Hafize Çacurrer ile sözlü tarih görüşmesi

1929 doğumluyum. Ailem Bulgaristan Tırnova’dan göçtü. İlk olarak Lüleburgaz’a yerleştik. Oradan Bursa’da Muradiye semtine taşındık. Muradiye’de 11. Okul’da okudum. Atatürk öldüğünde ikinci sınıftaydım. Haber geldi Atatürk öldü diye. Bütün çocuklar ağlıyor ama ben ağlayamıyorum. Sıraya kapandım gözlerimi tükürükle ıslattım. Ne yapayım Atatürk’ü biliyoruz, seviyoruz ama o anda ağlayamadım işte.

Hafize ve Şevket Çacurrer komşularıyla evlerinin bahçesinde, 1960’lar

1940 yıllarında Yenimahalle’de Babadağ Mahallesi Günçıkmazı Sokak’a yerleştik. Babam susam helvası, sütsal dondurma yapar, camekânda satardı. Asıl işi düvencilikti. Mahallemizde Herkesin bahçe içinde gecekondu gibi birer evi vardı. Şimdi o evlerin yerlerine yapılan apartmanlar birer mahalle oldu. Mahalleye ilk geldiğimizde iki katlı ahşap bir ev tuttuk. Halamlar, amcamlar, babaannem; hepimiz aynı evde yaşıyorduk. Herkesin odasının duvarında lamba çivileri vardı; oraya gaz lambası asardık. Mutfaktaki gaz lambası daha küçüktü, onu elimize alır gezerdik. Her sabah gaz lambasının şişesini ovalar, temizlerdik. Evimize elektriği ancak 1946-1947 yıllarında bağlatabildik. Bundan önce sokak lambalarına elektrik gelmişti. Evimizde su da yoktu. Bunun için mahalle çeşmesinden su taşırdık. Suyun başında insanlar sıra olurdu; bazen sıra kavgaları yaşanırdı. Her şeyi günlük pişirirdik. Yiyeceklerimizi tel dolaplarda saklardık.

Halil Tığlaz susam helva satarken, 1940’lar

Eskiden sokak bekçileri vardı. Alman Harbi döneminde karartma uygulanırdı. Evlerde hiç ışık yanmayacaktı. Gerçi o zamanlar evimizde halen elektrik yoktu ama gaz lambasından çıkan azıcık ışığı gördüğü zaman bekçi sopasıyla vurur; “ışığınız görünüyor” diye bağırırdı. Alman Harbi dönemi çok zor günlerdi. Çayı kuru üzümle içer, ekmeği karneyle alırdık. Babam uzaklara gider düvencilik yapardı. Sonra, Bursa’nın Karacabey Dümbelöz köyüne cami hocası oldu. Kendisine, köyde bir cami odası varmış orayı vermişler. Ağaca merdivenle çıkıp ezan okurmuş. Köylü de bir ölçü mısır, bir ölçü buğday getirir babamın hak edişini verirmiş. Para yok, millet aç, kırılıyor… Babam köylünün verdiğini Bursa’ya getirirdi. Ben götürebileceğim kadar buğdayı veya mısırı yüklenir, Temenyeri’ndeki köprüyü geçince sağdaki fırının bulunduğu yerdeki çarklı değirmene götürür, öğütürdüm. Orada öğütülen unu alır eve getirirdim. Annem mayayı, suyu, tuzu una koyar ben hamuru yoğururdum. Sonra da tepsiyi yağlayıp hamuru koyar, Mollaarap Fırını’na ekmeği pişirmeye götürürdüm. Bu işleri yaparken 12-13 yaşlarındaydım. Ekmek vesika ile alınırdı. Annem Havva Hanım ağır işçi olduğu için ona tam ekmek verilirdi. Kendisi ipek fabrikasında çalışıyordu. Bir sene bütün mahalle kıtlıktan uyuz oldu. Hepimiz çok kaşınırdık, birbirimizi fırçayla kaşırdık.

Raziye Çacurrer, Münevver Özdemir, Melek Gündoğdu, Hafize ve Aytaç Çacurrer

Üç sene İpekerlerin fabrikasında çalıştım. Sonra kısmetmiş 19 yaşında nişanlandım, 20 yaşında evlendim. 1949 yılında yine aynı mahalleye gelin gittim. Eşim Şevket Çacurrer’e Kazakçı Şevket derlerdi. Kendisi ipek fabrikasında makinistlik yapardı. Rahatsızlandıktan sonra makinistliği bıraktı ve malulen emekli oldu. İstanbul’dan mal getirip arabayla mal satmaya başladı. Kırmızı bir arabası vardı ve o arabayla taksitli satış yapardı. Mahallede herkes kendisini tanırdı. Bende evde satış yapardım.

