BURSA ÇARŞISI’NDA BOZACILAR VE ŞERBETÇİLER

Dr. Hasan Basri ÖCALAN

Biri soğuk kış günlerinin içeceği olan boza, diğeri de sıcak yaz aylarının içeceği olan şerbetin Bursa’da tarihi serüveni oldukça ilginçtir. Boza içilen mekanlar olan Bozahâneler ile şerbeti Ulucami’de gündemine alan Süleyman Çelebi’nin yolu Bursa Çarşısı’nda kesişmektedir. Sadece bu mu? Bursa Çarşısı birçok esnafın yer aldığı, bir dönem dünya ipek ticaretinin mekanı olan, dünyaca ünlü kebabının pişirildiği, şehrin kalbi olan Ulucami’nin bulunduğu mekandır. Bu yazıda, Bursa Çarşısı’nda çalışanların ferahlandığı iki içecek ve bu içecek dükkanlarından bahsedilecektir.

Boza ve Bozahâneler
Sonbaharda ve özellikle de soğuk kış gecelerinde sokaklarda yankılanan bir ses duyarız: “Boozaaa, Bozaaaa” diye. Eğer bu ses sonbahar mevsiminde ise havaların soğuduğuna bir işarettir ve kışın yakın olduğu anlamına da gelmektedir. Artık kış hazırlıkları yapılmaya başlanır.

Boza; mısır, darı ve pirinç gibi ürünlerden elde edilen bir içecektir. Bu içeceğin imal edildiği ve satıldığı yerlere “Bozahâne” denilmektedir. Osmanlılar devrinde özellikle büyük şehirlerde açılan bozahânelerin, bazen, meyhâne gibi kullanılması neticesinde zaman zaman kapatıldığı görülmüştür. Bu durum dilimize “Meyhâneciye sormuşlar, şahidin kim? Bozacıyı göstermiş” gibi deyimlerin girmesini sağlamıştır. Osmanlı Bursa’sında özellikle XVII. yüzyılda birçok bozahânenin var olduğu arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır.

Osmanlı’da var olan ve günümüzde de tüketilen, genellikle darıdan ve darıya karıştırılan başka tahıllardan yapılan boza; başka memleketlerde de yetişen mahsulata göre mısır, buğday, arpa, çavdar, yulaf, arnavut darısı unundan, bazen de pirinç ve ekmek mayalanmak sûretiyle yapılan, asit laktik ihtiva eden, ferahlatıcı ve besleyici, hafif alkollü, açık bej renginde koyu bir içecektir.

Evliya Çelebi’ye göre İstanbul’da bu işi yapanların çoğu Tatar ve Çingenelerdir. 17. yüzyılda bu şehirde 40 dükkânda, 105 kişi tatlı boza yapan, toplam 300 dükkân ve 1004 kişi bu işle uğraşmaktadır . Ancak başka bir yazara göre ise bu içeceği İstanbul’da sokaklarda yanık sesleriyle satanların çoğunlukla Arnavut olduğu, fakat daha sonra satma işinin Anadolu’dan gelen gurbetçiler tarafından yapılmaya başlandığı bilinmektedir .. Dersaadet ahalisinden de yapanlar bulunursa da, onlar Arnavutlar gibi sokaklara çıkmazlar; Süleymaniye; Unkapanı, Ayasofya; Koska, Aksaray; Kocamustafapaşa ve diğer mahallelerde dükkânlarda satarlardı. “Süleymaniye’nin yasemin bozası”, Aksaray’da “Arnavud Kasım bozası”, Ayasofya’nın “Şaşaklı bozası”; Unkapanı’nda “Mestan Ağa bozası”, “Mahvî Ağa bozası” pek meşhurdur. Ta uzaklardan almaya gelinirdi. Zamanımızda da Koska’da “Mehmed Ağa bozası”, Vefa’da “Arnavud Kasım Ağa bozası” şöhret kazanmışlardır.

