Kırım Savaşı Sonrası Göçmenlerin Sevk ve İskânları Esnasında Yaşadıkları Sıkıntılar Ve Alınan Tedbirler

Mehmet DEMİRTAŞ

Kırım Türkleri

Giriş

XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Rusya arasında meydana gelen savaşların önemlilerinden biri Kırım Savaşı’dır. Bu savaşın öncesinde, savaş tehlikesinin ortaya çıkmasıyla beraber nüfusta bir hareketlenme meydana gelmiştir. Ancak asıl büyük çaplı nüfus hareketleri savaş boyunca ve savaşın bitiminde gerçekleşmiştir. Bu süreçte meydana gelen kitlesel göçlerde Osmanlı memleketinin nispeten güvenli bölgelerine büyük sayılarda göçmen gelmiştir. Bu göçmenlerin gerek yol boyunca, gerekse geçici iskân bölgelerinde çeşitli sıkıntılara maruz kaldıkları görülmektedir. Göçmenlerin sıkıntılarının, iskân edildikleri bölgelerde de önemli oranda devam ettiği söylenebilir.
Göçmenlerin ilk olarak karşılaştıkları sorun sevkiyattan kaynaklanan tehlikelerdi. Bu esnada bazen uzun süre çok kötü şartlarda, kendilerini taşıyacak ulaşım aracı beklemek mecburiyetinde kalmaktaydılar. Gerek açlık ve hastalık, gerekse yol boyunca güvenli olmayan araçlarla yolculuk yapmak mecburiyetinde kalmaları onlar için büyük bir sıkıntı meydana getirmekteydi. Yine kendilerine kalıcı iskân yerleri tahsis edilinceye kadar geçici iskân bölgelerinde bekletilen göçmenlerin büyük zorluklara maruz kaldıkları görülmektedir. Bu esnada cami, okul, hastane gibi yerlere topluca yerleştirilen göçmenler için en büyük tehlikelerden biri salgın hastalıklardı. Beslenme konusunda yaşanan olumsuzluklar, güvenlik ile ilgili sıkıntılar da göçmenlerin hayatını daha da zorlaştırmaktaydı. Kalıcı iskân bölgelerinde iskâna tabi tutulan göçmenler, büyük oranda geçim sıkıntısı çekmelerinin yanısıra, yeni yerlerine uyum sorununu da uzun süre aşamamışlardır. Sonuç bakımından söz konusu süreç boyunca binlerce insan hayatını kaybederken, geriye kalanlar da acınacak bir hale düşmüşlerdir.
Bu makalede, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer alan konuyla ilgili belgeler ışığında, Kırım Savaşı sonrasında Osmanlı memleketine göç eden insanların, yolculukları boyunca ve iskân edilmelerinden sonra yaşadıkları zorluklar ile devletin meseleyi çözmek üzere aldığı tedbirler incelenmeye çalışılacaktır
Kitlesel göçlerin, zora dayalı olduğu bilinmektedir. Bu tür göçler, bir devlet veya millet için sosyal, ekonomik, siyasi sonuçları başta olmak üzere, birçok sonucu bulunan ve çözülmesi zor bir meseledir. Bunun dışında göç olgusu, aynı zamanda fert veya toplumları mal ve can güvenliğinden, vicdan hak ve hürriyetinden mahrum bırakan bir durumu ifade etmektedir. XVIII. yüzyılda başlayan ve XIX. yüzyılda gittikçe hız kazanan, siyasi-dinî sebeplerden kaynaklanan bu göçlerin büyük bir bölümü Müslümanları kapsamaktaydı. Göçler aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin sosyal, etnik ve dinî yapısını da ciddi bir şekilde etkilemiştir.
