstüne taş koyarlardı.
Kışa hazırlık olsun diye bahçelerde konserveler, yufkalar yapılırdı. Hıdrellezde koca koca lastikler, eskimiş yorganlar, hasır yastıklar yakılırdı. Genci, ihtiyarı hepsi ateşten atlardı. Bir tane kazanın içine herkes yüzük veya toka bağladığı bir çiçek atar, bir mani söyleyip kazandan çiçek alırlar, o mani o çiçeğin sahibinin olur, ona göre yorumlanırdı.
Acı tatlı nice günler geçirdik bu yaşa gelinceye kadar.
Sibel Gök tarafından 31 Mayıs 2013 tarihinde görüşülmüştür.