1942 Nalbantoğlu Taşkapı Sokak doğumluyum. Babam İhsan Uzer 1927 Maksem doğumlu. Annem Naile Uzer ise Mollaaraplı. Sonra anne dedem Hacı Şuayip Efendi bu evi alıyor ve annemle babam 1937 yılında evlenip bu eve yerleşiyorlar. Babam, iç güveysi olarak gelmiş.
Babam, Sular İdaresi’nin müdürüydü. 1935 yılında fen memuru olarak başlamış, 1940’lı yıllarda da müdür olmuş. 1972 yılında da emekli oldu.
İkokulu Atatürk ve Altıparmak İlkokulu’nda okudum. Daha sonra Osmangazi Ortaokulu’na gittim. Erkek Lisesi’nde bir müddet okuduktan sonra Namık Sözeri Koleji’ne gittim. Namık Sözeri Koleji’nin ilk mezunlarındanım. Daha sonra Bursa Eğitim Enstitüsü’ne giderek öğretmen oldum. 1992 yılında da emekliye ayrıldım.
Nalbantoğlu Mahallesi’nde mahalleye adını veren Nalbant Sultan’ın yatırı varmış. Yeri de Nalbantoğlu Camisi’nin karşısındaki fırının karşı köşesindeymiş. Daha sonra burası mahalle mektebi olarak kullanıldı. Taş Mektep diye anılıyormuş. Hatta annemler, burada okumuşlar. Mollaarap’tan buraya ilkokula gelirlermiş. Orada bir akasya ağacı var. İşte o akasya ağacının bulunduğu yerdeydi. Daha sonra yıkıp; yerine apartman yaptılar.
Taşkapı Sokak’ta fırınla bitişik Boşnak Rıza’ların evi vardı. Boşnak Rıza Bursa’nın tanınmış zenginlerindendi. Çekirge’de ki Atatürk Köşkü’nın karşı köşesindeki bina onlarındı. Uludağ Üniversitesi’nin kullandığı bir binaydı. Yanında Haşime Hanım Teyze otururdu. Ondan sonra da çizim tam karşımızda Hacı Kurtlar’ın evi vardı. Çok büyük bir konaktı. Bir dönem Aykaç Kız Talebe yurdu olarak kullanıldı. Bursa’nın belki de en güzel evlerinden birisiydi. Eve çift merdivenle çıkılırdı. 1976 yıllarında falan yerine Koruyucu Apartmanı yapıldı. Annelerinin adı Kaniye Hanım Teyze idi. Kaniye Hanım Teyze’nin hemen yanında da imam evi vardı. Onun üstünde Terzi Doğan abinin evi, köylü Hatice Hanım’ın evi, badalcı (komisyoncu) Ali’nin evi, onun da üstündeki ev hala duruyor ama sahiplerini hatırlamıyorum.
Karşı sırada ise Taş Mektebin olduğu yerden itibaren sayarsak; Taş Mekteb’in yanında Çadırcıoğlu ailesi vardı. Onun yanında da müezzin evi bulunmakta. Hala eski haliyle duruyor. Daha sonra Emel Çıksalın’ın oturduğu evdir. Daha sonra sırasıyla Havlucu Kadir’in evi, Vasıf Bey’in evi (karısı Nigar, kızı Tezin’di. Mesleği taksicilikti. Tayyare’nin orada taksi yazıhanesi vardı), imam evinin kapısı ve bizim ev geliyordu.
Bizim eve, kestaneli ev diyorlardı. 75 metre cepheli 670 m2 bir evdi. Mutfak kapısı, ana kapı ve bahçe giriş kapısı olmak üzere üç kapısı vardı. Yanımızda eski Kızılay başkanı Adnan Türkay’ın evi bulunmaktaydı. Adnan Bey’lerden önce bu evde Ahmet Merger’ler otururdu. Daha sonra ki evlerde de sırasıyla Sevgi ve abisi Fikret Fere otururdu. Fikret Fere kuyumcuydu. Köşede de eczacılar otururdu.
Hıdrellezde sabahın erken saatlerinde kalkarlar. Herkesin kapısının önünü süslerlerdi. Özellikle geç kalan esnafa yaparlardı.
Mahallede “Ya Şükran” diye bir oyun oynardık. Çocuklar iki gruba ayrılırdı. Bir grup diğer grubu arardı. Saklananlardan birini bulduklarında “Ya Şükran” der sobelerlerdi. Genellikle gece oynardık bu oyunu. Özellikle Ramazan gecelerinde teraviye gidiyoruz diye evden çıkardık; kızlı erkekli bu oyunu oynardık. Nalbantoğlu Taş Fırın’ın sahibi fırıncı Yunus abiydi. Fırının üstündeki arsayı odunluk olarak kullanırdı. Biz oraya çocukken “Mesken” derdik. Gizlice sigara içer; uzun odunlarla cirit atmaca oynardık. 1948 olimpiyatlarından esinlenmiş olacağız; mahallede o yarışları taklit ederdik. Koşu, inşaattan yüksek atlama, gülle yerine taş atma müsabakaları yapardık. Koşarken de nereden duyduysak ağzımıza acı biber sürerdik. Sonra bir abimiz bize “ne yapıyorsunuz oğlum acı biberi hızlı koşsunlar diye atların arkasına sürerler; siz niye ağzınıza sürüyorsunuz” demişti.
Mahallede komşular arasında yardımlaşma çok olurdu. Komşusu aç mı, tok mu, herkes bilirdi. Hastaya komşuları, çorba yapar götürürdü. Cenazelerde bütün sokak yas tutardı. Sokakta yüksek sesle oyun bile oynamazdık.
Sibel Gök 29.07.2010 tarihinde görüşüldü.