Ertuğrul Körüstan ile sözlü tarih görüşmesi

1942 Bursa doğumluyum. Ortaokul mezunuyum. Doğma büyüme Maksem’liyim; babamlar Bursa ya 1940 senesinde Yenişehir’den göç etmişler.

Mahallede, tam caminin karşısında Kara Ali Dede’nin yatırı vardır. Ama onun hakkında pek fazla bilgiye sahip değilim. Hatırladığım kadarıyla küçükken, yatırın başında mum yakarlardı. Şimdi bu adetleri bıraktılar.

Mahallemiz, ismini de burada bulunan su depolarından almıştır. Önceleri buralarda su mahzenleri olduğu için, Maksem ismini almış.

1960 – Temenyeri’nde Ertuğrul Körüstan, Coşkun Çelikdiş,Erkan Seydem, Altan Bey ve Öğretmen Refik Bey

Önceleri evliliklerin çoğu görücü usulü olurdu. Şimdiki gibi flört etmek yoktu. Zaten öyle şeyler ayıp sayılırdı. Benden önceki arkadaşlar, eşlerini hiç görmeden evlenmişler. Anne, babanın beğenmesi yeterlidir. O zamanlarda düğünlerimiz çok seviyeli olurdu; düğünlerimizde silah atılmazdı. Kız kaçırma olayları ise çok fazla olmazdı. Zaten herkes sevdiğiyle evlenirdi. Sevdiğini alamayan ise, kaçırırdı.

1965 – Maksem Kahveli Bahçe, Ertuğrul Körüstan ve Arkadaşları

Benim düğünüm mahalledeki eski Halk Partisi’nin Lokali’nde yapıldı. Ama düğünlerin çoğu evlerin bahçelerinde olurdu. Maddi durumu iyi olanlar, merkezdeki sayılı düğün salonlarında yaparlardı.

Kına gecesini, kız tarafı yapardı. Pazar günü; düğün sabahı damat ve arkadaşları buluşur; beraber çay, çorba içmeye giderler; düğün saatine kadar eğlenirlerdi. Düğün zamanı, damat tıraşı olurdu. Damadın koluna bir kova takılır; çeşmeye gönderirlerdi. Damat ve arkadaşları çeşmeye eğlenerek giderlerdi. Damat hamamları olurdu. Damat ve arkadaşları beraberce hamama gidip; gece geç saatlere kadar orada eğlenirlerdi.

1967 – Ertuğrul Körüstan ve Sağdıcı Altan Çelikdiş

Hıdrellez zamanı bizim arabamız olmadığı için, kamyonu olan eniştemlerle birlikte piknik yapmaya Geçit e, Karapınar’ a veya Uludağ’a giderdik. Temenyeri’nde eğlenceler olurdu. Romanlar, sabahlara kadar eğlenirlerdi. Evi olmayan ev, arabası olmayan araba, sevdiğine kavuşamayanlar da kavuşmak isterdi. Evimizin bahçesinde güller vardı. Komşular gelir bu güllerin dallarına dileklerini asarlardı.

Maksem’de çıkmaz aralıkta oturmaktayım. O zaman orada 8 -10 hane vardı. Orada bütün komşular birbiri ile komşuluktan öte, akraba gibiydi. Akşam olduğu zaman, mahallenin erkekleri kahveye gider; evin hanımları da kapı önü oturmaları yapardı. Şimdi bu çıkmazın her tarafı apartman oldu. 7-8 hane olan sokak 70-80 haneye çıktı çoğu kimse birbirini tanımıyor. Bir cenaze olsa haberimiz olmuyor.

Önceleri cenazelerde bütün mahalleli bir araya gelirdi. Cenaze sahibine baş sağlığı diler; düğününde olduğu gibi cenazesinde de yardımcı olurdu. Önceleri cenaze evlerine, 7 gün boyunca yemek götürülürdü. Gelen misafirlere yemek ikram edilirdi.

Askere gidecek gençler, bütün komşularını gezer onlardan helallik isterdi. Komşular da, bu gence hediye veya para verirlerdi. Şimdiki gibi şaşalı bir asker eğlencesi olmazdı.

1967 – Ertuğrul Körüstan ve Ayhan Özenci

Hacıdan gelen kişiler, komşuları ve akrabaları tarafından karşılanırdı. Hacının evinde hacı yemeği hazırlanırdı. Ziyaret gelen misafirlere, zemzem suyu ile yemek ikram edilirdi.

Eskiden mahalledeki çocukluğumuzda bir başkaydı. Bahçeli kahvenin önü, uçurumdu; ama biz oradan aşağı Temenyeri’ne iner; oralarda dolaşırdık. Önceleri, her oyunun bir zamanı vardı. Topaç zamanı topaç, bilye zamanı bilye, çember zamanı ise çember oynardık. Önceleri stadyumun oraya kadar iner oradan mahalleye çember çevirerek gelirdik.