Boza geceleri satılır. O vakitler bozacılar ellerinde iki güğüm boza, bellerinde bir bardaklık ve bir tarçın kutusu, bardak yıkamak için bir ufak suibriği ve fener olduğu halde mahalleleri dolaşır satarlardı. Eskiden cam olan güğümlerin yerini günümüzde teneke güğümler almıştır. Çoğu satıcıların kendine mahsus manzume söylemesi eskiden İstanbul’da yaygınlaşmıştı. Herkes sanatına uygun bir manzume tertip edip bunu okuyarak gezer, bu manzumenin satışa da faydası olurdu. Bir zamanlar Dersaadet’te “Bozacı Hacı Zeynel” isminde bir adam varmış. Bozası ve söylediği manzumelerin meşhur olduğu rivayet edilir. Ona ait bir manzume ele geçmiş olup hatıra olarak aynen aşağıya yazılmıştır :

Bozam sarı
Mayası darı
Pek seviyor kocakarı
Sübye gibi koyu bozam

Bozam ilik
Testim delik
Dört okkası bir ikilik
Sübye gibi koyu bozam

Bozam benim kuvvet verir
Kudretini de bilen bilir
Konaklara bozam girer
Sübye gibi koyu bozam

Bozam benim süt beyazdır
Bunun gibi boza azdır
Alın çünkü önü yazdır
Sübye gibi koyu bozam

Mırmırıktır bozam bilin
Ona göre gelin alın
Aldırmazsam baka kalın
Sübye gibi koyu bozam

Bozanın pekmezi üzüm
Pek doğrudur işbu sözüm
Gelin alın iki gözüm
Sübye gibi koyu bozam

Ustam yapar ben satarım
Satmadan evvel tadarım
Satarsam artık yatarım
Sübye gibi koyu bozam

Osmanlı Devleti’nde özellikle büyük şehirlerde, bozahâneler birer kahvehâne, bazen de daha da ileri giderek meyhâne gibi işlemişlerdir. İnsanlar buralarda oturur, sohbet eder, müzik dinler ve boza içerlerdi. Bozahâneler, bazen bir yerin ayak takımının, hatta uygunsuz toplulukların oturduğu, toplandığı yerler olarak kabul edilmektedir. Bu gibi yerlere kibar, namus ehli, esnaftan olan kimselerin gitmediği, gidenlerin meyhâneye gitmekle eş tutulduğu yerler olarak telakki edilmiştir .Nitekim Ankara’da gezen Evliya Çelebi yanlışlıkla bir bozahâneyi girdiğini şu cümlelerle anlatır: “ Şu keçe kaplı küçük kapıdan içeri girmiş ola, diye hemen kapıyı açıp, içeri girdim .meğer ne gördüm bozahâne imiş. Bu kadar paşalı ve bu kadar derbeder ve dağınık yerde insanlar çöğür ve tanbur çalarak hay huy içinde eğlenmektedir. Benim bozahâneye girdiğimi gören olur da yerin dibine geçerim. Hemen kendimi dışarıya attım.” Evliya Çelebi bu satırlarda bozahâneye girmenin pek münasip kaçmadığını ifade etmiştir.

Boza Bursa’da da içilmekte ve bunun içinde şehrin çeşitli yerlerinde bozahâneler açılmıştır. Bozahâneler ya vakıf arazisi veya devlet arazisi üzerinde kurulmuş ve bu yerlerden vergi alındığı için arşiv kayıtlarından bu mekanlar hakkında bilgilere rastlamak mümkündür.
1482’de Bursa’da altı büyük bozahâne vardır: Balıkpazarı, Setbaşı, Gallepazarı, Tahtakale, Atpazarı, Odalar bozahâneleri. 1485’de Kanberler ve Çakıllı bozahâneleri adıyla iki tane daha açılmıştır.

1492 yılında mahkemeye başvuran bozacılar Bursa’da tâun hastalığı olduğunu belirterek, kiraların düşürülmesini talep etmişler ve kiraları şu şekilde tespit edilmiştir:

Balıkpazarı bozahânesi 80 65 Ayvagülü’nün tasarrufunda
Gallepazarı ” 50 40 Hacı Ali ”
Odalar ” 31 25 Karagöz ”
Setbaşı ” 50 30 Veli ”
Pınarbaşı ” 25 16 Babam Geldi ”
Yeni ” 40 30 Bey Yusuf ”
Tahtakale ” 42 25 Hacı Ali ve şeriki Ali “

