1941 doğumluyum. Aslen Güzelyalı’lıyız. Babam Nuri Yurdaşen!Artvinli’ydi. Çok zeki ve başarılı bir öğrenciymiş. Devlet O’nu İstanbul’da bir medresede okutmuş. Çok aydın bir din adamıydı. Daha sonra cumhuriyetin ilanıyla sınavlara girip öğretmen olmuş. Öğretmenlik diplomasını da Ankara’da Atatürk’ün elinden almış. Bir müddet Görükle’de öğretmenlik yapmış. Daha sonra da Burgaz’a taşındık. Annem Zehra Yurdaşen, çok güzel dikiş dikerdi. Kazandığıyla evin ihtiyaçlarını karşılardı. Babamın kazandığıyla da yatırım yaparlardı. Annem şu anda hala hayatta… Kendisi 105 yaşında.
Ben 1959 yılında evlendim. Gelinliğimi, terzi Fahriye Hanım dikmişti. Nalbantoğlu Mahallesi Mahrem Sokak No: 9’a gelin gittim. Eşim Sadi Yıldırım, kayınpederim Halit Yıldırım. Kayınpederimin Atatürk Caddesi’nde şu anki İGS’nin bulunduğu yerin karşı köşesinde kumaş dükkânı vardı. Şimdi yıkıldı.
Nalbantoğlu’nda komşuluk çok güzeldi. Herkes, mahallenin yerlisiydi. Yalnız çok üzüldüğüm bir şey vardı. Gelin gittiğim dönemde kiracıların evine gitmezlerdi. Bu beni çok üzerdi. Ama biz komşularımızla çok iyiydik. Akraba gibiydik. Duvara vururuz, onlar bize gelir; biz onlara giderdik. Uzsoylular vardı. Onlar çok can arkadaşlarımızdı. Sivaslı Saadet abla vardı. Pikniğe her yere beraber giderdik. Arabası olmayanlarda mutlaka alınırdı.
Biz, Çelik Palas’ta evlendik. Kayınpederim çok meraklıydı. Bize özel dans hocası tutmuştu. Çok meraklı bir beyefendiydi.
Kayınpederimin dükkân komşuları Fulya Korse, derici Hulki Bey, üstte Lozan Otel vardı. Gönül Yazar, Bursa’ya geldiğinde, babası onu o otelde bırakırmış. Babası, duvar ustasıymış. Eskiden esnaf çok güzel giyinirdi. Beyaz gömlek, kravat giyerlerdi. Kayınpederim yakasında çiçeği olmadan dışarı çıkmazdı. Kışın lacivert, yazın da hep krem rengi takım elbise giyerdi.
Bizim evimizin gül bahçesi vardı. Komşular dilek dilemek için hıdrellezde hep bize gelirlerdi. Gelemeyenler de bana söyler; ben onların yerine gül dibine araba, ev çizerdim. Ertesi gün gelirler; ikramlar, izzetler… Bahçede sefa yapardık. Çok güzeldi bahçemiz! Bazen Temenyeri’ne çıkılır; takvimlerin arkasında maniler olurdu. O takvimler bir küpün içine konur; herkes bir takvim çekerdi. Şansına ne çıkarsa… Kızlar o takvim yapraklarını saklarlardı. Piknik yapılır; çoluk çocuk oynar; salıncaklar kurulurdu.
Ramazanlarımız hep davetle geçerdi. Kayınvalidem Huriye Yıldırım çok becerikliydi. Mükemmel yemekler yapardı. Kendisine Hafız Hanım derlerdi. Çok misafirperverdi. Hergün misafir beklerdi. Çok güzel giyinirdi. Ben onu desenli kıyafetle hiç görmedim. Tam 46 yılımız birbirimizi hiç incitmeden geçti. Mahallede onu sevmeyen yoktur. Kime sorsanız tanır.
Kayınpederim Kıbrıs Türk’üymüş. Bursa’ya gelmiş ve kayınvalidem Huriye Hanımla evlenmiş. Eşimin büyük dedesi Kasap Mustafa Efendi’nin Armut Köy’de çiftlikleri varmış. Şimdi orası at çiftliği olmuş. Kasap Mustafa Efendi askeriyeye et verirmiş. Ulucami’nin önünde dükkânları varmış. Çatal fırın’da oturuyorlarmış. 1939 senesinde eşim o evde dünyaya gelmiş. Sünneti falan o evde olmuş. 1949 yılında Nalbantoğlu’na gelmişler. Eşim Reyhan’da İlkokulu, liseyi de Erkek Lisesi’nde okumuş.
Annem anlatırdı: Yunan işgali döneminde tam çiftliği basacaklarken İstanbul’a kaçmışlar. 6 ay orda yaşamışlar. Ne zaman Yunan işgali sonlanmış, o zaman Bursa’ya dönmüşler. Çocuklar hep zenginlerin evlerini gösterirlermiş. Annemin anlattıklarına göre, daha Yunanlıların cenazeleri Mudanya’da, su kenarlarındayken Bursa’ya dönmüşler. İşgal döneminde Bursa’da çok sıkıntı çekmişler. Parası olan bile, yiyecek ekmek bulamıyormuş. Kasap Mustafa Efendi çiftliğinden Bursa’daki akrabalarına yiyecek gönderirmiş. Odun diye, odunların altına yiyecek koyup gönderirmiş. Çok hayırsever birisiymiş. Gelen göçmenlere bedava işkembe verirmiş. Kendilerini toparlayınca, para kazanmaya başlayınca da” tamam artık sen ayaklarının üstünde dur; bende daha ihtiyaç sahiplerine yardım edeyim” dermiş.
Kayınpederim çok meşhur bir terziymiş. Daha sonra kumaşçılığa dönmüş. Kayınvalidem şapkayla dolaşır; çok güzel giyinir; ayakkabıları İstanbul’dan gelirdi.
Evimiz betonarme bir binaydı. Aşağı yukarı 1949 yılında yapılmıştı. Gelip gezenler oluyordu. O zaman en güzel beton evlerdendi. Çok büyük bir mutfağı vardı. Bahçesinde çok güzel güller bulunmaktaydı.
Televizyonu önce İstanbul’daki akrabalarımızda izlerdik. Tabi Suriye yayınıydı. Ama çocuklar deli oluyorlardı. Daha sonra Bursa’da çocuklar komşuya gitmeye başladılar. Biz de çocuklar evde izlesinler diye 1969-1970 yılında ilk televizyonumuzu aldık. Hatta burada satışı yoktu; Almanya’dan gelenlerden almıştık.
Sünnetlerde evde kına yapılırdı. Kınaya çengi çağırılırdı. Sünnet çocuğu, atla gezdirilirdi. Cami ziyareti yapılırdı. Oğlumun sünneti 1970 yılında Park Restoran’da olmuştu. Daha da eskiden sünnet çocuklarının şapkası, elmaslarla süslenirmiş. Komşular elmaslarını emanet verirler; sünnet şapkası onlarla süslenirmiş. Şimdi kim kime elmasını emanet eder!
Mahallede herkesin misafir günü vardı. Bizimki ayın ilk Perşembe günüydü. Kayınvalidem, kayınpederim ve eşim çok ikramcıydılar. Kayınpederimin cenazesinde bile kayınvalidem sabaha kadar gözünün yaşıyla gelen giden yesin diye yemekler hazırlamıştı. O sofra herkese açıktı. İsteyen gelsin; yesin içsin diye beklerlerdi.
Sibel Gök tarafından 11.08.2010 tarihinde görüşülmüştür.