Belgradî Raşid’e Göre XIX. Yüzyılda Sırbistan ve Göçlerin Arka Planı

Nurbanu DURAN

Giriş
Bu çalışmada Belgradî Raşid’in Vak‘a-ı Hayret-nüma adlı eseri temel alınarak Sırbistan Müslümanlarının XIX. Yüzyılın özellikle ilk yarısında, vatanlarını terk ederek başka mahallere gitmelerine sebep olacak olaylara değinilmiştir. Eser sahibi olan Belgradî Raşid’den kısaca bahsetmek gerekirse kendisi, Bosna valisi olarak atanan Mehmet Hurşid Paşa ile Bosna’da görev yapmış, sonrasında Belgrad mal katipliği, Belgrad muhasebeciliği gibi görevlerde bulunmuş, bir müddet Ahmet Cevdet Paşa’nın yanında Bosna’da teftiş müsteşarı olarak çalışmıştır. 1867 yılında yaşanan göçler sırasında o da İstanbul’a göç etmiştir. XIX. Yüzyıl’daki Sırbistan’ın ahvalini ele aldığı eseri “Vak‘a-ı Hayret-nüma”yı ise, üç cilt olarak tertiplemiş ve bizzat kaleme almıştır.

Belgradî Raşid ve eserine değindikten sonra yazımızın konusunu oluşturan Sırbistan Müslümanlarının göçlerine neden olacak olaylardan bahsetmeye başlayabiliriz. Balkan topraklarının unutulmuş yüzü olan Sırbistan Müslümanları, XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar bölgede özellikle şehirlerde sanıldığının aksine yoğun bir nüfusa sahipti. Dolayısıyla Sırbistan’da meydana gelen ilk isyanlar, sonrasında Sırplara verilen imtiyazlar ve Sırbistan’ın özerklik kazanması, buradaki Müslüman nüfusun erimesinde büyük rol oynamıştır.

I. ve II. Sırp isyanları öncesinde sancaktaki toplam nüfusun 400 bin, 1800-30 yılları arasında 560 bin ile 600 bin, 1831-44 arasında ise 750 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Yine 1804 I. Sırp İsyanı öncesi Müslümanların tahmini nüfusunun da 40-50 bin civarında olduğu sanılmaktadır. 1783-84 yıllarında Belgrad, Böğürdelen, Pojega ve Gredişte haricinde kalan 21 şehirde 1654 Müslüman hanesine karşılık 633 Sırp hanesi bulunmaktadır. Aynı yıllarda Belgrad’da 20 bin civarında Müslüman bulunurken 1200 kadar Sırp yerleşikti. Verilen bu nüfus bilgileri kesin olmamakla birlikte kesin olan bir nokta var ki o da, Sırbistan’da şehirlerin hemen hemen hepsinde Müslümanların çoğunlukta olmasına karşılık, köylerin ise nerdeyse tamamında Sırplar çoğunluğu oluşturmasıdır. Dolayısıyla yukarıda da belirtildiği gibi bölgede Sırp isyanlarından ve Sırp mezaliminden etkilenecek çok sayıda Müslüman yerleşiktir. Öte yandan Müslümanlar ve Sırpların yanı sıra bölgede Rumlar, Ulahlar ve Yahudiler de hayatlarını sürdürmektedirler.