1514’de Bursa’da 10 bozahâne vardır. 1515 yılında kira indirimi için mahkemeye başvurulması esnasında Tatarlar, Yeni, Kayabaşı ve Kocanaib diye dört bozahânenin daha varlığından haberdar oluyoruz. Bu başvuru esnasında tekrar kiraları indirilmiştir. Bu defa bozacı esnafı şehrin boş olduğundan ve dükkânların iş yapamadığından şikâyet etmişlerdir. 1515’de Gallepazarı, Tatarlar, Yeni, Kamberler, Kayabaşı, Kocanaib ve Tahtakale bozahânelerinin kiraları yine aynı mazeretle indirilmiştir.

1518’de bozahânelerin kiraları indirilmiş eski ve yeni kiralar şu şekilde tespit edilmiştir :

Eski kira Yeni kira
55 42 Balıkpazarı bozahânesi
45 35 Gallepazarı “
25 8 Setbaşı ”
30 20 Tahtakale ”
58 43 Yeni ”
30 20 Kayabaşı ”
50 40 Tatarlar “

1672 tarihinde en önemli yerlerden birisi İvaz Paşa evkafından olan Şadırvanlı Bozahâne’dir. Buranın kirası günde 30 akçe olup, işleticileri ise müderristir . Şadırvanlı Bozahene, 1585 tarihinde de müderris olan Mehmed Efendi tarafından işletmiştir .

17 yüzyılda Bursa’yı da gezen ünlü gezgin Bursa bozâheneleri hakkında şu bilgileri yazmıştır: “İstanbul kahvehâneleri IV. Murad devrinde yasaklanınca, Bursa kahvehâneleri iştihar bulup, tiryakilerinin yüzleri gülmüştür. 97 yerde bozahâneleri vardır. Pâk kâşili ve münakkaş tavanlı ve kârgir sofalı biner âdem alır bozahâne ve buzhâneler vardır kim temmuzda zîr-i zeminler içre bozaların buzlar üstüne koyup bozaları göğreyip bozarup sovuk olur. Cüllâb-misal pâk bozası olur. Cümle ‘ayan-ı kibarı bozahâneye girmek ayıp değildir. Zira kahvehâneler gibi bunlarda dahi hânende ve sâzendeler vardır. Ve mahbub boza sâkileri var kim her biri birer pençe-i âfitâb meh-pânlardır. Bellerinde Bursa’nın kırk kalem münakkaş peştemâlları ve pâk libaslarıyla reftâr eder, elindeki ayağına âşıklar ayak bağlayup bozaya büzülüp bozadır derd-i seri olur” . Seyyahımız daha önce Ankara’da yanlışlıkla girdiği bozahâneden hemen dışarı çıkmış ve buralara girmenin ayıp olduğunu açıklamıştı. Oysa Bursa’da bozaheneye girmenin ayıp olmadığını üzerine vurgu yaparak belirtmektedir.

Bursa’da bozahânelerin bir kısmının Palıkpazarı –burası Tophâne eteklerinde ve meyhânelerin çoğunlukta bulunduğu yerdir- civarında olduğu kayıtlarda geçmektedir. 1518 senesi Kasım ayının 22’nci pazar günü Bursa’da çıkan büyük bir yangında Şeyhhamit Mahallesi ve Balıkpazarı civarındaki bozahâneler de yanmıştır .

Evliya Çelebi; Bursa hanlarını anlattıktan sonra, bir hanın kapısında bir fıçı boza asılı olduğunu ve yanında da sülüs hattıyla şu ibarenin yazıldığını kaydetmektedir: “Bu fıçıyla bozayı içen sığırdır. Bu çömçeyi içen âdemdir”

Yukarıdaki kayıtlardan hareketle Bursa’da bozahânelerin ağırlıklı olarak, esnafın yoğun bulunduğu Bursa Çarşısı aksında yer aldığı görülmektedir. Günümüzde hem çarşıda, hem de Bursa genelinde o kadar boza içilen yer olmadığı bilinmektedir.

