4 Ağustos 1340/1924 yılında Rize’de doğdum. Rize’nin eşrafındanım. Baba tarafım Kadızadelerden, anne tarafımda Müftüzadelerdendir. Müftü de bulunduğu bölgenin hâkimidir. Her iki taraftan hâkim torunuyum.
Benim büyükannem Vanlıdır. Ancak Kavala’dan Van’a yerleşmişler ve Mumcuzadelerdenmişler. Dedemle evlenince de Rize’ye yerleşmiş. Büyükannem Van’dan Rize’ye gelin gelirken kahve ve çay getirmiş. Rize’deki evine yerleştiği zaman gelen misafirlere çay yapmış. Rizeliler çaya bakıp “bu sıcak şerbet midir?” demişler.
Ruslar Rize’yi işgal ettiklerinde Müftüzade dedemi alıp evvela Batum’a götürerek Tiflis zindanına atmışlar ve dedem orada şehit olmuş. Dedem şehit olmadan evvel hâkim olarak emekli olmuştu ve annem 1999 senesinde ölünceye kadar kendi babasının üzerinden hâkim maaşı almaya devam etti.
1937 yılında Rize’den Bursa’ya geldik ve Ortapazar Caddesi’nde, bugün Maliye Lojmanlarının bulunduğu yerde halamların 28 numaralı evine yerleştik. Bir müddet sonra halamların yanından ayrılıp yine halamlara ait 20 numaraya taşındık. Halamın eşi emekli hâkimdi. Evlerinde Roma mermerinden yapılmış bir havuz vardı. Bahçesi Şehadet Camii’ne kadar dayanırdı.
1939 yılında Ortapazar’dan Maksem’e, 1942 yılında da bir ev alarak Karaağaç Mahallesi Küçük Aralık’a taşındık. Şu anki Çelebi Mehmet Lisesi’nin hemen altındaki aralık… Evimiz dereye çok yakındı. Deredeki köprüden geçilerek Maksem’e gidilirdi. Evi aldığımız zamanlarda kullanılan köprü çok daha basit bir köprüydü ve yağmur yağdığında kullanılamaz hale geliyordu. Daha sonra şimdiki yeni köprü yapıldı.
Babam Tevfik Bilgin peştamal ticareti yapardı. Bursa’ya gelince İpekiş Fabrikası’nda boyacı ustabaşı oldu, oradan ayrılınca harada ayniyat memurluğu yaptı.
İkinci Dünya Savaşı’nda askerdim. Bizim başımızdaki komutanlar Birinci Dünya Savaşı’nın komutanlarıydı. Mareşal Fevzi Çakmak, Cemil Cahit Toydemir, Asım Tınaztepe, Salih Homurtak… Bunlar Atatürk’ün komutanlarıydı. İkinci Dünya Savaşı’nda aç susuz dört sene askerlik yaptım. Zaten kıtlık vardı. Ben askerde çavuştum. O zamanki çavuşlar astsubay (gedikli) oluyordu. Doğru düzgün okuryazar yoktu, o yüzden benim gibi adamları zor buluyorlardı.
1956 yılında evlendim. Eşimin ismi Sebahat’tı. Altı ay önce vefat etti. Düğünümüzü Ordu Evi’nde yapmıştık. Bende ressamlık olduğundan bir polis arması yaptım ve düğünümde Ordu Evi’ne astım. Bu armayı nöbetçi binbaşı görmüş ve armanın oradan kaldırılmasını istemiş. Ben kaldırmayınca iş albaya ve merkez komutanlığına kadar gitmiş. Merkez komutanı da “ne olmuş ya, benim babamda polisti” demiş ve arma o gece orada kaldı. Nikahımız da Tarihi Belediye Binası’nda olmuştu.