XIX. yüzyılda meydana gelen kitlesel göçlerin temel sebeplerinden birisi, ırk ve din ayırımıdır. Bu ayırım göç ettirmenin bir gerekçesi olarak algılanmış, savaşlar bu algıyı harekete geçiren temel faktör olmuştur. Bu kapsamda XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında meydana gelen savaşlar ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu savaşlardan biri, yaptığı etkiler ve meydana getirdiği sonuçlar bakımından büyük önem taşıyan Kırım Savaşıdır (1853-1856). Savaşların doğal sonucu olarak her iki taraf da büyük zararlara uğramış olmakla birlikte, Osmanlı Devletinin daha fazla etkilendiği söylenebilir. Kırım Savaşı, özellikle sivil halk üzerinde yapmış olduğu etkiler bakımından büyük bir felaketi ifade etmektedir. Binlerce insanın ölümler, hastalıklar ve göçler yoluyla etkilendiği bu savaş, uzun yıllar devlet ve toplum hayatı üzerinde de tahribatını devam ettirmiştir. Osmanlı memleketine doğru gerçekleşen kitlesel göçler, uzun yıllar devletin uğraşmak mecburiyetinde kaldığı büyük bir sorun olarak varlığını sürdürmüştür. Ayrıca Osmanlı memleketine doğru gerçekleşen göçlerin giderek yoğunlaşması, devleti ciddi tedbirler almak mecburiyetinde bırakmıştır.

⦁ Göçmenlerin Yaşadıkları Zorluklar ve Alınan Tedbirler

⦁ Sevkiyat Sırasındaki Zorluklar

Kırım Savaşı sürecinde meydana gelen kitlesel göçlerin önemli bir sebebi Rusların uyguladığı şiddet yöntemleriydi. Göçmenlerin bir kısmı yerinden ayrılmak istemediğinden Rusların şiddetine maruz kalmış ve ailece imha edilmiş, kurtulabilenler ise Karadeniz sahillerine yığılmışlardı. Gelen göçmenler “burada tahayyülü bile vicdanları titreten bin bir çeşit ıstırap ve fecaat içinde aç ve açık, aylarca gemi beklemek mecburiyetinde kalmış, nihayet bulunan gelişi güzel gemilere yüklenerek parça parça Osmanlı ülkesinin muhtelif sahil mıntıkalarına dökülmüşlerdi. Fakat bu topraklara ayak bastıkları zaman mevcutlarının dörtte birini kaybetmişlerdi”.
Rusların baskıları Kırım Savaşı boyunca ve savaşın bitiminden sonra da devam etmiştir. Bulundukları yerlerde barınma imkânı ortadan kalkan halk göç etmek mecburiyetinde kalmıştır. Osmanlı memleketinin güvenli bölgelerine gelmek üzere harekete geçen halkın, göç faaliyeti boyunca büyük sıkıntılara maruz kaldıkları görülmektedir. Onların kendi topraklarından ayrılmasıyla başlayan zorluklar, iskân edilmelerinden sonraya kadar devam etmiştir. Göçmenlerin öncelikle yaşadıkları sorun sevkiyat sırasında görülen aksamalar ve tehlikelerdi. Sevkiyat esnasında çeşitli nakil araçları kullanılmaktaydı. Deniz yoluyla gelenler belli başlı iskelelere çıkarılmaktaydılar. Göçmen sayısının az olduğu dönemlerde ise doğrudan doğruya İstanbul’a getirilmekteydiler. Karayolu ile gelen göçmenler daha çok doğu vilayetlerine gönderilmekteydiler. Erzurum, Bayburt, Sivas, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van ve Hakkâri gibi vilayetler göçmenlerin dağıtıldıkları yerler arasında büyük bir öneme sahipti. Karayolu sevkiyatının en büyük zorluklarından biri göçmenlerin uzun mesafeler kat etmek mecburiyetinde kalmalarıydı. Bundan dolayı karayolu ile yapılan sevkiyatta yolculuk aylarca sürebilmekteydi.
