1929 Bursa doğumluyum. Bayındırlıktan emekliyim. Ailemizin esas kökeni Yeşil Mahallesi’ne dayanıyor. Ancak tarihimiz kayıp; bildiğimiz kadarıyla Yeşil’deki kökenimiz 1423 yılına kadar gidiyor. Bursa’da İplikçi Vakfı’nın kontrolü bizim ailemizdeydi. Vakfın mülkleri Kapalıçarşı’dan başlar, Bedesten’e kadar devam ederdi. Fidyekızık, Cumalıkızık, Hamamlıkız ve Derekızık’ta da İplikçi Vakfı’nın yerleri vardı. Yasalar gereği vakıf mallarının yönetimi o ailenin en büyüğüne kalıyordu. Halamın oğlu Hasip Sönmezalp bu işi çok araştırdı; Vakıfları mahkemeye verdi ancak bir sonuca ulaşamadı. Ailemin Kapalıçarşı’da, Yeşil’de ve Bursa’nın çeşitli yerlerinde dükkânları ve arazileri vardı. Dedemin adı Mehmet, babamın adı ise Abdülvahit Pamukçular’dı. Babamın esas mesleği yorgancılıktı. Ailemizin eski lakabı aslında “Hallaçlar”dı. Ancak soyadı kanunu çıkınca “Pamukçular” olarak kabul görmüş. Uludağ’da ki sanatoryumun, Yeni Kaplıca ve Çelikpalas’ın yataklarını babam yapmıştı. Babam eski Bursalı olduğu için ondan başkasına bu işleri pek vermezlerdi. Kendisi Yeşil Kahvesi’ni on sene işletti; günde 4000 marka işlerdi ve 400-500 sandalyesi vardı. Babam Yeşil’deki evi satınca Sakaldöken’e geldik, 1940 senesinde de Karaağaç Mahallesi’ne yerleştik.
Şu anki Temenyeri Parkı Camisi’nin olduğu avlu bizim bahçemizdi. Evimizde tam karşısındaydı. O arada başka bir ev yoktu. Bahçede at, eşek, koyun, keçi, inek, tavuk her türlü hayvana bakardım. Bütün mahallenin çocukları bu hayvanların sütünden, yumurtasından faydalanırdı. Bütün çocuklar o bahçede toplanırdı. Özellikle geceleri kapının önünde otururduk. Bazen dümbelek çalar, mahalleliyi eğlendirirdim. Babam da gezeklere katılırdı. Rahmetli Yıldırım Gürses’in babası babamın gezek arkadaşıydı ve kendisi Bursa Ziraat Bankası’nda muhasebe kısmında çalışırdı. İsmi Nasuhi Gürses’ti. Bir dönem Yeşil’deki evimizde oturdular. Yıldırım Gürses bu evde dünyaya gelmişti. Daha sonra Şabanbahçe Sokak’a geldiler. Oradan Yeşil Caddesi ve sonrasında Maksem’e taşındılar. Nasuhi Gürses çok güzel mevlit okurdu. Bursa’nın kalburüstü insanlarının mevlitlerini ona okuturlardı.
Gezek geceleri çoğunlukla bizim evde olurdu. Hüseyin Coşkuner dahi İstanbul’dan gelir, bu gezeklere katılırdı. Erdinç Çelikkol, Burhan Dikencik, Yıldırım Gürses, Kemancı Cahit hepsi Bursa’nın yetiştirdiği sanatçılardı. Yıldırım Gürses Ticaret Lisesi’nde talebe iken Musiki Cemiyeti’ne beş sene boyunca ben götürdüm. İnci Çayırlı ve Recep Birgit’de bu gezeklere gelirdi. Recep Birgit, Münir Nurettin’in gurubundaydı.