Bozahâne konusunu Abdülhamid döneminde yaşamış ünlü kantoculardan Şamran Hanım’ın söylediği Nihavend kanto ile bağlayalım. İstanbul’da soğuk kış gecelerinde sokaklarda boza satan bir bekâr delikanlının ağzından çıkan sözlerdir :

Darıdan boza yaparım
Sokak geze satarım.
Satup bitirince
Odamda hem keyfime bakarım.
Ekşi de var tatlı da var
İsterseniz tarçın da var
Bozayı ah bir içince
Size verir güzel neşe.
Alınız da bir bakınız
Hile var mıdır içinde.
Bozacı Şamrandır nâmım
Boza yapmakdır mûtâdım
Geze geze pek yoruldum
Yürümeğe yok mecâlim.
Benim bozamı içenler
Bir daha içmek isterler
İşte artık gidiyorum
Ustalar beni beklerler.

Günümüzde Bursa Çarşısı’nda bozahâne olarak nitelendirilecek müstakil bir mekân yoktur. Özellikle. 18. yüzyıldan itibaren kahvehânelerin yaygınlık kazanmasıyla, bu mekânlar da yavaş yavaş tarihteki yerini almaya başlamışlardır. Ancak yine de kış günleri Çarşı’da canınız boza çekti mi, Okçular Çarşı’nda Geye, -ne kadar dondurmacı olarak bilinse de-babasından devr aldığı mirasla boza imalatına ve satışına devam etmektedir.

Şerbet ve Şerbetçiler
Susadım gayet hararetten kati
Sundular bir cam dolusu şerbeti
Şerbeti karşımda tutdu hûriler
Bunu sana verdi Allah dediler
Kardan ak idi ve hem soğuk idi
Lezzeti dahi şekerde yok idi
İçtim anı oldu cismim nura gark
Edemedim kendimi nurdan fark

Yukarıdaki beyitleri Mevlid yazarı Süleyman Çelebi, 15. yüzyılın başında Bursa Çarşısı’nın yanı başındaki Ulu Cami’de yazmıştır. O gündün bugüne, toplumun her kesiminde, doğumdan ölüme kadar bu şiir terennüm edilmekte ve bu beyitler okunduğu zaman dinleyicilere şerbet ikram edilmektedir. Her doğan çocuğun adına mevlid okutulduğu gibi, her ölenin arkasından da mevlid okutulmaktadır. Dolayısıyla mevlid ve bu esnada şerbet ikramı kültürünün oluşumunda Bursa Çarşısı’nın önemli bir yeri vardır.

Şerbetçi ve diğer bazı esnaf grubunun kar fiyatlarının fazlalığından şikayetleri ile ilgili belge. (Boa, MKT.NZD 84/42)

Osmanlı dönemi şehirlerinin birçoğunda meydan ve çarşı gibi halkın fazla rağbet ettiği yerlerde sokak satıcıları dediğimiz esnaflar günün vazgeçilmezleri arasındaydı. Bunlar içinde özellikle yaz aylarında göze çarpan esnaf seyyar şerbetçilerdi. Günümüzde özellikle, Adana, Urfa, Diyarbakır gibi sıcak şehirlerde hala meyan şerbeti satanların bu şekilde rağbet ettiği bilinmektedir. Seyyar şerbetçiler sırtlarına aldıkları güğüm şerbetliklerle ve bellerine doladıkları bardaklarıyla sokak aralarında dolaşırlar, musluğu üstünden kıvrılan güğümün ağzını hafifçe eğerek şerbeti bellerine doladıkları bardaklara boşaltırlardı. Kimi “Şerbet var şerbet! Buz gibi buz! Otuziki dişe keman çaldırır!” diye bağırır kimi de sadece bardaklarını şakırdatmakla yetinirdi.

Yukarıda bozahâneler konusunda da açıklandığı gibi, Osmanlı’da esnaf, kendi içinde disiplinli çalışır ve dışarıdan da çok sıkı bir kamusal gözetim ve denetim altındadır. Osmanlı Devleti’nde halkın hileli ve fazla fiyatla herhangi bir gıda maddesi almaması için çeşitli kanunnameler çıkarılmıştır. Bu kanunnamelerin birisi de şerbetçi esnafı için çıkarılmıştır. Söz konusu kanunnamede: “Şerbetçiler gözlenecek, üzümün okkası bir akçeye alındığında, şerbetin iki okkası bir akçeye olur. Misk ve gül kokulu olmalı, ekşi ve fazla sulu olmamalıdır. Şerbetlerde kar ve buz olacak, tas ve kâseleri temiz olacak” denmektedir .