1- 1804 ve 1815 Sırp İsyanları
Müslümanlar ile Sırplar arasında ilk büyük sorunlar ise 1804’deki I. Sırp İsyanı ile başlamıştır. 1801’den itibaren Belgrad’daki idareyi ele geçiren yeniçeri ağalarının hem Müslümanlara hem de Sırplara yönelik eziyetleri neticesinde Sırplar, 4 Şubat 1804 tarihinde I. Sırp isyanını başlatmıştır. Karayorgi’nin liderliğinde büyüyen isyan sırasında Sırplar, isyanın Osmanlı yönetimine karşı olmadığını, yalnızca âsi yeniçeri ağalarına karşı yürüttükleri bir isyan olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla Sırplar, isyanın ilk aşamasında bu yeniçerilerden rahatsız olan bölgedeki Müslümanlardan da destek görmüştür. Neticede âsi yeniçeri ağaları yakalanarak idam edilmiş ancak, bu durum Sırpların isyanlarını bitirmeleri için yeterli olmamıştır. Nitekim Rusya’nın da desteğini alan Sırplar, önceleri Hacı Mustafa Paşa zamanındaki haklarını tekrar geri almak niyetindeydiler. Ancak bu destek sonrası Sırplarda özerklik düşünceleri oluşmaya başlamıştır. Bu fikirlerle Belgrad’ı ele geçiren Sırplar, ilk aşamada Müslümanlara evlerinde rahat bir şekilde yaşamalarını ve silahlarının dahi ellerinden alınmayacağını bildirmişlerdir. Öte yandan şehrin Avusturya ve Belgrad Kalesi’ne giden yollarını keserek Müslümanların kaçmalarını engellemiş ve geceleri Müslümanların bir kısmını öldürmeye başlamışlardır. Tüm bu yaşananlara rağmen bir müddet sonra Sırplar, bölgede kalan Müslümanların önlerine geleni öldürdükleri bahanesiyle ellerinden silahlarını almışlar ve Müslümanlara yönelik katliama başlamışlardır. Katliamdan Belgrad Kalesi’ne kaçan bir kısım Müslüman, buradaki Miladen ve Tenadeviç adlı Sırp reislerine başvurarak Belgrad’daki Müslümanların çaresizliklerinden bahsetmişler, bunun üzerine bu zatlar, böyle bir duruma razı olmadıklarını belirterek Belgrad’daki katliama girişen Sırp eşkıyaları ihraç etmişlerdir. Ancak tabii çok sayıda Müslüman katledildikten sonra. Yine bu süreçte Uziçe Kalesi’nin işgali sırasında ise, Sırplar Müslümanlarla bir anlaşma yaparak Müslümanların kaleden ayrılmalarına izin vermişler, Müslüman ahali de Srebreniçe’ye göç etmiştir. Böğürdelen Kalesi’nde ise kalenin muhafazası ile memur Boşnak askerlerin Müslümanları kalede yalnız bırakarak firar etmeleri üzerine kale, Sırplar tarafından ele geçerken, Müslümanlar Avusturya’ya kaçmak zorunda kalmıştır.

5 Ekim 1813’te Belgrad’ı ele geçirerek I. Sırp İsyanı’na son veren Osmanlı kuvvetleri, 1815 yılında ikinci kez Sırp isyanı ile karşı karşıya kalmıştır. Bu isyan sırasında Sırplar yine devlete karşı ayaklanmadıklarını belirterek isyan sebeplerini dönemin Belgrad muhafızı Süleyman Paşa’nın kötü yönetimine bağlamışlardır. Bu süreçte Sırplar, Belgrad haricinde tüm şehirleri tekrar ele geçirmiş, neyse ki aynı yıl içerisinde isyanın lideri Miloş ile Belgrad muhafızı Maraşlı Ali Paşa’nın şifahi anlaşması isyanı sonlandırmıştır. İsyanların bastırılarak Sırbistan bölgesindeki kalelerin yönetiminin tekrar Osmanlı Devleti’ne geçmesi ile Sırbistanlı Müslümanlar vatanlarına geri dönmeye başlamış ve kısa bir sürede hemen tamamı eski yerlerine yerleşmiştir. Dolayısıyla bu ilk isyanlar döneminde (1804-15 yılları arasında) Semendire Sancağı dahilindeki Müslümanların bölgeyi terk etmelerini, geçici bir yer değiştirme olarak değerlendirebiliriz.