Deniz yolunu kullanan göçmenlerin taşınması için tüccarlara ait gemiler ile bazı şirketlerin gemileri kiralanmaktaydı. Anadolu’ya yerleştirilecek olan göçmenler başta Trabzon olmak üzere Samsun, Sinop ve İnebolu gibi iskân bölgelerine en yakın Karadeniz limanlarına taşınmaktaydılar. Göçmen sayısı çok arttığı zamanlarda ihtiyaca göre bu iskelelerle birlikte Giresun, Batum, Akçaabat, Fatsa ve Ayancık iskeleleri de kullanılmaktaydı. Kırım Savaşı sonrasında göçmen hareketliliğinde büyük bir artış meydana gelmişti Bu dönemde gelen nüfus bu iskelelerden Bursa şirketi ve başka şirketlere ait vapurlarla önce İstanbul’a, oradan da iskân bölgelerine taşınmışlardı. Vapur ayarlama işini Bahriye Nezareti üstlenmişti. Vapur tahsisi ile ilgili olarak yapılan işlemlerin, faaliyette olduğu dönemlerde Muhâcirîn Komisyonu’na bildirilmesi gerekmekteydi.
Deniz yolu ile sevkiyat yapıldığı sırada çeşitli sıkıntılar ve tehlikeler gündeme gelmekteydi. Göçmen sayısının beklenenden daha fazla olduğu dönemlerde bu göçmenler aylarca gemi veya kendilerini Osmanlı sahillerine taşıyacak başka deniz araçları beklemekteydiler. Osmanlı Devleti ve Rusya’nın tahsis ettiği gemilerin sayısı bazen yetersiz kalmaktaydı. Böyle zamanlarda göçmenler beraberlerinde götürmek istedikleri eşyalarını ve hayvanlarının bir bölümünü, vapurlara sığdıramadıklarından orada bırakmak mecburiyetinde kalmaktaydılar. Bunun sonucunda yerleştikleri yeni yerlerde hayvanlarından ve eşyalarından mahrum kalan göçmenler yokluklar içinde ve yardıma muhtaç bir hayat yaşamaktaydılar.
Sevkiyat sırasında Karadeniz sahillerindeki çok sayıda balıkçı ve denizci, taka ve sandalları göçmenleri taşıma işini üstlenmekteydiler. Bunların bazıları bu işi insanlık adına, bir kısmı da para kazanmak maksadıyla yapmaktaydı. Ancak bu taka ve sandalların çoğu kapasitelerinden fazla yolcu almakta, bu da bazılarının batmasına yol açmaktaydı. Nitekim 1863 kışından 1865 ilkbaharına kadarki dönemde deniz kazaları sonucu boğulan göçmenlerin sayısı binlerle ifade edilmektedir. Deniz kazalarının önüne geçmek için Osmanlı Devleti küçük ve dayanıksız deniz araçlarıyla göçmen taşınmasını yasaklamıştı. Bunun yanında başka bir sıkıntı da göçmenlerin aylarca Kafkasya sahillerinde gemi beklerken yiyeceklerinin tükenmesi ve giysilerinin kullanılamaz hale gelmesiydi. Yine Rus ve Osmanlı vapurları çok fazla göçmen aldıkları için büyük bir sıkışıklığa, dolayısıyla sağlık şartlarının ortadan kalkmasına yol açmakta, bunun sonucunda salgın hastalıklar baş göstermekteydi.
Kış mevsiminde yapılan sevkiyat göçmenlerin sıkıntısını daha da arttıran bir durumdu. Mesela, 1860 tarihinde Osmanlı memleketine göç etmek üzere yola çıkan Çerkez ve Nogay göçmenler kış yüzünden sefalete düşmüş ve hayati tehlikeye maruz kalmışlar, Osmanlı Hükümeti Rusya Büyükelçiliğinden, havaların ısınmasının beklenmesini istediğinde Rus Büyükelçiliği bu esnada üç bin aileden meydana gelen göçmen kafilesinin yüzer hanelik gruplar halinde Bayezit, Kars ve Ardahan taraflarından yola çıktığını Osmanlı makamlarına bildirmişti. Dolayısıyla kış boyunca göçmen sevkiyatının devam ettiği anlaşılmaktadır. Çok şiddetli geçen 1863-1864 kışı, Osmanlı memleketine gelmek üzere kıyılarda gemi bekleyen göçmenlerden çok sayıda kişinin, soğuk ve hastalık sebebiyle hayatını kaybetmesine sebep olmuştu. Göçmenlerin hayati tehlikeye rağmen göç etmekte ısrar etmeleri, onların kendi memleketlerinde ne denli ağır şartlar altında bulunduklarını ortaya koyan önemli bir işaret olarak kabul edilebilir.
