30 Ekim 1955 yılında Karaağaç Mahallesi’nde dünyaya geldim. Setbaşı İlkokulu, Çelebi Mehmet Lisesi ve Ticaret Lisesi’nde okudum; sonrasında da İzmit’te iki yıllık bir okula devam ettim. Evimiz Karamani Sokak 28 numaradaydı, sonra 41 numaraya geçtik.
Babamın ailesi Selanik’ten mübadele ile gelmişler. Babam Kemal Güleçman 1923 yılında Setbaşı’nda doğmuş. O yıllarda Atatürk sebebiyle Kemal ismi modaymış. Fırının üstündeki evde sünnet olmuş. Hatta korkudan Yeşil’e doğru kaçtığını anlatırdı. İlkokul üçe kadar Setbaşı İlkokulu’nda okumuş. O zamanlar Setbaşı İlkokulu özel bir okulmuş. Babam okulla ilgili hatırladıklarını hep anlatırdı. Mesela okula terlikle girerlermiş, her taraf kırmızı halıyla kaplıymış. Babamın babalarına ilk geldiklerinde Kazmirciler derlermiş. Kazmir, hazır elbiseci anlamına geliyormuş. O senelerde dedemler hazır elbise satarlarmış. Babam da terziydi ve 2001 yılında vefat etti.
Biz küçücük çocuktuk, babamın halası Remziye Çantalı Bursa’nın işgal ve işgalden kurtuluş günlerini anlatırdı: “More Remziye Hanım, Kemal Efendi’yi eşeğe ters bindirdiler” diye gayrimüslim komşuları alay ederlermiş. Ne zaman ki Bozüyük ve İnegöl Yunan işgalinden kurtulmuş, Türk birlikleri Bursa’ya doğru gelmeye başlamış, gayrimüslim komşuları halamlardan namaz örtüsü istemeye başlamışlar.
Komşularımız; Bursa’nın ilk şapkacısı Osman Şaşmazlar, mali müşavir İbrahim Akay, Ticaret ve Sanayi Odası’ndan Hıfzı Başal, terzi Avni Çelikkol, DSİ’den Niyazi Bey, Şen Kasap Bahri Seven’di. Dikenciklerin, Karağaç Caddesi’ndeki muhtarlık binasının hizasında yapılan mavi binanın bulunduğu yerden arkaya kadar muhteşem bir evleri vardı. Kocaman bir kapıdan içeriye girilirdi. Biz çocukken o kapıların ihtişamından korkardık. Evin yanında çiftlikten getirdikleri malları satarlardı. İpekçilik’te çocuk doktoru Cahide Ergezen ve eşi otururdu. Onların evleri de çok güzeldi. İpekçilik Caddesi’nde daha çok zenginler, Karamani Sokak ve Şabanbahçe’de ise daha orta halli insanlar otururdu. İpekçilik Caddesi’ndeki evler daha ihtişamlı, gösterişli evlerdi. Bizim sokağın köşesinde, pembe, yıkık dökük evde Bursa’nın ilk nalburları Mustafa Karacaovalı ve ailesi otururdu. Onlara Bursa’nın ilk çivicileri derlermiş. Bakkal Turgut Abi, şapkacı Osman Şaşmaz da bizim sokaktaydılar. Devlet Tiyatrosu’nda çalışanlar da bizim mahallelerde otururlardı. Alpay İzer’i, Hüseyin Kutman’ı, Tarık Tarcan’ı, Erdem Alkın’ı hayal meyal hatırlıyorum. Tiyatroya yakın olduğu için bizim muhiti tercih ediyorlardı.
Şu anda BİM marketin bulunduğu apartmanın yerinde tütün deposu vardı. Cahide Sonku’nun evlendiği aileye ait Doruk Tütün Deposu’ydu. Biz ilkokuldayken büyük demir bir kapı ve boş bir depo vardı. Sonra orası yıkıldı ve apartman yapıldı.