Şaziment, Fevziye, Mümin, Şevket, Hafize Çacurrer bahçelerinde, 1968

Evlendiğim yıllarda da evimizde su yok, ot yok, ocak yoktu, halı zaten yoktu. Eski çulları keser, dokutur kilim yapardık. Evde hasırların üzerine onları sererdik.  Evimiz şu anda Murat Apartmanı’nın bulunduğu yerdeydi. O yıllarda oralara tütün ekerlerdi; en son ev bizim evimizdi. Bizden yukarı ev yoktu.  Evde mancınık vardı. Dağa çay toplamaya giderdik. Çoluk çocuk gider dağ çayı toplar, kuruturduk. Şeker de yoktu, kuru üzümle çay içilirdi. Eşim Tatar’dı. Mahallenin eskilerindendi.

Şevket Çacurrer ve kırmızı arabası, 1968

Komşularımın çoğu öldü. Hafız Pakize, Berber Necdet, Tatar Şevket, Patron Yusuf Güleçyıldız, Gaffar Ağa, Ulukardeş, Sarılar, Sayılgan aileleri ve Kurtcan ailesinin bir kolu Yenimahalle’de komşularımızdı. Komşuluklarımız çok güzeldi. Halen beni arar sorarlar, ziyaretime gelirler. Anahtarlarımız kapıda dururdu. Bahçe sefaları, imecelerimiz çok olurdu. Mahallede cenaze varsa asla cenaze evinde yemek pişmezdi. Komşular hemen toplanır, bahçelerde ateşler yakılır ve Tatarların kıygaşa dediği lokma pişirilirdi. İlk bayramda, mutlaka, bütün mahallenin erkekleri camiden sonra cenaze evine ziyarete giderdi. Ev sahibi zaten gelineceğini bildiği için hazırlık yapar ve ikramda bulunurdu. Düğünlerde çeyiz birlikte toparlanır, yıkanır, paklanır, ütülenir ve serilirdi. Çocukluktan ölünceye kadar bitmeyen arkadaşlıklarımız vardı.

Şevket Çacurrer, 1940’lar

Düğünler, kimin bahçesi müsaitse orada yapılırdı. Düğünlerde çengiler getirtilirdi. Misal, benim düğünümde erkek çalgıcılar getirtilmişti. Bunlar komşunun bahçesinde çalmışlardı ama ben babam hoca olduğu için kızacak diye çok korkmuştum. Sonradan düğünler salonlarda yapılmaya başlandı.

Yenimahalle kahvelerinin önünde mahalleliler

Umurbey Hamamı çok meşhurdu. Sadece Umurbey’in değil; Çukur Mahalle ile Yenimahalle’ninde hamamıydı orası. Her hafta mutlaka Umurbey Hamamı’nda yıkanılırdı. Çoluk çocuk gidilirdi.

Yenimahalle’de Demokrat Parti Toplantısı’nda Şevket Çacurrer arkadaşları, 1960’lar

Şimdiki nesil çok rahat. Allah daha çok rahatlık versin. Benim çocukluğumda evde herkes birbirinden ekmeğini saklardı. Bizim evimizde çok sıkıntı çekmedik ama arkadaşlarım hep açtı. Onlara mısır unundan kaçamak yapar, ikram ederdim. Bizim mahalleye kaç sene sonra araba verdiler. On kuruşa binilecek dediler. Ama on kuruşu olmayanlarda var. Çocukken mahalleye bir araba gelse hepimiz peşine takılırdık. Rahmetli eşim evlendikten sonra kayışlı zembil yaptı yiyecek taşımak için. Şimdiki gibi market yoktu. Pazar yeri bir yerdeydi. Çarşıdan taşınırdı her şey. Su kuyruğunda mahkemelik oluncaya kadar senin sıran, benim sıram kavgaları olurdu. 1959 yıllarında evimizde çeşme yoktu. Rahmetli eşim alta teneke koyardı kovaları çalkalama suyunu biriktirirdi. O suyu alır mancınık kazanına getirirdi. Mancınıkta kozaklar kaynardı; süpürgesiyle kozanın ipekleri çıkarılır, arkalardaki çarklarda sarılırdı. Kayınım, eltim hep beraber çalışırlardı. Bir yandan mancınık tavasının üstüne güğüm koyar su ısıtır, onunla da bulaşıkları yıkardık. Maksem Deresi’ne gider yaptığımız paçavra kilimleri yıkardık. Mahalleli hep öyleydi. Su yoktu ki ne yapacaksın? O zaman herkes öyleydi, biz de öyleydik. Allah ev de verdi, para da verdi ama benim ömrüm bitti artık; çocuklar rahat etsin yeter.

 

Sibel Gök tarafından 15 Mayıs 2013 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP