Doğma büyüme İbrahimpaşalı’yım. Annemin adı Şayegan, Babamın adı ise Nuri’dir. 1878 senesinde dedem Lofça’dan Bursa’ya göç etmiş. Babamın Tuz Pazarı’nda Bakkaliyesi vardı.
Tahsil hayatıma Nalbantoğlu İlkokulu’nda başladım. 4. ve 5. sınıfı bugün Manolya Apartmanı’nın bulunduğu yerde, Reşitpaşa İlkokulu’nda tamamladım. Orta Okulu ise; Tahtakale’de 2. Ortaokul adıyla bilinen okulda okudum. Lise tahsilimi Erkek Lisesi’nde yaptım. O zamanlar Erkek Lisesi Türkiye’de tanınan bir liseydi. Birçok vali, siyasetçi, sanatçı, bilim adamı yetiştirmiş bir okuldu. Farklı illerden gelen öğrenciler de olurdu. Liseden sonra İstanbul Tıp Fakültesi’nde okudum. Mezun olduktan sonra Bursa’ya gelerek, çocuk doktoru olarak görevimi yapmaya başladım.
Çocukluğumun geçtiği bu mahallede, çok güzel evler ve konaklar vardı. Evlerin hemen hemen hepsi müstakil, bahçeli idi. Herkesin bahçesinde, muhakkak birkaç çeşit meyve ağacı bulunurdu. Komşular arasında, meyve ikramları olurdu. Mahkeme Hamamı’nın güneyinde, bir mezarlık olduğunu hatırlıyorum. Ancak bu mezarlık, yol çalışmaları sırasında kaldırıldı. Mahallemizde bazı evlerde Kavaklı Suyu vardı. Ayda bir Belediye’den bir görevli gelir; su yolu tıkanmış olan evlerin bu yollarını, talaşla açardı. Bazı evlerde ise havuzlar vardı. Maalesef 1940lı yıllarda Kavak suyu da bitti.
İbrahimpaşa Mahallesi’nde dostluklar vardı. Bazı akşamlar, konuklarımız olur; fasıllar yapılırdı. Altıparmak’ta gazinolar vardı. Bayramları Pınarbaşı’na gidilirdi. Panayır kurulur; neredeyse Bursa’nın bütün çocukları, gençleri orada olurdu. Yine bayramlarda özel yemekler yapılır; ikramlıklar hazırlanırdı. Babaannem, özellikle Kurban Bayramı’nda Ballı Boyun yapardı.
Düğünlerimizde, cenazelerimizde kısacası her üzüntü veya sevincimizde komşularımız, dostlarımız yanımızda olurdu. Cenazelerimiz, genellikle yerde müsait ise evin bahçesinde etrafı kapatılarak, gasil edilirdi. Ayrıca evlerin bazılarında, kubbeli hamam bazılarında ise çinko levhalarla kaplanmış; içinden akarların geçtiği gusülhaneler olurdu. Ama bu daha çok hali vakti yerinde olanların konaklarında ya da büyük evlerinde vardı. Evlerin çoğunun caddeye, sokağa bakan kısımları cumbalı olurdu. Yunan işgali zamanında evlerin bu kısmına, cumba çıkıntılarına iki aydınlık feneri asılırdı. Yunan askeri geçerken, bilerek süngüleri ile bu fenerleri kırar; sonra da içeriden evin sahibini çağırarak neden asmadınız fenerleri diye iftira atardı. Aslında bu; yunan askerlerinin, Türklere zarar vermek amacıyla yarattığı bahanelerdi.
Mahallemizde, benim çocukluğumda elektriğin olduğunu biliyorum. Atatürk’ün vefatını radyodan dinlemiştik. Televizyonun gelişi ise, çok sonraları oldu. Mahallede ilk televizyonu alanlardan biri de bizdik. Komşularımız bize gelir; televizyon izlerlerdi. O zamanlar mahallede, hatta Bursa’da arabada sayılı idi. Üç kişinin arabasını iyi hatırlıyorum. Bunlar; Hayrettin Köstem, Selahattin Karacagil ve İhsan İpeker idi.
Şimdilerde hem her yer apartman; hem de her yer araba doldu. Yollar daraldı. Komşuluklar, dostluklar eski güzelliğini yitirdi.
ESRA ÇOBANOĞLU