Mahallemizde benim hatırladığım, gezek kültürünü babamlar yapardı. Her hafta birinin evinde toplanırlardı. Orada sazlar çalınır; türküler söylenirdi. Gezeğe katılan herkesten o zamanın parasıyla 5 er lira toplanırdı. Toplanan bu paralarla, şehir dışına gezmeye çıkılırdı.

Önceleri mahallede bazı çeşmelerde çeşmenin üst kısmında oyuklar vardı. Büyüklerimizin anlattıklarına göre; hali vakti yerinde olanlar, zekât ve sadakalarını oraya bırakırlarmış. Mahallede ihtiyacı olan fakirler ve düşkünler ihtiyacı kadar parayı oradan alırlarmış. Şimdi bu çeşmelerin çoğu yıkıldı.

1948 senelerinde babam eve bir radyo getirmişti. Öyle oldu ki; bir gün radyo evde açık kalmıştı; annemde radyo patlayacak diye korktuğundan kapatmamış akşama kadar açık kalmıştı.

1967 – Ertuğrul Körüstan’ın Düğününden

Evimize ilk televizyon ise 1966 yılında girmişti. O zaman yayınlar haftada 2 saat yapılmaktaydı. 1970 yıllarında yayın saatleri çoğaldı. O zamanlarda anteni çevirebilmek için evin tavanından bir delik açılır; oradan bir boru geçirilirdi. Bu borunun üzerine anten takılırdı. Bu sayede çatıya çıkmadan anteni çevirebiliyorduk.

Maksem’de ilk araba Nemci Yazıcıoğlu’nda vardı. Hatta iki arabası mevcuttu biri jeep, biri taksiydi. Zengin bir aileydi.

Mahallemizde esnafların çoğu, mahallenin merkezinde yer almaktaydı. Bakkalımız Hakkı Ulusdoyuran, İbrahim Gökdereli vardı. Mahalle manavımız ise Mustafa dedeydi. Mahalle halkının çoğu esnaftı.

Mahalleye göç Bursa’ya büyük fabrikaların kurulmasıyla başladı. Mahalleden göç, mahalle sakinlerinin durumlarının düzelmesinden sonra daha lüks yerlere gitmesiyle başladı. Mahallede yerli olarak çok az kişi kaldık.

Bir yeliz ablamız vardı. Mahallenin annesi gibiydi. Bana kız bulup evlendiren de Yeliz ablaydı. Mahallenin hem iğnecisi hem de ebesiydi. Elinden her iş gelirdi. Mahalleli tarafından da çok sevilirdi.

Mahallemizin önemli kişileri şunlardır. Yıldırım Gürses: Hala evi durmaktadır. Diğeri ise Sanat müziği sanatçısı Selin Deren idi.

Osman Körüstan ve Arkadaşları

Ramazan ayı çok güzel geçerdi. O zamanlar buzdolabı olmadığı için Maskem e bir buzcu gelir; ondan sularımızı soğutmak için, 25 kuruşluk buz alırdık. O zamanlarda çok güzel ramazan pideleri ve açmaları olurdu. Çocukken camiye gider; oradan da gece sahura kadar oyun oynardık. İftar zamanı, bizim evimiz dereye doğru baktığı için, balkona çıkar; dereye doğru iftar yapardık.

Ramazan bayramında sabah camiye gider; camiden sonra bayram kahvaltısı yapar; aile içinde bayramlaşırdık. Sonra diğer akrabalarımız ziyaret ederdik. Pınarbaşı’na bayram yerine giderdik. O zaman oraya dönme dolaplar, çadır tiyatroları kurulurdu. Genellikle bayramın ikinci günü eğlenmeye giderdik

Kurban bayramı da, ramazan bayramı gibi geçerdi; ama o zamanlar kurbanlarımızı 3 ay önceden alırdık. Ben aldığımız kurbanı Temenyeri ne otlatmaya götürürdüm. O 3 ay içinde hayvan bana alışırdı. Bayramda babam kurbanı keserdi; ben de kurbanın arkasından ağlardım. Aldığımız kurbanı derede bir yıkardım; pırıl pırıl olurdu. Önceleri, herkes kendi kurbanını kendi keserdi.

Şimdi ne eski bayramlar kaldı; ne de eski Maksem 3 – 4 haneli olan yerler 100-150 haneli yerler oldu. Her taraf beton yığını; kimse kimseyi tanımıyor; insanlar birbirlerine selam vermeye dahi korkar oldu.

 

SEYİT AKDOĞAN 17.09.2010

 

ARAMA YAP