2- Sırbistan’a Özerklik Verilişi ve Bölge Türklerinin Durumu
Bölgedeki Müslümanlar, Sırp isyanları sonrası eski yaşamlarına geri dönmüş olsalar da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Hayatlarındaki bu değişim, adım adım gerçekleşmiş ve Sırplara dair, 1812 Bükreş Anlaşması ve 1826 Akkerman Antlaşması’na eklenen maddeler ile gelişen süreç, 1829 Edirne Antlaşması’nda Sırp özerkliğinin kabul edilmesi ile sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti, Edirne Antlaşması’nın imzalanmasından iki hafta sonra 30 Eylül 1829 tarihinde anlaşmanın Sırplara ait hükümlerini uygulamaya geçireceğine dair fermanı vermiştir. Bu fermanın bölgeye vasıl olması sonrası gelişen olaylar ise, Müslümanlar aleyhine devam edecektir. Zira dönemin Belgrad muhafızı Hüseyin Paşa, ferman gereği Müslümanların ilkbaharda bölgeden göç etmesi gerektiğini ilan etmiş, böylece bölgenin Müslüman ahalisi de emlâk ve akarını satarak topraklarını terk etmeye başlamıştır. Başka bir deyişle Müslümanların emlâklarına sahip olan Sırplar, Belgrad’daki Sırp nüfusunun artmasına neden olmuştur.
İstanbul’a, Sırbistan’daki Müslümanların emlâklarını satarak bölgeden ayrılacaklarına dair haber gider gitmez, Belgrad muhafızı Hüseyin Paşa’ya, yapılan bu icraatın doğru olmadığı, emlâkların satılmaması gerektiği ve satılanların da bir an evvel geri alınması gerektiği bildirilmiştir. Nitekim Hüseyin Paşa’nın gelen fermanı yanlış yorumlaması üzerine Müslümanlar mallarını elden çıkarmış olup birçoğu da geri alamamıştır. Örneğin; Belgrad’ın Varoş Mahallesi’nde yüz yirmi civarında Sırp hanesi olup diğer mahallerinde Sırp olmamasına rağmen, bu olay sonrasında Belgrad’ın tüm mahallerine Sırplar yerleşmiştir. Bu süre zarfında Sırbistan dahilinde yalnızca Sokol Kalesi civarındaki köylerde mukim Müslümanlar göç etmemişlerdir. Zira bunlar, savaşmadıkça evlerini terk etmeyeceklerini belirtmiştir. Köprü Palankası ise bu süre zarfında yıkılarak içinde bulunan mühimmat Belgrad Kalesi’ne taşınmıştır. Ahalisi ise Arnavutluk, Niş, Leskofça, İvranye ve Kurşunlu tarafına göç ederken Leşenine ve Lozeniça ahalisinin de Bosna’ya göç ettiğini bilmekteyiz. Nitekim Osmanlı Devleti’nin 1830 yılında Sırp özerkliği dahil olmak üzere verilen imtiyazları içeren ferman henüz verilmemişken, 1829 fermanını uygulamakta aceleci davranıp yanlış yorumlayan Hüseyin Paşa, birçok Müslümanın bölgeyi terk etmesine neden olmuştur.

Aynı dönemlerde, adı geçen 1830 fermanı ile Sırp başknezi seçilen Miloş, Müslümanların zorla göç ettirilerek mallarının da yağma edileceği hususunda haberler neşredilmesini sağlamış ve Müslümanları korkutmaya çalışmıştır. Hatta bu haberlerin gerçek hayata yansıması için Miloş, Sokol civarıında, Krupa kasabasında ve Drina Nehri etrafındaki köylerde yaşayan Müslümanların, nehrin karşı tarafına geçerek bulundukları yerleri terk etmeleri için gizli bir şekilde Voçik’i görevlendirmiştir. Voçik ise Valyevo, Lozeniçe, Böğürdelen, Sokol kazalarında mukim Sırplıları harekete geçirerek buralarda yaşayan Müslümanların köyleri basılarak karşı yakaya geçmeleri sağlanmıştır. Bu geçiş esnasında da birçok Müslüman ölürken malları da yağma edilmiştir. Öte yandan Miloş, Bosna ve Rumeli reayasının da isyan etmesi hususunda onlara Sırbistan örneğini göstererek öğütler vermiştir. Sırbistan ahalisinin kan dökerek bu imtiyazlara nail olduğunu belirterek, onlara da bu şekilde ayaklanmalarını ve isteklerini Avrupa’ya göstermelerini öğütlemiştir. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında olmaktan kurtularak Sırbistan Kraliyetini kurmayı planlamışlardır. Bu planların temelini ise, XIX. Yüzyılda Sırplar arasında gelişen irridendist ve Pan-Sırbist fikirler atmıştır.