Seyyar Şerbetçi.

Sultan II. Bayezid döneminde hazırlanan, 907/1502 tarihli Bursa İhtisab Kanunnamesi’nde; “ Ve şerbet narhı, üzüm üç yüz elli dirhem bir akçaya olıcak şerbet, beşyüz elli dirhem bir akçaya olur. Üzüm bir vukkıye olsa şerbet yedi yüz dirhem olurmuş. Bu dahi değişik müteğayyir bulındu. Sebebi mâ-merre. Hâliyâ âdet-i kadîm üzere mukarrer kılındı.” denilerek şerbet fiyatlarının üzüm fiyatlarına paralel hesaplanacağını belirlenmiştir .

Osmanlı’da meşrubat sektörünün gözdesi şerbetlerdir. Meyve özü, su ve şeker karışımı bu içecek yada şurup, yaz aylarında şehir insanının serinlemesine vesile olurdu. Ayrıca misafirlere şerbet ikram etmek de adettendi. Şerbetçi dükkânları olduğu gibi, seyyar şerbetçiler de özellikle çarşı pazara esnafına ve alışveriş yapan müşteriye hizmet götürürlerdi.
Damak zevkine düşkün olan Osmanlı halkı yemeklerinde gösterdiği titizliği ve seçiciliği içeceklerinde de gösterirlerdi. Şerbetçi esnafı, çarşılarda satmak için hazırlığa başlarken suya, bal, şeker, limon ve portakal suyu katılarak şerbet yapar, Şerbetin lezzetini arttırmak için misk, amber, sarısabır gibi kokulu maddeleri şerbetin içine koyardı. Şerbetçi esnafı, İstanbul’un çarşı ve pazarlarında satmak üzere binbir türlü şerbet yapar, yapmış olduğu bu şerbetleri yaz aylarında soğuk ve buz gibi olması için, karcı ve buzcu esnafının İstanbul’un yakın dağlarındaki kar kuyularından getirmiş olduğu buz kalıplarını alarak şerbete karıştırır, müşterilerine buz gibi şerbetleri ikram ederdi. Uludağ’dan İstanbul sarayına buz götürüldüğü ve bununla ilgili olarak karcı başlarına çeşitli talimatlar verildiği kayıtlarda yer almaktadır .

Bursa İhtisab Kanunnâmesi’nde şerbet ile ilgili bölüm. (Kanunname-i İhtisab-ı Bursa, TSE, 1995 Ankara)

Osmanlı devrinde, şerbetçi esnafının satmak üzere veya evde misafirlere ikram edilmek üzere çeşitli şerbetler yaptıkları bilinmektedir. Bunlardan bazılar şunlardır: Müleyyin (yumuşatıcı, ishal yapan), demirhindi şurubu, müleyyin şeftali çiçeği şurubu, kuvvetlendirici oğulotu şurubu, müleyyin keçiboynuzu şerbeti, kan tazeleyen şahtere şurubu, kanı rahatlatıcı Frenk üzümü şurubu, Sadri Girit badem şurubu, müleyyin gül şurubu, iştah açan sirkencebin (bal ile sirke şerbeti), mukavvi (kuvvetlendirici) ve müleyyin pelin şurubu, mukavvi ve müleyyin kına şurubu, midevi hindiba şurubu, mukavvi gelincik şurubu, midevi turunç şurubu, kan tazeleyen nar şurubu, sadri hatmi şurubu, muarrık (terleten) şurubu, ıhlamur şurubu, İslam şurubu, halis üzüm pekmezinden yapılan şerbet ;

Bunlardan başka; limonata, üzüm, elma, armut, ayva, erik, badem sübyesi de denilen badem şerbeti, kavun çekirdeği şerbeti, nar, dut, iğde, koruk, ceviz şerbetleri de Osmanlı’da yapılan çeşitlerden bazılarıdır. Böğürtlen, çilek, kızılcık, kayısı, ağaç çileği, mandalina, portakal, şeftali, turunç, vişne, gül, amber, fulya çiçeği, menekşe, yasemin çiçeği, muhabbet çiçeği, zambak, demirhindi, keçiboynuzu, antep fıstığı şerbetleri ise en çok tercih edilenleri idi. Yemek dışında kışın tarçın şerbeti sıcak olarak verilir. Yazın koruk ve bal şerbeti sunulur. Nar şerbeti ikramı kibarlıktan addedilir. Balla ve sirkeyle yapılan sirkencübin şerbeti hem susuzluğu giderir, hem de hastalıklara şifa olurdu .