Pazar günü babamlar Nasuhi Amcalarla birlikte hayvanlara küfeleri sararlar ve çocuklarla birlikte hazırlanan yiyecekleri bu küfelere koyarlar; Teferrüç’e sefa yapmaya giderlerdi. O zamanlar Teferrüç çok uzak gelirdi. Kilolarca et yenir, şarkılar söylenir, kimseyi rahatsız etmeden içerlerdi. Bir keresinde bu pikniklerin birine Nasuhi Amca’nın misafiri olarak İstanbul Radyosu’nun eski keman üstatlarından Hüseyin Coşkuner gelmişti. Öyle güzel keman çalmıştı ki; kemanının üstüne bülbüller inmişti. Onlar usta sanatkârlardı.
O yıllar İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllardı. Temenyeri’nde muhabere taburu vardı. Bir hayli kalabalık bir taburdu. Hayvanlarıyla köşke kadar ki alanı kaplıyorlardı. Hünkâr Köşkü’nün altında sonradan yıkılan bir misafirhane vardı. Bu misafirhanede köşke gelen padişahların muhafızları kalırmış.
1940’lı yıllar çok zor yıllardı. Halk bolluk içinde yokluk çekti. Devlet tarlaları ölçüp biçer, bir meblağ tespit ederdi ve vatandaş belirlenen meblağa nispetinde mahsul alamasa da belirlenen miktarı devlete ödemek zorundaydı. Nereden nereden onu satın alır, denkleştirir ve devlete öderdi. Evde bir kilo un bulunduramazdınız. O unu nerden buldun diye sorarlardı. Bizim eski nüfus kayıtlarında ekmek karnesi olurdu. Bir kişiye tüm gün için bu gün yarım ekmek, diğer gün dörtte bir ekmek verilirdi. Bu ekmeklerin içinde de normal buğday unu olmazdı. Normalde bir çocuğun bir öğünde yiyeceği ekmekle tüm gün idare etmek zorundaydınız. Babamın tanıdığı çok olduğu için atla Arabayatağı’na gider; toprağa ekmek için tohumluk niyetiyle üç beş koçan mısır alırdık. Aslında yalan da sayılmazdı. Mısır ekmek için alınırdı ama toprağa ekilmezdi de ekmek yapılırdı.
Padişahlar Bursa’ya geldiklerinde Ulucami’de Cuma namazlarını kılarlarmış, halkı selamlayarak Hünkâr Köşkü’ne çıkarlarmış. Temenna (selamlama) lafı oradan gelmekte. Temenna yeri zamanla Temenyeri’ne dönüşmüş. Temenyeri, eski yıllarda halkın Pazar günlerini geçirdiği bir gezi yeriydi. Bütün millet Temenyeri’nde toplanır, yer-içer, eğlenirdi. Teferrüç o zamanlar çok uzaktı. Yenimahalle’de Kerpiçhane’den yukarıda hiç ev yoktu. Kerpiçhane’de toprak kerpiç yapılırdı. Teferrüç’ten burası yani Karaağaç Mahallesi uzak mesafeydi. Her zaman gitmek mümkün olmazdı. Temenyeri Parkı’nın adı Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde Atatürk Parkı olarak değiştirilmişti.
İpekçilik Caddesi adını, ipek fabrikalarından aldı. Bütün ipek fabrikaları o bölgede toplanmıştı. Şu anda İmam Hatip Lisesi’nin bulunduğu yer Tohum Mektebi’ydi. Orada kozadan tohum imal ederlerdi ve Bursa ihtiyacını oradan karşılardı. Bu muhitte hemen hemen kırk gün koza telaşı devam ederdi. Kapalı Çarşı’dan Pazaryerine, Koza Han’ın oradan Orhan Camisi’nin oraya kadar kozak dolardı. Ben küfeyle çok kozak taşıdım. O yıllarda Sanat Okulu’nda talebeydim. Koza Hanı’ndan Mollaarap’a günde on dört sefer, beş hayvanla koza taşırdım. Koza zamanı kırk gün sürerdi. Günde 140 küfe koza alınır, İpekerlerin fabrikasında mancınıktan geçerdi. İpekerlerin iki tane fabrikası vardı. Biri şu an Pınar Sitesi’nin bulunduğu yerde, diğeri de Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi’nin bulunduğu yerdeydi.