3- Belgradî Raşid’e Göre Sırbistan Müslümanlarının Göçü
Göç kavramının Müslümanlar arasında artık sık kullanılır olduğu bu dönem için Belgradî Raşid eserinde, şöyle bir olay anlatır: Belgrad hanedanından Yahik Hasan Bey ile Sırp knezi olan Miloş’un bir görüşmeleri esnasında Miloş, Yahik Hasan Bey’e nereye göç edeceğini sorar. O da Bosna tarafına gideceğini söyler. Miloş, aldığı bu cevap üzerine Yahik Hasan Bey’e, Bosna yerine Anadolu’ya gitmesinin daha doğru olacağını, zira kısa bir süre sonra Bosna’dan da göç etmek zorunda kalabileceğini söylemiş ve dolayısıyla Müslümanların gelecekte nelerle karşı karşıya kalacağı konusunda onu uyarmıştır.

Bundan sonraki yaklaşık otuz yıllık süreçte Sırplar, Müslümanları bölgeden göndermek adına farklı yollar deneyecekler ve çeşitli bahanelerle neticede başarıya ulaşacaklardır. Bu bölümden sonraki kısımda özellikle Sırpların Müslümanları göndermek için, Osmanlı yönetimin ise Müslümanların bölgeden ayrılmaması için yaptıklarına değinmeye çalışılacaktır. Örneğin; 1833’te Belgrad muhafızlığı görevine gelen Vecihi Paşa’nın muhafızlığı döneminde, Belgrad’da Sırplılara ait bahçe ve avluların kale meydanına kadar gelmesi üzerine, bu durumu engelleyebilmek adına Vecihi Paşa, Müslümanlara bedava araziler vermiştir. Öte yandan bu arazilerin Sırplara satışını hazırladığı bir senetle yasaklayarak, Müslüman nüfusun bölgeyi terk etmesini önlenmeye çalışmıştır.
Her ne kadar Müslümanların bölgeden ayrılmaması için çalışılsa da 1839’da Sırp knezi olan Mihail, yönetime gelir gelmez gizli talimatlar vererek Belgrad istihkamının tahribini, Müslümanların ev ve emlâklarının zabt edilmesini, mahkemelerde Müslümanların, davalarında haksız çıkarılmalarını, kalelere yeni Müslümanların gelmesinin engellenmesini, Sırplılar arasında silahları olmayanlar var ise, hayvanlarını satmaları sağlanarak silah ve savaş eşyaları almalarının sağlanmasını, ayrıca on yaşından büyük Sırpların bir çift tabanca, bir bıçak, bir tüfek veya şeşhaneyi her an yanlarında bulundurmalarını, üç ayda bir silah yoklamaları yapılmasını emretmiştir. Aynı zamanda Semendire’de yaşayan Müslümanların varoştan çıkarılarak kale içine yerleştirilmeleri hususunda da zor kullanmıştır.

Çok küçük olayları bile Müslümanları bezdirmek için kullanan Sırplar, çarşılarda yapılan temizlik konusunu dahi söz konusu etmişlerdir. Sırbistan dahilindeki çarşılarında Perşembe günleri Müslümanlar, Pazar günleri ise Sırplar dükkanlarının önünü temizlemekteydiler. Ancak bir müddet sonra Sırplar, Müslümanları Pazar günü temizlik yapmaya mecbur etmişlerdir. Ve böylelikle kendilerinin tek gün, Müslümanların iki gün temizlik yapmalarını sağlamışlar ve bu durumu bile kar saymışlardır.