1955 yılında polis alımı yapılıyordu. Şevket Yılmaz’ın babası Bursa’da polisti. Oda bizim gibi Rize’den gelmişti. “Seni polis yapalım” dedi. Müracaat ettim ve polis oldum. İstanbul Yıldız Polis Mektebi’ne gittim. Mezun olunca polis olarak İstanbul’da kaldım. 1967 yılında beni Malazgirt’e tayin ettiler. 4 ay sonra Muş’a geldim. Sonrasında Afyon’da görev yaptım. Bursa’ya 1973 yılında geldiğimde Saadettin Tantan buradaydı. 1976 yılında da emekli oldum.
Benim görev yaptığım dönemlerde Mollaarap’tan Temenyeri ve Kuzguncuk’a kadar olan bölge jandarmaya bağlıydı. Yıldırım civarına da jandarma bakardı. Polis sadece ortadaki kısımla ilgilenirdi. Bu bölge bile şehir merkezi olarak görülmezdi.
Ben geldiğim zaman Bursa’da emniyet müdürlüğü vilayet binasındaydı. Tahal Caddesi’nde (Cumhuriyet Caddesi) bir karakol vardı. Altıparmak Yahudilikti. Şimdi Altıparmak’taki Kaymakamlık Binası’nın bulunduğu yer Kavala Tütün Deposu’ydu. Aşağıya inerken Yahudilerin oturduğu evler vardı. Vapur burnu gibi bir polis karakolu bulunuyordu. Şimdi Arap Şükrü’nün orada bulunan balıkçının bulunduğu yerde Şarapçı Yahudi Yuda vardı.
İpekçilik Caddesi Ermeni mahallesiydi. Büyük, gösterişli evler vardı. Caddeye girişteki fırın yine vardı ancak şimdi şekli değişti. Jandarmayı hemen geçince papazın evi bulunuyordu. Daha sonra vali konağı olarak kullanıldı. Kocaman bir bahçe içinde, büyük balkonlu, güzel bir evdi.
Setbaşı İlkokulu önceden cadde üzerindeydi. Şu anda BİM Market’in bulunduğu yer eskiden kiliseymiş. Kilise daha sonra Mehmet Sami Türknar’a ait Türknar Tütün Deposu olmuş. Oradan yukarıda Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bulunduğu binalarda yine tarihi binalardı. Bu binalardan bir tanesi papazların, bir tanesi de rahibelerin kaldığı yerlemiş. Papazların kaldığı yere daha sonra üç sınıflık Nilüfer İlkokulu yapılmıştı.
İpekçilik Caddesi’nden yukarıya çıkarken şimdiki gibi apartmanlar yoktu. Karsaklı Mehmet’in kocaman saray gibi bir evi vardı. Hepsi yıkıldı…
Şu anda Çelebi Mehmet Lisesi’nin bulunduğu yer önceden manastırmış. Manastırın eski kapısı hala duruyor. Hatta kapının iki yanındaki fenerlerde iki üç sene öncesine kadar duruyordu; yakın zamanda çaldılar.
Bizim Küçük Aralık’ta aldığımız ev çok küçüktü. Mahallemizde hep eski Ermeni evleri bulunuyordu. Her evin bahçesinde olduğu gibi bizim evde de kuyu vardı. Ermeniler su için evlerinin bahçesine kuyu yapmışlardı. Ancak biz taşındığımızda kuyuyu kapattık. 1942 yılında bir gün annem evin önünü süpürürken beş altı kişi geldi. Bizim eve baktılar, baktılar; bir tanesi ağladı, yüzünü sildi. Annemde çok hassas bir kadındı. Onlara “birini mi arıyorsunuz?” diye sordu. İçlerinden biri: “Özür dilerim, burası benim doğduğum ev” dedi. Annem onları eve buyur etti. Yukarıya çıkarttı. Semaverle çay yaptı. Onlar evi dolaştılar, bir iki saat oturup gittiler. Evin eski sahipleriydiler. Küçük Aralık’taki evimiz 1969-1970 yılları gibi birkaç evle birlikte müteahhitte verildi. Bu evlerin yerine Özdemir Apartmanı yapıldı.