Sevkiyat süresince meydana gelen ölüm olaylarının sebepleri arasında kötü beslenme ve salgın hastalıklar önemli bir yer tutmaktaydı. Çerkezler Rus yönetimi altındaki limanlarda, gemilere adeta istif edilmiş, kendilerine yardım sağlanmamış, yiyecek ve içecek de verilmemişti. Böylece daha ilk gelinen Osmanlı limanı olan Trabzon’da çiçek, tifüs ve iskorbüt gibi hastalıklardan büyük sayılarda insan hayatını kaybetmişti. Bu dönemde Kafkasya’dan Osmanlı memleketine gelen göçmenlerin önemli bir kısmının, muhtemelen toplam nüfuslarının % 25’inin kötü beslenme, salgın hastalıklar ve deniz kazaları sebebiyle öldüğü bilinmektedir. 1854 yılında Trabzon’da günde ortalama 200-300 kişinin hayatını kaybettiği göz önünde bulundurulduğunda durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Ölenlerin bir kısmının kayıtları tutulurken bir kısmı kaydedilmeden defnedilmekteydi. Dolayısıyla resmi rakamlara yansımayan ölüm olaylarının da olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yine 1864-1865 yılları arasında Samsun’daki ölüm ortalamasının günde 120-150 kişi olduğu kaydedilmişti. Bu hesaba göre, bir senelik ölüm mevcudu yaklaşık 50,000 kişi olmuştur. Yine önemli bir giriş noktası olan Trabzon’da 1865 yılı sonu itibariyle bir yıllık toplam ölü sayısı 53.000 kişiyi bulmuştu. Hatta göçmen kitlesi içinde en büyük sayıyı meydana getiren Çerkezlerin çok azı kalıcı iskân yerlerine ulaşabilmişlerdi. Rus memurlarının Petersburg’a gönderdikleri raporlarda yer alan bilgilere göre bu göçmenlerin çoğunluğunun bekleme kamplarında, iskelelerde ve yollarda çeşitli hastalıklar ve sıkıntılar yüzünden öldüğü anlaşılmaktadır.
İskân bölgelerine nakledilen göçmenlerin yol boyunca çektikleri eziyet İngiliz Konsolos Vekili R. H. Lang’ın raporuna da yansımıştı. Bu rapora göre, Kırım Savaşından sonra, Çerkezlerden 2,718 kişilik bir topluluk Kıbrıs’a gitmek üzere Samsun’da gemiye bindirilmişlerdi; bunlardan 202’si Samsun ile İstanbul arasında ölmüş, 528’i İstanbul’da gemiden inmişti. Kıbrıs’a doğru yola devam eden 1,988 kişiden 637’si daha, yolculuk sırasında ölmüştü. Söz konusu gemi ile ilgili yazılan başka raporlarda, karaya çıkanların yarısından fazlasının daha öleceğinin belli olduğu şeklinde bir bilgi yer almaktadır. Günlük ölümlerin ortalama 30 ile 50 arasında olduğu gerçeğinden hareketle, göçmenlerin en büyük sıkıntıyı sevkiyat sırasında çektiği sonucuna varılabilir. Buna göre, sonradan ölenler hariç tutulduğunda yolculuk boyunca göçmenlerin üçte birinin hayatını kaybettiği ortaya çıkmaktadır.