Sırplar ile Müslümanlar arasındaki bu psikolojik harp devam ederken, Sırbistan’daki Müslümanların bölgeyi tamamen terk etmedikçe Sırpların bağımsızlık düşüncelerini gerçekleştiremeyeceğini bilen Osmanlı yönetimi, Müslümanların bölgeden ayrılmasını yasaklamıştır. Buna rağmen Mihail sonrası 1842’de knez olarak yönetime gelen Aleksender Karayorgi döneminde, Müslümanların emlâk satışları -yasak olmasına rağmen- artmıştır. Bu satışlar, meclise haber vermeden yapıldığı için dönemin Belgrad Muhafızı Hafız Mehmet Paşa, bundan böyle hazırlanan satış senetlerinde muhafız paşanın buyruldusu olmayanların geçerli olmayacağını ilan etmiş, böylece satışlar bir dönem durmuştur. Bu duruma ek olarak göç yasağı dahilinde, Müslümanların bulundukları yerden başka bir yere gitmek istemeleri durumunda, bu kişilerin ailelerinin bütün fertleri ile gitmeleri yasaklanmıştır.

1845’te Belgrad muhafızlığı görevine gelen Hafız Ahmed Paşa, bölgedeki gerginliği azaltmak ve Müslümanlar ile Sırplar arasında iyi ilişiler kurmak amacıyla Müslüman ve Sırpların ileri gelenlerini birlikte şeşhane ile nişan atmaya ve balolara götürmeye başlamıştır. Sırplar da bu duruma karşılık, muhafız paşa ve ileri gelen Müslümanlara ziyafetler tertip etmiştir. Ancak bu iyi niyetli çabalara rağmen iki taraf arasındaki gerginliğin azalması pek de mümkün olmamıştır. Zira aynı dönemlerde Sırplar, her mahalleye “vartornik” adı verilen mahalle gözcüleri yerleştirmiştir. Böylece Müslümanları göz hapsinde tutan Sırplar, bu gözcüler vasıtasıyla Müslümanlara sataşma yollu sorunlar çıkarmış hatta bu amaçla karakolhanedeki neferlerden birini yoldan geçerken vurmuşlar ve Müslümanlar ile Sırplar arasında gerginliğin tırmanmasına neden olmuşlardır.

Sırplar ile Müslümanlar arasındaki gerginlik artarken 1852 yılında Belgrad muhafızı olan Hurşid Paşa, dönemin Belgrad yoklama katibi Raşid Bey’e Müslümanların neden sürekli Belgrad’dan göç etmeyi istediklerini sorar. Raşid Bey buna cevap olarak, Sırbistan’daki bu halin en fazla on yıl devam edeceğini, sonrasında gitmek zorunda kalacaklarını, gelen muhafızların aslında iş görmeyerek kendi muhafızlık dönemlerinde bir şey olmasın diye uğraşıp başka yerlere gitmenin peşinde olduklarını, bu muhafızların her olayı Babıali’ye bildirmediklerini, dolayısıyla bölgeden vaktiyle ayrılmanın daha doğru olacağını söyler. Bu haklı cevap karşısında Hurşid Paşa’nın söyleyeceği sözü kalmamıştır.

1854 yılında muhafızlığa atanan Aziz Paşa’nın döneminde Sırplar, Sırbistan’da gezen ya da ticaret yapan Müslümanları hapse atmaya başlayınca muhafız paşa durumu İstanbul’a bildirmiştir. Nitekim İstanbul’dan Sırp knezine gelen emirde Sırpların Müslümanları hiçbir zaman hapsedemeyeceği belirtilmiş, bunun üzerine bir müddet bu davranışlarından vazgeçmişlerdir. Ağustos 1857 tarihinde muhafızlığa atanan Şerif Osman Paşa döneminde ise, Müslüman ahali, muhafıza Sırplardan çektikleri ezaya dair kırk beş bendden oluşan bir layiha vermişler, ancak “ileride icabına bakılır” cevabını almışlardır.