Arabacı İsmail ile fırıncı bir komşumuz vardı. Bazıları ise fabrikalarda çalışırdı. Ali Osman Sönmez de Küçük Aralık’ta Çılgınlar lakaplı ailenin evinde oturdu.
İpekçilik Caddesi’ndeki fabrikalarda hep hanımlar çalışırdı. Mahallemizde bulunan hanımlar çok güzel giyinirdi ve hoş hanımlardı. Birçok muhite göre çok farklıydılar. Anneannem mantosu omuzunda İpekçilik Caddesi’nden aşağıya inerdi. Bütün esnaf onu selamlardı. O oturmadan sofraya oturulmaz, o sokak kapısından çıkmadan kapıdan çıkılmazdı.
İpekçilik Caddesi’nin yukarısında, sağ köşede Akovalara ait bir mescit vardı. Kendisi çok dindar bir adamdı. Merdivenli Sokak’tan yukarıda ipek dokuma fabrikası bulunuyordu. Merdivenli Sokak’ın arka tarafında koza yakılan fırınlar vardı. Bacaları hala duruyor. Koza zamanı evde doğru dürüst yemek yiyemezdik, çok kokardı. Mollaarap’a doğru da fabrikalar vardı.
Eskiden Mollaarap diye bir şey yoktu. Şu anki Eşrefiler Caddesi’nden eşek arabası bile geçmezdi. Şimdi karşıya geçmek için elli defa sağa sola bakıyoruz. Tatarların çoğunlukta olduğu bir yerdi. Eşrefiler’in üstü mezarlıktı. Temenyeri heyelan yeriydi. Toprak dalga gibi kayardı. Hatta orada bir fabrika kuruldu ve bu fabrika heyelan yüzünden kaydı. Pazar yerinin orasını iki yerden oydular ve künkler döşendi. Sonra ağaçlar dikildi. Böylece toprağın kaymasını engellediler.
Hünkar Köşkü’ne giden yol patika şeklindeydi. Şimdiki yolun yapımında Buzing arabalarla malzeme taşımıştım.
İpekçilik Enstitüsü sunni koza tohumlama müfettişliğiydi. Burası koza okulu değildi. Esas ipek kozası müdürlüğü Tahal Caddesi’ndeydi.
İpekçilik Caddesi’nde Küçük Aralık’a girmeden bir bakkal dükkanı vardı. Yoğurtçu kapıya gelirdi. At arabalarında sebze satarlardı. Gençliğimizde sebze halinde narenciye zamanında portakal, tophane patlıcanı ve kızartma kabağı satılırdı. Çünkü herkesin evinde sebze, meyve bulunurdu. Dut, şeftali, armut, elma ağaçları vardı. Bunlar hiç satın alınmazdı. Çarşılarda şimdiki gibi hazır kıyafet bulunmazdı. Herkes giyimlerini terziye diktirirdi.
Gençliğimizde şu anki Mahfel’in bulunduğu yerde gençlere ait bir kahve vardı, oraya giderdik. Onun yukarısında Acar İdman Kulübü vardı. Şu anki otoparkın beri tarafındaydı. Otoparkın bulunduğu yerde de sinema vardı.
Devlet Tiyatrosu’nun yapıldığı yerde koca koca bahçeli evler ve her evin asması vardı. Şu anda Heykel’deki Halk Bankası’nın bulunduğu yerde bir cami vardı. O caminin önündeki çeşmeyi şimdi Kent Müzesi’nin üzerindeki caminin yanına koydular. Yalnız su içme yeri hayvanlar rahat su içebilsin diye daha gömüktü.
Eskiden böyle arabalar yoktu, faytonlar ve piliçkalar vardı. Bursa’daki halk temayül bakımından çeşitliydi. Faytonlar lüks olduğu için Heykel’de dururdu. Piliçkalar da tek atlı olurdu ve biraz daha basit yaşayan insanların kullanmaları için Tahıl Caddesi’nde (Cumhuriyet Caddesi) bulunurdu. Bursa’ya geldiğim 1937 senesinde Ulucami’nin orada altı tane taksi vardı. Biz gelmeden önce ise o taksiler Heykel’de duruyormuş.