İpekçilik Caddesi’nde Orman Lojmanlarının bulunduğu yerde vali köşkü vardı. Çağlayangil zamanında Hamzabey’deki vali köşkü yapıldı ve vali buradan oraya taşındı. Eski valilik binasını da Orman İşletmesi Müdürlüğü olarak kullandılar. Daha evvel ki Müdürlük şu an Çekirge yolundaki Ormancılık Müzesi’nin bulunduğu yerdeydi.
İpekçilik Bursa’nın en güzide yerlerinden biriydi. Herkes İpekçilik’te oturamazdı.
Bursa’da kış çok uzun sürerdi. Herkesin evinde en az iki-üç tane kızak olurdu. Herkes İpekçilik Caddesi’nde kızak kaymak isterdi ancak Vali Bey rahatsız olduğu için pek yapamazlardı. Şu anda Şok Market’in bulunduğu yerde karakol vardı. Karakolun karşısında da meşhur Muhallebici Şaban Ağa’nın dükkânı bulunuyordu. Şimdi o bölge çok değişti. Mahfel’in olduğu yer aynıydı ancak ön tarafında, dolmuş duraklarının bulunduğu boş köşede fırın vardı. Fırının diğer tarafında da bir bayi ile Rodop Köfteci’si bulunuyordu. Arka tarafında da yazlık sinema vardı. Karşı tarafta ise şu an kütüphanenin bulunduğu yer kıraathaneydi; Mustafa Bey işletiyordu. Mahfel’i ise Rıdvan Bey işletiyordu. Rıdvan Bey herkes tarafından bilinen bir kimseydi.
Eski evimizin karşısında, Temenyeri Parkı Camii’nin bulunduğu yerde bir bahçemiz olduğundan bahsetmiştim. Kurban bayramlarında o bahçede bir ağıl dolusu hayvan olurdu. Bayramın ilk günü kurban kesim görevi bana aitti. Bütün gün mahalledeki herkesin kurbanını ben keserdim. Bahçenin bir kenarında mangallar yakılırdı; bir yandan kesim işini yapar, bir yandan da mahalleliye et pişirirdim. Mahalleli dışında yoldan gelip geçenlere dahi et ikram ederdik. Bahçemiz çok güzeldi. Ramazan için yufka, erişte, kartalaç vs. de bu bahçede komşularla birlikte yapılırdı. Kışlık tarhana da bu bahçede yapılırdı. Bahçede baktığımız hayvanlardan sağılan sütten yoğurt mayalanır, yayıkta ayran yapıp komşulara dağıtırdık. Komşu çocukları o bahçedeki hayvanların sütüyle büyümüştür.
Rahmetli babam orada bir cami yapılmasını çok arzu ediyordu. Ancak ona bu camiyi yaptırmak kısmet olmadı ve vefat etti. 1973 yılında cami yaptırma derneği kuruldu. Temenyeri Parkı yapılmadan evvel yukarıdaki kahvelerin bulunduğu köşeye cami yapılması tasarlanmıştı ancak mümkün olmadı. Bizim bahçe olarak kullandığımız yer 1940’lı senelerde Avukat Rıza Beylerin yeriydi. Babamla ahbap olduklarından babam o bahçeyi ekip biçmeye başladı. Sonra babam o bahçeyi izaleyi şuura çıkarttırdı, 180 liraya babamın üzerine kaldı. Sonraki yıllarda belediye orayı yeşil alan olarak belirledi ancak biz bahçeyi kullanmaya devam ettik. 1988 senesinde Ziya Hısımcıl, Ertan Göksever, Mehmet Bey ve ben ile birlikte yedi kişi cami yapma derneği kurduk ancak hiç paramız yoktu. Mehmet Bey bahçedeki yirmi tane kavağı kestirdi ve o kavakların parasıyla cami yapımına başladık. Sonra mahalle halkının katkısıyla Temenyeri Parkı Camii inşaatını bitirdik. Caminin ilk halısını annem aldı; caminin diğer eksiklerini yine mahalleli tamamladı. On yıl kadar dernek başkanlığını sürdürdüm ve sonra bir başkasına devrettim.
Sibel Gök tarafından 7 Mart 2013 tarihinde görüşülmüştür.