Fransız Mezarlığı dikenlik bir yerdi. İnsanlar kurbanlarını orada keser, çöplerini falan atarlardı. Tescilli bir yerde değildi. Ben de orayı değerlendirmek amacıyla sağlık ocağı yapmak istedim.
O zamanlar muhtardım ve Zeki Eke belediye başkanıydı. Durumu Zeki başkana anlattım. Gidip bir bakalım dedi. Sonra orayı bir araştırdılar. Çok eskiden o alan ormanlık bir yermiş.
Fransızlar hastalıktan falan ölen askerlerini gömmek için yer istemişler. İşte o zaman ki yöneticiler de orayı göstermişler. Biz bu olaya girdikten sonra İstanbul’dan Fransa Büyükelçisi’ni davet ettik. Adam geldi, mezarlığa götürdük.
“Biz burayı değerlendirmek istiyoruz ve bu amaçla da buraya bir sağlık ocağı yapmak istiyoruz” dedik. Adam da çat pat Türkçe biliyordu. Bize şöyle dedi: “Şimdi sana bir şey söyleyeceğim genç muhtar. Çok güzel bir şey düşünüyorsun ama bak bizim burada cenazelerimiz var. Taşları çamurların altında kalmış, kırılmış ama var. Senin de Fransa’da cenazelerin var. Siz hiç onların ne durumda olduğunu gördünüz mü? Hepsi bakımlı, tertemiz… Hiç üzerlerinde bir bina, inşaat var mı?”.
Öyle söyleyince biz Zeki başkanla birbirimize baktık. “Peki, efendim, ne yapalım? Ne önerirsiniz?” dedim. “Burayı düzenleyin ve bir park yapın. Mezar taşlarımızdan da bir köşeye saygı köşesi yapın. Mümkünse taşları temizleyin ve etrafına da zincirlerle şerit çekin. İnsanlar gelsin, burada vakit geçirsinler” dedi.
Biz de aynen orayı düzenledik, taşları bir kenara topladık ve orasını park haline getirdik. Hatta 100. Yıl İlkokulu öğrencilerine orada bir defile bile yaptırdık. Ama sonradan yine lambaları kırıldı vs. şeyler oldu.