İpekçilik Caddesi’nin başında, fırının karşısında Yeşil Camii imamı Hafız Mustafa’nın Yıldız Pastanesi vardı. Nur yüzlü, sakallı, şişman bir beyefendiydi. İmamlık yaptıktan sonra bu pastaneyi açmıştı. Şimdiki Hacı Hasanoğulları’nın bulunduğu yerde manavlar bulunuyordu. Şabanbahçe’de zahirciler oturuyordu.
Komşuluk ilişkileri çok güzeldi. Genç kızların çeyizlerini bütün komşular bir araya gelerek hazırlardı. Annemin de terziliği çok iyiydi. Genç kızlara yatak örtüleri, bornozlar dikerlerdi. Düğünlerde Fethiye Hanım Teyze erkek kılığına girerdi. Bizim evin üstünde ki bir evin bahçesi çok müsaitti, kınalar o bahçede yapılırdı. Keza düğünlerde bütün komşular evini açar, gelenler komşunun evinde kalırdı.
Şu anda Karaca Fırını’nın bulunduğu yer Narin Lokantası’ydı. O zamanlar Bursa’daki gazetelerde çalışanlar oraya demlenmeye gelirlerdi. Lokantanın bahçesi de vardı.
Setbaşı’nda hep mübadeleyle gelenler yerleşmişler. Ben çocukken Yunanistan’dan buradaki eski evlerini görmek isteyen Yunanlılar gelirdi. Mübadeleden sonra bizim evi ilk alanlar evde bir teneke altın bulmuşlar. Meğer mübadelede gidenler kapının arkasındaki duvara nasıl olsa günün birinde döneriz diye bir teneke altın gömmüşler. Kapı vurdukça o duvar aşınmış herhalde, bir gün altınlar dökülüvermiş. O zamanki sahipleri hemen evi satmış, altınları da alıp gitmişler.
Özellikle Cumartesi akşamları Bahri Seven’in evi büyük olduğu için onlarda toplanırdık. Pazar günleri hep beraber pikniğe gidilirdi.
Mahallede cenaze olduğu zaman yedi gün büyüklerimiz bize yasak uygulardı. Yedi gün boyunca sokağa çıkmazdık; yedi gün mahallede çıt çıkmazdı. Babam normalde sürekli plak çalardı ama mahallede cenaze varsa yedi gün boyunca çalmazdı. Cenaze evine yedi gün yedi gece yemek giderdi.
Yatılı misafir çok gelir, üç gün, beş gün, bir ay kalan misafirler olurdu. Bayramlarda dayılar, amcalar gelirdi. Babam Pazar günleri hiç bir şey yapamazsa bizi Maksim Gazinosu’na götürürdü. Sabah buradan otobüsle Yalova’ya gider, 6.45 vapuruna yetişirdik. Bir keresinde Hamiyet Yüceses “Her yer karanlık” şarkısını söylerken ışıkları kapatmışlardı. Yerden bir tane mezar çıkmıştı. Çok korkmuştum. Daha çok küçük bir çocuktum, çok değişik gelmişti. Zeki Müren, Ajda Pekkan hepsini dinlemeye gitmiştik. Bursa’da da Kültürpark’ın içinde Tayland Gazinosu vardı. Ondan evvelde Romans’ın Fuar Aile adında bir gazinosu vardı. Ankara Radyo Evi sanatçıları geliyordu. Kültürpark’ın karşısında Acar Kulüp vardı. Annemler bizi bırakıp oraya giderlerdi. O kulübe Tanju Okan gibi şarkıcılar gelirdi.
Bölgemizde Rüya Sineması (şu andaki Setbaşı Kütüphanesi’nin yanında), Saray Sineması (Burger King’in olduğu bina), Bahçe Sineması (Mahfel’in arkasında), Dilek Sineması (Setbaşı Köprüsü’nü geçtikten sonra şuanda Yapı Kredi Bankası’nın bulunduğu yerde) ve Tayyare Sineması vardı. Hususi dikme şiltelerimizi alıp sinemaya çok giderdik.