Kırım savaşı sonrasında göçmenlerin karşı karşıya kaldıkları başka bir felaket de, genel olarak maruz kaldıkları hayat şartlarıydı. Bu durumu anlatan bazı yabancı devlet görevlileri ve yazarların ifadeleri son derece etkileyicidir. Bunlardan biri, savaş esnasında Osmanlı donanmasında müşavir olarak görev yapan amiral Dolsof’tur. İngiliz amiral, Kırım Savaşı hakkında yazdığı bir eserinde Kafkasya’nın kurtarılamamış olduğunu üzüntüyle hatırlattıktan sonra, kurtuluşun sağlanması halinde elde edilecek faydaları sıralamaktadır. Dolsof eserinde devamla şöyle demektedir: Bundan başka Kafkasya kurtulsaydı, medeniyet yarım milyon Kafkasyalı’nın üç yüz yıldır vatanlarını müdafaa etmek için muharebe ve mücadele etmiş olmalarının cezası olarak topraklarından kovulduklarını görmek ıstırabından; insanlık da, bu zavallı muhacirlerin hasislik ve şehvetin kurbanı olmalarına şahit olmak eleminden kurtulmuş olurdu!. Bu göçmenlerin Afrika esirleri için kullanılan gemilere benzer kötü gemilere sımsıkı bir şekilde yüklenerek sahil sahil dolaştırılmalarını hasisilik olarak nitelendiren Dolsof, bu kalabalık kitle arasında yer alan her yaştan güzel kızların, bütün Karadeniz kasabalarına dağıtılmalarını da şehvet olarak görmektedir. Savaşların çok fazla üzerinde durulmayan bu yönü aslında bütün savaşlarda az ya da çok görüldüğü gibi Kırım Savaşında da yaşanan en büyük acılardan birisiydi. Dolayısıyla sivillerin, savaşların fiili döneminde olduğu gibi savaş sonrasındaki dönemde de büyük mağduriyetler yaşadıkları sonucuna varılabilir. Bu da savaşların, en büyük zararı fiilen savaşmayanlara verdiğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

⦁ Geçici İskân Bölgelerindeki Zorluklar

XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Rusya arasında meydana gelen savaşlarda ve savaş sonrasında gerçekleşen kitlesel göçler esnasında göçmenlerin karşılaştıkları en büyük sorunların başında, geçici iskân gölgelerinde yaşananlardı. Başta İstanbul olmak üzere, Trabzon, Samsun gibi geçici iskân bölgelerinde Kırım Savaşı arifesinden, XIX. yüzyılın sonuna kadar, hatta XX. yüzyılın başlarında da daima göçmenlikten kaynaklanan çeşitli sıkıntılar yaşanmıştır. Çünkü bu dönemde söz konusu yerler sürekli bir şekilde göçmen akınına sahne olmuştur.
Göçmenlerin tamamının kendileri için temin edilmiş olan kalıcı iskân bölgelerine bekletilmeden sevk edilmeleri mümkün olmadığından, geçici iskân bölgelerine bir süreliğine yerleştirilirlerdi. Bunun için bazı hazırlıkların yapılması gerekirdi. Bu çerçevede göçmenlerin bazen şahıslara ait yerlerde de ikamete tabi tutuldukları görülmektedir. Dürülü Hatun’un Ahyolu Bergosu’nda tasarruf ettiği ve Çerkez göçmenler tarafından kullanılan çiftliği boşaltılarak Kırım göçmenlerine tahsisi edilmiştir. Göçmenlerin bir kısmı da evvela İstanbul’a getirilir ve oradan iskân bölgelerine gönderilirlerdi. Deniz yolu ile İstanbul’a gelen göçmenler derhal kalıcı iskân bölgelerine gönderilmeye çalışılır, bu mümkün olmadığında ise kendilerine ayrılmış bulunan geçici yerlere yerleştirilirlerdi. Ancak hükümet sevkiyatı olabildiğince erken yapmak arzusuyla hareket ederdi. Bunun için gerekli gemileri temin ederek işlemleri erken bir zamanda yapmaya gayret ederdi. Buna rağmen özellikle göçmen gelişinin yoğunlaştığı zamanlarda bazı aksamaların meydana gelmesinin önüne geçilememiştir. Başta İstanbul olmak üzere geçici iskân bölgelerinde göçmenlerin beslenme başta olmak üzere çeşitli sorunları tam olarak giderilememiştir.
