Maksem Caddesi’ne, Sultan Abdülmecit zamanında açıldığından “Mecidiye Caddesi” denilmiştir. Caddenin girişinin iki tarafı da bugünkü haline hiç benzemezdi.
Caddenin girişinin doğusunda, bugünkü postanenin olduğu yerde akrabam rahmetli Şemsettin Ulusoy’un son şeyhi olduğu Mısri Dergâhı bulunurdu. Caddenin batı girişinde, bugünkü Ardıç Otel’in olduğu yerde ise yol üstü 4 m yükseklikte duvarla çevrili; duvarın içinde bir sebil çeşmesi olan, bu duvardan 5 basamaklı merdivenle çıkılan, giriş kapılı muhteşem bir konak vardı.
Konağın Rusya’dan geldiği söylenilen iki kardeş tarafından yapıldığı rivayet edilirdi. İki taraflı olan konağın her iki tarafı da birebir eş planlı idi. Geniş bir bahçesi ve bahçesinde Bursa’nın oval şekilde klasik bahçe şadırvanı ve şimşirlerle bölünmüş bahçe düzenini görürdünüz. Eşit iki bölümün tam ortasına gelen yerde ulu bir manolya ağacı vardı.
Binanın bahçe duvarlarının bittiği yerden başlayıp İnebey Medresesi’ne kadar çıkan bir sokak vardı. Sokağın girişinin üst köşesi rahmetli Tezen Haşim Altınsoy’un evi, onun üst tarafında da babaannemden kalan bizim evimiz bulunurdu. 1950’li yılların âdeti veçhile güzelim ahşap evler yıkılıp, yerine beton binalar yapılmaya başlanmıştı. Bizim evimiz de bu furyadan kurtulamadı. Yıkıldı ve beton bina yapılmaya başlandı. Bina tamamlanıncaya kadar Rafet Artıç’ın annesi rahmetli Şükriye Teyze’nin sahibi olduğu çifte konağın bir bölümünde oturmaya başladık. Betonlaşma furyasından ne yazık ki bu sivil mimari eseri de nasibini aldı. Yerine bugünkü Ardıç Otel’i konduruldu. Maksem Caddesi’nin iki tarafında da betonlaşmadan ne hikmetse kendini kurtarabilmiş sivil mimari örnekleri hala var. Caddenin Erkek Lisesi ve yakın bölümünde eski Bursa’nın sembollerinden olan asırlık bir manolya ağacı bulunmakta. Trafiğe mani olmadığı için yaşamını devam ettirebilme şansını buldu.
Erkek Lisesi’ni geçtikten sonra yolun batısında bir köşe ev vardı ki; mimarlık şaheseri. 8 m2 arsa üzerine kafası çalışan bir ustanın yaptığı; fındık oda, nohut sofa misali bir ev… Giriş üstü 2 katlı; her katta bir oda, bir sofa; girişte merdiven altı banyo, sokak kapısı arkası tuvalet ve üçgen bölüm de mutfak vardı. Ne yazık ki yıkıldı ve sadece arsası kaldı.
Caddenin sonunda Maksem Camisi adeta caddeyi karşılar. Cami girişinde Bursa’nın en yaşlı selvisi vardı. Selviyi; Somuncu Baba’nın diktiği rivayet edilirdi. Somuncu Baba, Bursa’yı terk ederken elindeki kuru sopayı toprağa sokar ve o sopa yeşillenerek çınar ağacı olur. Onu bu noktaya kadar uğurlayan Bursalılara dua eder. Onun için Bursa halkı bu çınara “Dua Çınarı” derdi. Semte adını vermiş olan; üzerinde “Kesilemez” levhası olmasına rağmen, bu çınarı da ortadan kaldırdılar. İkili yolun ortasında ki refüjün üzerinde olduğu için trafiğe de mani değildi. İşte bu Maksem Selvisi’de, Dua Çınarı’nın akıbetine uğradı. Maddi kültürümüz yanında manevi simgelerimizi de büyük bir gayretle yok etmeye çalışıyoruz. Özellikle kıyıda köşede kalmış sivil mimari örneklerini artık yok etmeyelim. Bursa’mızın, Osmanlı’nın ilk başkenti özelliğini onlar yaşatıyor. Cami ve tekkelerin hazireleri ve doğa anıtları, bu şehrin manevi bekçileridir.
SİBEL GÖK tarafından 11.10.2010 görüşülmüştür.