Her gece bir komşuya misafirliğe gidilirdi. Ablam öğretmen, biz öğrenci olur masanın altında oyun oynardık. Asla gürültü yapmazdık; annelerimiz de dikiş dikerdi. Mahallede bir komşuya odun geldiği zaman odunları biz taşırdık. Ev sahibi 25 kuruş verir; bir Uludağ gazozu, bir de simit alırdık. Azıcık durumu kötüyse o parayı da almazdık. Dörtçelik İlkokulu’nun oradan yukarıya herkesin torbasını taşırdık. Hiçbir büyüğümüzün elinde torba bırakmazdık.
Evlerimiz hep bahçeliydi. Bahçelerde meyve ağaçları vardı. Bu meyveleri toplayınca herkes birbirine göz hakkı diye meyve verirdi. Ramazan akşamlarında iftarlarımız hiç boş geçmezdi. Babam Ünlü Cadde’den üç beş kişi alır, iftara yemeğe getirirdi. Annem hep bol yemek yapardı. Babam çok eğlenceli birisiydi. Ramazanda gelen davulcuyu eve alır, bahçede çaldırırdı. Annem “gece vakti davulcuyu niye eve getiriyorsun, kapıdan çalsın gitsin” derdi. Babam “olsun, eğlence olsun” derdi.
1963-1964 yıllarında Şabanbahçe Sokağı’na Almanya’dan bir hanım gelmişti. İlk televizyonu onda gördük; herhalde ilkokul birinci sınıfa falan gidiyorduk. Biz televizyonu camdan izlemeye giderdik. Kadıncağız rahat görelim diye de camı açardı. Sonra bizi evine aldı. İlk zamanlar İstanbul Teknik Üniversitesi iki saat yayın yapıyordu.
Babam sürekli plak dinlerdi. Komşularda sürekli babama Kemal Amca şu plağı çal, bu plağı çal diye istek yaparlardı. Kapının önünde çay partileri vardı.
Hıdrellezde toprak küpün içine su koyarlar, herkes içine bir materyal atardı. Kimi yüzük, kimi küpe, kimi düğme, kimi çengelli iğneye bir şey takar atardı. Hıdrellez sabahı önce Temenyeri Parkı’na giderler, ısırgan otu toplarlar ve herkesin kapısına asarlardı. Onun anlamını hatırlayamıyorum ama herkesin kapısına bir demet ısırgan otu konurdu. Sabaha karşı 4.00-5.00 gibi Hızır aleyhi selam gelecek deyip dere kenarına ev, araba gibi şeyler yaparlardı. Mesela babam araba yapardı, arabaya çok özenirdi. Bereket olsun diye gül ağacının dibine çanta, cüzdan koyarlardı. Hazırladıkları küpten evlenmemiş kızlar mani okuyarak materyalleri kura şeklinde çıkarırdı.
Annemin ayda üç tane günü vardı. Ayın 9, 19, 29’unda anneme gelinirdi. O gün işi olan bir sonraki gün gelsin diye günlerini ayda üçe bölmüşlerdi. Bazen günde iki saat bize, iki saat başkasına gidilirdi. Meşhur misafir odamız vardı. Misafir dışında kapısı kilitli dururdu. Orası temiz durmalıydı ve birisi geldiğinde acil açılırdı. Annem kuzine sobada bir tepsi kuru üzümlü kek yapardı. Bir de kurban bayramında tavla zarı büyüklüğünde kavurdukları kuyruk yağından tuzlu kek yapardı. Bir tatlı, bir tuzlu, bir de çay ikram ederdi. Annemin çay bardakları da daha farklıydı.
Ben o sokakta 57 senedir oturuyorum. Yıllar içerisinde eski komşularımız çok azaldı. O yıllarda Setbaşı’nda hiç gürültü yoktu. Çok sakin ve nezih bir yerdi. Şimdi korna ve araba gürültüsünden çok rahatsızım. Köyüm olsa kesin köyüme dönerim. Ama olmadığı için mecburen oturuyorum. Çünkü ben Setbaşı’ndan başka bir yer bilmiyorum. Hatıralarım hep Setbaşı’nda.
Sibel Gök tarafından 19 Kasım 2012 tarihinde görüşülmüştür.