Öte yandan Miloş, ikinci knezlik döneminde (1858-60) Belgrad’ı altıya bölerek İslam mahallelerine fazla sayıda çandar zabtiyeleri yerleştirmeyi planlamıştır. Buna göre, istihkamın içini merkez yapmak üzere, polisleri birinci olarak İslam mahalle ve çarşısındaki dört yol ağzına, ikincisini Pazar yerindeki merkez polis ve islam zabtiyehanesinin karşısına, üçüncüsünü Sava çarşısına, dördüncüsünü Yahudi mahallesine, beşincisini İstanbul Kapısı’ndaki Terazi Mahallesine, altıncısını Palilula mahallesine yerleştirmeyi planlamıştır. Dolayısıyla bu bölgelerin Sırp polisi eline geçmesi, Müslümanların çektikleri sıkıntıların artması ve Müslümanların abluka altına alınmaları anlamına geliyordu. Müslümanlar bunun üzerine muhafız paşaya şikayetlerini bildirmişler ve Sırpların “dumansız harbine” artık tahammül edemediklerini, Sırpların emellerinin ne olduğunun çok aşikar olduğunu, işler daha kötüye gitmeden ya göç etmeye izin verilmesini ya da imtiyaz fermanına göre Sırpların istihkamın içinde İslam mahallelerine girmelerinin yasaklanmasını, eğer Sırplar bu duruma itiraz ederlerse Sırpların, Müslümanlara hiçbir fenalığa fırsat vermeyeceklerine dair bir senet vermelerini istemişlerdir. Muhafız Paşa, ahaliden iki kişiyi bu konuyu görüşmek üzere Miloş’a göndermiş, Miloş ise, gelen kişilere böyle bir karar almadığını, Müslümanları rahatsız edecek bir şey yapmayacağını ifade etmiştir. Ancak birkaç gün sonra hazırlanan nizamname ile polislerle ilgili bu planların gerçek olduğu anlaşılmıştır.

Belgradî Raşid Sırp meselesi ile ilgili olarak Sırpların, Ragoza, Tırnova, Filibe, Siroz, Prizren, Karadağ, Mostar, Saraybosna ve Bükreş’te kurdukları bir komiteden bahseder. Sırplar, bağımsızlık fikirlerini gerçekleştirebilmek için adı geçen şubelerin yanı sıra Belgrad’da birinci dereceden bir şube açmışlardır. Bu komite, Sırp gazetelerinde toplumda fesad uyandıracak haberleri rüşvet yardımıyla yayınlamaya başlamıştır. Muhafız Osman Paşa’nın girişimleri ile gazete kapatılsa da farklı isimler altında yayınlanmaya devam etmiştir.

Her geçen yıl Müslümanların aleyhine işlerken 1860 yılında Miloş, Müslümanlar üzerindeki planlarını bir adım daha ileriye götürerek, Belgrad ve diğer kale varoşlarında bulunan Müslümanların göç etmesini, Niş gümrüğünün kendilerine verilmesini ve Küçük İzvornik’in boşaltılarak Sırbistan’a verilmesini istemek üzere İstanbul’a “dipotasya” adı verilen memurlar göndererek gerekmesi durumunda yanlarına altı bin karamise altını vermiştir. Memurlar İstanbul’a gönderildikten sonra Sırplar, Sava çarşısı iskelesinde fukara takımından orada hamallık yapıp kahvehanelerde geceleyen on sekiz Müslümanı katletmişledir. Bu olaydan birkaç gün sonra zabtiye konağının yakınındaki pazar yerinde Sırp polisleri, Asakir-i Nizamiye-i Şahane kolağalarından Hacı Hüseyin Ağa’yı darb etmişler ve olaya diğer zabrtiye memurlarının da karışması sağlanarak olayları büyütmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Sırplar için, olayların büyümesi demek İstanbul’daki memurlarının isteklerinin kabul görmesi anlamına geliyordu. Ancak Sırpların planları istedikleri gibi ilerlememiş ve İstanbul’da bulunan Sırp memurlarına, bu isteklerinin kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. Ek olarak da imtiyaz fermanının maddelerinin tümünün icra edilmediği için, bir karma komisyon kurularak bu maddelerin icrası konusunda görüşülmesi kararı bildirilmiştir.