Evliya Çelebi genelde, gezdiği bütün yerlerdeki yiyecek ve içecekler hakkında detaylı bilgiler verir. Nitekim, Seyahatnâme’sinde Bursa içecekleri ile ilgili bir bahis açar ve şu bilgileri verir: “…Pınarbaşı’nın âb-ı hayatı, 17 ayrı pınardan çıkan tatlı suları, çeşit çeşit hoşafları, renk renk şerbetleri, tantanalı ve mükemmel Yemen kahvesi, ilik gibi süzülen bozaları, Handan Bey şerbeti, Tirelioğlu şerbeti ve Şucaoğlu şerbeti bunlardan bazılarıdır.” Seyyahımız, burada Bursa’ya has bazı şerbet çeşitlerinden bahsetmektedir: Handan Bey şerbeti, Tirelioğlu şerbeti, Şucaoğlu şerbeti…gibi.

Bugün yerini kültürümüzde olmayan farklı içeceklerin aldığı şerbet, maalesef çarşıda kalmamıştır. Yukarıda bahsedildiği gibi sadece mevlid okutulurken bazen ikram edilmektedir. Bazen de eski Bursa gelenek ve göreneklerini yaşatan kimi evlerde rastlanmaktadır.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Bursa Çarşı’sında “şerbetçi” olarak bilinen bazı esnaf mevcuttur. 1261/1844–1845 tarihi Bursa Temettuât Defteri’nde Bursa Camii-i Kebir Mahallesi, hane 7’de Şerbetçi Ali oğlu Mustafa’nın adı geçmektedir. Şerbetçi Mustafa’nın geçen yılki vergisi 33 kuruş olup, evinden başka malının bulunmadığı ve sanatından da150 kuruş kazandığı kaydedilmiştir.

1926 yılında Okçular Çarşısı’nda, Süleyman oğlu Hüseyin Efendi’nin 5150 sicil numarasıyla kayıtlı “şerbetçi ve dondurmacı” dükkanı olduğu kayıtlarda yer almaktadır. Aynı yıllarda Bursa’da 10 kadar şerbetçi ve dondurmacı olduğu, Çancılar’da Şerbetçi Ali oğlu Süleyman, Tuzpazarı’nda Ali oğlu Mehmed, Şekerciler’de Talat Efendi’nin bu işle meşgul oldukları yapılan görüşmelerden anlaşılmaktadır .

Şerbetçilerden birisi de halen Okçular Çarşısı’nda, çalışan Tanju Geye’nin 1951 yılında vefat eden dedesi ”Şerbetçi Halil” idi. 1917 doğumlu Süleyman Özyıldırım, seksen beş yıldan beri çarşıda esnaf olduğunu ve Şerbetçi Halil’in dükkânının arkasında imalathanesi olduğunu yaptığımız görüşmede söylemişti. Ancak onun torunları şu anda şerbet yerine daha çok boza ve dondurma imalatıyla meşgul olmaktadırlar.

Kendisiyle görüştüğümüz 80 yaşındaki Mehmet Özyıldırım, şerbetçi esnafının yaz aylarında dağdan kar getirterek, şerbet bardaklarını karın içinde soğuttuklarını ve müşteriye öyle sunduklarını anlattı. Buzcubeyler namında bir ailenin de, özelikle bu işle meşgul olduğunu da Süleyman Özyıldırım’dan dinledik. Okçular Şerafeddin Paşa Camii yanında bu işi yapan “Şerbetçi Mümin”den de bahsetti. Ancak şu anda bunlardan herhangi bir iz yoktur. Bu dönemde bir de seyyar şerbetçilerin varlığında bahsedildi. Bunlar sırtlarında güğümlerle çarşıda imalathanelerden aldıkları şerbeti satarlarmış.

