1950 bursa doğumluyum. Yedi yaşından beri Tahtakale çarşısında esnafım. Atalarımız 1889 yılında kırımdan gelmiş. İvazpaşa mecidiye mahallesi ne yerleşmişler. Dedem bir ağabeyi ve bir kız kardeşiyle; üç kardeş, burada dünyaya gelmişler. Dedem, ilkokulu Kazgani, bugünkü ismiyle “Süleyman Çelebi” okulunda okuyup; ondan sonra İstanbul da küçük zabit okulunu bitirmiş. Sonra astsubay olmuş ve çekirgedeki askerlik şubesinde göreve başlamış.
Tabi o tarihler de yunan işgali vardır; dedem görev yaptığı yerdeki evrakları yunan eline geçmesin diye getirip evin altına saklamış ve yunan asker i bunun için dedeme çok kızmış. Dedemin Yakup isminde olan abisini iki mezarlık arasında boğazını keserek öldürmüş Bunun dışında 12 askerimizi de Tophane de öldürmüşler. Bunları da dedem kendi elleriyle gömmüş; onun için sürekli tophanedeki şehitliği ziyaret ederim. Dedem, astsubaylıktan emekli olduktan sonra babasının yanında kasaplığa devam etmiş. Yine bir anısını da paylaşayım: İşgal den sonra Mudanya ya Ertuğrul gemisi gelir; Mudanya da alış verişte et almak isterler ve eti Bursa da sarı kasap ta bulabilecekleri söylenir. Bursa ya gelirler; dedem ertesi gün siparişi teslim edeceğini belirtir ve köfünlerin içine buz koyarak etleri de buzların içine koyarak üç buçuk saatlik yoldan sonra Mudanya ya götürüp siparişi teslim eder. Bugün oğlum Cem de ailede altıncı kuşak olarak bu mesleği devam etmektedir.
Ben de, askerliğimi Adapazarı’nda yaptım. Komutanımla Gölcük’e gittik. Orada Savarona gemisi vardı; komutanımın kardeşi de orada başçavuştu. Ziyaretine gittiğimizde Atatürk ün odasını gezdirdi; orayı görünce çok etkilenmiştim. Bu da bana güzel bir askerlik anısı olarak kalmıştır.
1975 de evlenip İstanbul a balayına giderken Büyükada açıklarında yanmış bir gemi duruyordu. O geminin Savarona gemisi olduğunu söylediklerinde çok üzülmüştüm.
Eskiden Tahtakale esnafı hıdrellezi çok görkemli kutlardı. Bütün esnaf, kapısının önüne diken falan koymasınlar diye, erkenden gelirdi. Hiç unutmam: Hanın içinde Kırcaali den göçen Ali amca vardı. O geç gelince, kapısını süsledik ve mangal yaktık. Bütün esnafla birlikte içecek bir şeyler de aldık ve müzik gurubu da getirdik. Ali amca geldiğinde çan ve tokurdak çalarak karşıladık; Ali amca çok şaşırmıştı.
Bir de Aralık Han da Deli Ali vardı. Fırına pişirttirmek için patates güveci getirmiş. Ben de et güveci verdim; ama güveçler karışmış, benim güveci Deli Ali götürmüş. Bize de patates güveci verdiler. Bu şekilde şakalar oluyordu.
Düğünlerimiz de çok güzel muhabbetli oluyordu. Silah atılmazdı. Silah sadece dağ köylerinde atılırdı. Cenazelerde de mezarlara para atarlardı. Çocuklar, ihtiyaç olmasa da bu paraları topluyordu.
Tahtakale, insanların bütün ihtiyaçlarına cevap verirdi. Doktorundan, dişçisine kadar mevcuttu mahalle de! Bir de Bursa da meşhur Sınıkçı Hasan vardı. Tahtakale esnaflığımdan bir anımı daha paylaşayım: Birgün dükkâna iki tane adam geldi; babamı sordular ve isimlerinin “yassak” olduğunu söylediler ve önceden bizde çalıştıklarını sonra da Filistin e göçtüklerini söylediler. Beni de İsrail e davet ettiler. Babama söylediğimde onların Yahudi olduğunu ve bizde çalıştıklarını söylemişti. Benim de yaşım, o zaman 15 idi. Onlar çalışırken günde 50-60 kg eliyle kıyma çektiklerini söylemişlerdi. Çocukluğumda araç olmasına rağmen fayton da çoktu. O da kaybolan ayrı bir güzellik; ayrı bir değerdi.
Tahtakale de ilk gramofon, elektrikçi Kenan abideydi. İlk televizyonu da o getirmişti. 1970lerde zaten Almanya da çalışan gurbetçiler, teyp ve radyoları izine geldiklerinde getiriyorlardı. Tahtakale yatırları ile de bilinir. Bunların içinde: Mecnun Dede, Güngörmez bir de Helvacı Dede çok bilinenlerdi.
SEYİT AKDOĞAN 10.08.2010