Miloş’un ölümü sonrası, 1860 yılında ikinci kez knez olan Mihail Sırbistan’a firar eden Karadağ, Bosna Hersek, Arnavutluk taraflarından gelen bazı suçluları çandar ve zabtiye yaparak, gizli talimatlarla Müslümanların Belgrad’dan çıkmaları için uğraşmalarını sağlamıştır. Bunlar İslam mahallelerinde dolaşıp Müslümanlara çeşitli eziyetlerde bulunmaktaydı. Öte yandan Mihail, Müslümanların kalelerin dışını ve Belgrad varoşunu terk etmelerini veya buralarda yerleşik olan Müslümanların Belgrad muhafızları idaresinde kalmak yerine Sırp kanunlarına göre yönetilmelerini istemiştir. Sırbistan’daki tüm sorunların ikili yönetimden kaynaklandığını düşünen Mihail, ayrıca Sırpların Fethülislam Müslümanları ile görüşmeleri ya da bazı alış verişlerde bulunmaları neticesinde cezaya çarptırılacaklarını belirtmiştir. Dolayısıyla Mihail’in ikinci knezlik döneminde artık Müslümanlar ile Sırplar arasında hiçbir ticari, ekonomik, kültürel, komşuluk ilişkisi kalmamıştır.

Müslümanlar ile Sırplar arasında had safhaya ulaşan gerginlik 15 Haziran 1862 tarihinde bir Sırp çocuğun Müslüman askerler tarafından öldürüldüğü iddia edilerek Sırplar ile Müslümanlar arasındaki çatışmalara dönüşmüştür. Hem Sırpların hem de Müslümanların zarar gördüğü bu çatışmaları sonlandırmak niyetiyle dönemin Belgrad muhafızı Aşir Paşa ile İlya Graşanin arasında bir protokol imzalanmasına rağmen çatışmalar durmamıştır. Bunun üzerine Belgrad Kalesi’nden şehrin üzerine, Belgrad muhafızı tarafından 17 Haziran 1862 tarihinde dört buçuk saatlik top atışı gerçekleştirilmiştir. Bu olay Müslümanların bölgeden ayrılışına zemin hazırlamış, Fransa’nın teklifi ile Sırp meselesinin çözümü için kefil devletlerin katılacağı bir konferans düzenlenmiştir. 22 Temmuz 1862 tarihinde başlayıp 4 Eylül 1862 tarihinde imzalanan protokol ile sonuçlanan Kanlıca Konferansı özellikle Sırbistan’daki beş müstahkem mevkideki Müslümanların emlâklarını satarak Sırbistan’ı terk etmeleri kararı ile önem kazanmıştır.

13 Eylül 1862’de Kanlıca Protokolünü içeren fermanın verilmesi sonrası Müslümanlar hızlı bir şekilde bölgeyi terk etmeye başlamıştır. Uziçe ahalisi Bosna’ya göç ederken, 28 Eylül 1862 tarihi itibariyle Uziçe’de Müslüman kalmamıştır. Semendire ahalisi Kasım 1862 itibariyle Vidin’e, Böğürdelen Müslümanlarının tamamı da Bosna’ya göç etmiştir. Belgrad Müslümanları ise, büyük bir kısmı Niş’e olmak üzere Lom Palankası ve Vidin’e göç etmiştir. Böylece 1862’den 1868 yılına dek toplamda 82.659 Müslüman bölgeyi terk etmiştir.

Sonuç
1804 yılında ilk isyan ile başlayan Sırp-Müslüman çatışması 1862’de Müslümanların bölgeyi terk etmeleri ile sonuçlanmıştır. Yarım asırdan fazla bir süre Sırp-Müslüman uyuşmazlığına sahne olan Sırbistan’da, Müslümanlar uzun yıllar bölgeyi terk etmeleri hususunda Sırpların yıldırma politikaları ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu süre zarfında uygulanan göç yasağı neticesinde Sırbistan topraklarında Müslümanların bir müddet daha yaşamaları sağlanmış, ancak iki taraf arasındaki zorlu sürecin uzaması bölge Müslümanlarının daha fazla sıkıntı çekmesine neden olmuştur.

Neticede Sırbistan Müslümanları topraklarını bırakarak Balkanlardaki farklı bölgelere göç etmişlerdir. Ancak Miloş’un da dediği gibi ileriki yıllarda Sırbistan muhacirlerinin çocukları ya da torunları daha büyük acılar yaşayarak yerleştikleri bu yeni toprakları da bırakarak bu sefer de Anadolu’ya göç etmek zorunda kalacaklardır.

BİBLİYOGRAFYA
ARAMA YAP