Ulucami’den Kapan Han’a doğru giderken sağ taraftaki, şu anda adı “Ulus Pastanesi” olan mekanda da zamanında şerbet satıldığı, görüştüğümüz yaşlı esnaf tarafından dillendirilmiştir. Kendisiyle görüştüğümüz işletme sahibi Rasim Öztat’ın gelini Akile Öztat, Hacı Rasim Öztat’ın babası, İsmail Bey’in şeker ve şerbetçilik ile uğraştığını ve Hacı Rasim Öztat’ın aileden gelen bu lezzeti, naturel ve sağlıklı bir şekilde günümüze kadar getirdiğini söyledi. Rasim Öztat hep, “Ben ne kazandıysam kestaneden ve şerbetten kazandım” dermiş. Şimdi de aynı mekanda Karadut, Demirhindi, Koruk gibi on çeşit şerbet yapılmaktadır. Şerbetlerin en büyük özelliklerinin de yüzde yüz sağlıklı ve doğal ürünlerden yapılmış olmasıdır.

Rasim ve Adem Öztat Ulus Pastanesi.

Darı, buğday, mısır ve pirinç gibi tahıl ürünlerinden elde edilen boza günümüzde de tüketilmektedir. Ancak dünkü toplumumuzda bu içeceğin içildiği bozahâneler adı verilen mekanlar bulunmaktaydı. Bu mekânlar günümüzdeki kahvehâne, bazen meyhâneler gibi kullanılmışlardır. Bu sebepten çeşitli zamanlarda kapatılmaları söz konusu olmuştur. Sokaklarda boza satan satıcıların ise günümüzde kulağı tırmalayan seslerin yerine ise, pazusu kuvvetli sesi güzel kimseler bulunmaktaydı. Şerbet ise çok nadir olarak özel yerlerde imal edilmekte veya evlerde meraklı aileler tarafından hazırlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
  • - Evliya Çelebi, age, haz. Orhan Şaik Gökyay, İstanbul 1995, I, 312-313.
  • - Reşat Ekrem Koçu, “Bozahâneler”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, c. II, s. 317.
  • - Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, İstanbul 2000, 2. baskı, s. 152-154.
  • - Koçu, age, VI, 3044.
  • - Kepecioğlu, Kâmil; Bursa Kütüğü, Bursa Yazma ve eski Basma Eserler Kütüphânesi, Genel Kit. Nu. 4519, I, 288
  • - Pay, Salih, Bursa İvaz Paşa Külliyesi, Bursa 1996, s. 135, 196.
  • - BŞS, B 116, 1a.
  • - Evliya Çelebi, age, II, 18.
  • - Kepeceoğlu, age, IV, 347.
  • - Age, II, 15.
  • - Koçu, age, VI, 3051.
  • - http://osmanlyemektarifleri.blogspot.com/2009/07/osmanlida-serbetci.html
  • - Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâneleri ve hukukî Tahlilleri 2. Kitap II. Bâyezid Devri Kanunnâmeleri, Fey Vakfı İstanbul 1990, s. 198.
  • - Eğri, Sadettin, “Ulubuzluk (Uludağ)’tan Sultan Mutfağına", I. Bursa Halk Kültür Sempozyumu (4-6 Nisan 2002 Bildiri Kitabı), Haz. Yusuf Oğuzoğlu-Kerime Üstünova, Bursa: Uludağ Üniversitesi Yayını, c. I, s. 123-130.
  • - Abdülaziz Bey, Osmanlı âdet, Merasim ve Tabirleri, haz. Kazım Arısan-Duygu Arısan Günay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. Bs, İstanbul 2002, s. 153-154.
  • - Evliya Çelebi, Seyehatnâme’ye Ruhaniyetli Şehir Bursa, haz. Hasan Basri Öcalan, Bursa İl Özel İdaresi, İstanbul 2008, s. 68.
  • - Bursa Osmangazi İlçesi Okçular Çarşısı, Bursa 2007, s. 51 ve 69
ARAMA YAP