1931 Yenişehir doğumluyum. Ancak Bursa’da büyüdüm. 1946 senesinde Kapalıçarşı’ya gelerek Mehmet Cılan’ın yanında, 15-16 yaşlarında kuyumcu çırağı olarak mesleğe başladım. Mehmet Bey’in imalathanesi vardı. 3 sene kadar onun yanında çalıştım. Sonra ustam Mehmet Cılan, beni kuyumcular çarşısındaki meşhur, bir numaralı pırlanta elmas kuyumcusu Süleyman Efendi’nin yanına vermek istedi. Meğer Süleyman Efendi beni ustamdan istemiş. Ustam da “oğlum Ali, seni Süleyman Efendi istiyor. Gitmek ister misin?” dedi. Ben de “Ustam, sen ne istersen ben razıyım” dedim. Bu sözüme karşılık, ustam beni Süleyman Efendi’nin yanına götürerek, “eti senin kemiği benim, bu arada Ali’ye sonsuz itimadım var, ona her zaman güvenebilirsin” diyerek beni ona teslim etti. Bende o günden sonra Süleyman Efendi’nin yanında çalışmaya başladım.
Ben orada çalışmaya başlayınca Süleyman Efendi, Ali’yi yanına nasıl almış, nasıl güvenmiş denmeye başladı. Bir gün ustam Süleyman Efendi, ben 15-20 günlük eleman iken dükkanın anahtarını bana bırakıp İstanbul’a gitti. Ustam İstanbul’a gitmeden önce “Ali oğlum, ben yokken sana birileri bir şey satmaya gelirlerse Mehmet Cılan ustana göster, o al derse alırsın” dedi. Ertesi gün bir müşteri geldi. Bir yüzük getirdi. Üstü altın, kenarları gümüş, birde pırlantaya benzer bir taşı vardı. Bende bu yüzüğü ustama gösterdim. Ustam da bana bunu 25 liraya almam gerektiğini, çünkü taşının pırlanta olduğunu söyledi. Bende ona güvenerek yüzüğü aldım.
20 gün sonra Süleyman ustam İstanbul’dan geldiğinde neleri satıp neleri aldığımı anlattım. Satın aldığım yüzükleri gösterdiğimde, ustam taşını inceledi ve taşın gerçek olmadığını söyledi. Bundan sonra satış yaparken ya da alırken kimseye sormamam gerektiğini belirterek bana ne kadar çok güvendiğini bir kere daha göstermişti. O olaydan sonra bende kendimi geliştirerek bir daha hata yapmamayı öğrendim.
1950 senesinde Süleyman ustam rahmetli oldu. Bende askere gidecek yaşa gelmiştim. Ancak, ustamın damatları Sefer ve Rıza, “bu dükkânda sen çalışacaksın, bu dükkân senin, burayı düzene sok, askere sonra gidersin” deyince bende askerliğimi tecil ettirmek zorunda kaldım.
Eyyüp İncidizen diye bir kuyumcuyu ortak olarak işe aldılar. 6 ay kadar beraber çalıştık. Daha sonra ben askere gittim. Gelince aynı yere tekrar başladım, burada bir müddet çalıştıktan sonra, manifaturacı olan Mehmet Fere’den ortaklık teklifi geldi. 1956 senesinde beraber bir kuyumcu dükkânı açtık. Araplı kuyumcusu olarak, 1959 senesine kadar beraber çalıştıktan sonra, Mehmet Fere’den tatlılıkla ayrıldım.
1958 çarşı yangınında, biz kuyumcular olarak Erdek’e gittik. Yangında, çarşıda ki dükkanım yandı. Dükkandaki kasamızı ise, o zamanlar Koza Han’da hamallık yapan Osman kurtardı.
1960 senesinde kayınbiraderim Abdullah Temel ile Okçular Çarşısı’nda dükkan açtık. Ozamanlar pek fazla altın yoktu. 1965 senesinde kapalı çarşı yapılıyordu, oradan 328 numaralı dükkanı tuttuk. Araplı kuyumcu olarak dükkanımızı açtık. Dükkanımız ismini dükkandaki Arap oyuncaktan almaktadır.
1988 senesinde Kapalıçarşı’daki dükkanı kapatmak zorunda kaldık. Sönmez İş Sarayı’nda dükkan açtık. Orda da 3 sene kadar durduktan sonra kapattım.
Kapalıçarşı’da iken ustamızın yanında çay bile içmez, oturmazdık ayıp sayılırdı. Ustama karşı saygım çoktu. Sabahları erken gelir, dükkanı açar, temizlik yapar sonra ustamı beklerdim. Ustamız bizim veli nimetimizdi, o yüzden onların çok hayır dualarını aldım.
Esnaf olarak aramızda samimiyet ve saygı vardı. Yardıma ihtiyacı olana yardımda bulunurduk. Bir esnaf arkadaşımızın paraya ihtiyacı olduğunda elimizde ne kadar var ise ona yardımcı olmaya çalışır, verdiğimiz paranın da hemen peşine düşmezdik. Kuyumcular olarak gezilerimiz olurdu. Esnaf birbirini iyi tanır, güzel sohbetler yapılırdı.
Hıdrellezde dükkana geç gelenlere şakalarımız olurdu. Rahmetli oldu, nur içinde yatsın Mehmet Bıyık bir hıdrellez günü geç geldi. Dükkanını süsledik, önüne masalar kurarak sabah geldiğinde alkışlarla karşılardık. Kendisi sert mizaçlı biri olmasına rağmen, o gün ona yaptığımız bu şakayı gülerek karşıladı ve esnafa çay söyleyerek, şeker, tatlı ikram etti.
Ramazan ve bayramlarda herkes bir birini selamlar bayramlaşırdı. Bayram sabahları ustamın evine giderek ilk onunla bayramlaşırdım. Onu da ailemden biri olarak görürdüm. Artık günümüzde bunları göremiyoruz. Benim saclarım bu çarşıda, burada ağardı. Şimdi ise arada bir eskilerden birkaç kişiyi görmek için geliyorum buralara…
Seyit Akdoğan tarafından 21.04.2010 tarihinde görüşülmüştür.