Şu anki Demirtaşpaşa Sanat Okulu’nun bulunduğu yer mezarlıktı. Oradan aşağıya bina diye bir şey yoktu, bahçelikti. Fomara Caddesi Arnavut kaldırımıydı. Emniyet Müdürlüğünün bulunduğu yerde Belçikalılara ait tütün deposu vardı. Yukarıda da bizim Tekel Tütün Deposu bulunuyordu. O civarda başka bir şey yoktu. Faytonlar o yoldan gitmek istemezlerdi; yollar kambur kumburdu. Yıldırım’daki benzinliğin orada Pars Kiremithanesi vardı. 1951-1952 yılına kadar devam etti. Orada yol yoktu. Pars Kiremit’in aşağısı Tütüncüoğlu Çiftliği’ydi.
Bursa’ya ilk geldiğimiz yıllarda Merinos’ta elektrik işletmesinin bulunduğu yerde bir Fransız motoru vardı. Bütün Bursa’ya elektriği o verirdi. Bursa’da Fransız sanayisi hâkimdi. 1943’ten sonra Merinos Fabrikası gece elektrik vermeye başladı. Lambalar ölü gibi yanardı. Öyle canlı bir aydınlık vermezdi. Her sokak başında çeşmeler vardı.
Atatürk Merinos’un açılışına geldiğinde bende arkadaşlarımla onu görmeye gitmiştim. Heykel çok kalabalıktı. At arabalarıyla gelen köylüler bile vardı. Hiç hasta bir hali yoktu, dizine kadar çizme giymişti. Ondan önce de biz daha Rize’deyken Samsun’a Rıza Pehlevi ile geldiğinde babam beni Atatürk’ü görmeye götürmüştü. İyi hatırlıyorum vilayete kadar yola halı döşemişlerdi. Şimdi bile unutamıyorum. Ne kadar büyük halılardı. Benden büyük olup da Atatürk’ü görmeyen kimseler vardı; çünkü Atatürk deniz ve karayolu olan yerlere gidebiliyordu.
Şu an oturduğum İpekçilik Caddesi’ndeki evimizi aldığımızda ki komşularımız İhsan Özuysal’ın babaannesi ve dedesi Atatürk’ün hizmetini yapmış kimselerdi. Çocuklarım o hanıma Pamuk Teyze derlerdi. Atatürk, Hünkar Köşkü’ndeki hizmetlerinden memnun kalmış ve onları Dolmabahçe’ye götürmüş. Pamuk Teyze aşçılık, eşi ise bahçıvanlık yapmışlar. Bize hep yaşadıklarını anlatırdı ancak şimdi net hatırlayamıyorum. 15-20 gün de olsa Atatürk ile birlikte yaşamışlar.
Emekli olduktan sonra Bursa’nın eski fotoğrafları üzerine rölyef çalışmaları ve resimler yapmaya başladım. Ben eski Bursa’yı çok arıyorum ama bulamıyorum. Eski Bursa’da bir güzellik vardı. Ben eski Bursa’nın hayaliyle yaşıyorum. Herkesin kalbinde bir aslan yatar. Herkesin bir iç dünyası vardır. Ben de iç dünyamda eski yerlere, tabi yerlere, güzel işlemeli yerlere, eski eserlere çok meraklıyım. Eski Bursa’nın güzelliğini unutamıyorum. Bursa hanımefendileri ve beyefendileri gibi insan hiçbir yerde bulunmaz. Onların yeri çok başkaydı. Çok dürüst, güvenilir insanlardı. Evlerine götürdükleri eşyayı kimse görmezdi. Zenbillerin içine aldıkları eşyayı koyar, zenbili de bastonunun ucuna asar öyle evlerine götürürlerdi. Aldıkları ne olursa olsun kimse görsün, özensin istemezlerdi. O kadar hassas davranırlardı.
Sibel Gök tarafından 23 Kasım 2012 tarihinde görüşülmüştür.