İstanbul’da yaşanan zorluklardan biri konut sıkıntısıydı. Kırım Savaşı sonrasında İstanbul’a gelen göçmen sayısı büyük artış göstermiş bu esnada özellikle Boğaziçi’nde kiralık ev bulmak zorlaşmış, ev fiyatları ve kiralar artmıştı. Geçici iskân bölgelerinde karşılaşılan başka bir aksama da güvenlikle ilgiliydi. Güvenliği bazen göçmenlerin kendisi bozmaktaydı. Özellikle Kafkasya’dan İstanbul’a gelen Çerkez göçmenler, zaman zaman taşkınlıklar yapmaktaydılar. Bunun en önemli sebeplerinden biri sevkiyat sırasında meydana gelen aksamalar15 ve buna bağlı olarak göçmenlerin içine düştüğü kötü durumdu.
Geçici iskân bölgelerinde barınmakta olan göçmenlerin şikâyet ettikleri konulardan biri, kendileri için tespit edilen kalıcı iskân bölgelerinin seçiminde kendilerinin isteklerine tam olarak riayet edilmememsiydi. Oysa göçmenler genellikle daha önce akrabalarının yerleştirildikleri yerlere gönderilmek istemekteydiler. Bu maksatla zaman zaman yer konusunda çeşitli taleplerde bulunmaktaydılar. Göç furyasının yaşandığı dönemlerde bazen aile fertleri dahi birbirinden ayrılmak mecburiyetinde kaldığından büyük mağduriyetler meydana gelmekteydi. Bunun önüne geçmek isteyen hükümet, göçmenler arasında anne, baba, kardeş gibi yakınlarını arayanlara yardımcı olunmasını uygun görmüştü. Bu yolla ailelerin parçalanmasının önüne geçilmek istenmekteydi. Bu maksatla, bir araya gelmek isteyen aile bireylerinin bulundukları yerlerin yöneticileri haberleşerek müsait olan yerde ailenin birleşmesini temin etmekteydiler. Samsun’da geçici surette barınmakta olan Kırımlı göçmenlerin Rumeli’deki akrabalarının yanına gitme istekleri uygun bulunduğu gibi masraflarının karşılanması da kararlaştırılmıştı. Devletin göçmenlere yardımının yanı sıra halkın oldukça duyarlı davrandığı anlaşılmaktadır. Bir arşiv kaydında, Hezargrad taraflarına yerleştirilen Kırım göçmenlerinin yol masraflarının halk tarafından karşılandığı bilgisi yer almaktadır. Dolayısıyla aileleri birleştirmek hükümete ekonomik bir yük getirmesine rağmen, şartların elverişli olduğu durumlarda göçmenlerin yerle ilgili talepleri karşılanmıştı.
Taleplerin tamamen karşılanması her zaman mümkün olmamıştır. Sivas’ta akraba ve yakınları bulunan göçmenlerin bu vilayete gitme istekleri, Sivas Vilayeti’nin aşırı soğuk olması sebebiyle yerine getirilememiş ve onların, havası daha elverişli olan yerlere gönderilmeleri kararlaştırılmıştı. Göçmenlerin yer konusundaki talepleri sadece aile bağları ile izah edilemez. Onların bir kısmı geldikleri yeni yerlerde uzun süre veya tamamen kalmayı planlamak yerine kendilerini geçici surette görmekteydiler. Şartların düzelmesi durumunda yeniden asıl vatanlarına dönme arzusu göçmenlerin yer taleplerinde etkili olan unsurlardandı. Hatta dönem dönem ailelerini bıraktıktan sonra tekrar memleketine geri dönenler olmuştu. Göçmenlerin gerek yer ile ilgili taleplerinin imkânlar ölçüsünde karşılanması, gerekse hava şartlarının daha iyi olduğu bölgelere gönderilmek istenmeleri devletin, çeşitli aksamalara rağmen meseleye ciddi bir şekilde baktığını ortaya koyan önemli bir uygulamadır.
Göçmen sevkiyatı başlatılmadan önce kalıcı iskân bölgelerinde yeterli arazi olup olmadığı araştırılırdı. Bu aşamada Muhâcirîn Komisyonu ve ilgili nezaretler ile iskân bölgelerinin idarecileri arasında yazışmalar yapılır, arazi durumuna göre sevkiyat gerçekleştirilirdi. Ancak bu esnada yerel idarecilerin ihmalinden veya görevlerini titizlikle yapmamalarından kaynaklanan çeşitli sıkıntıların ortaya çıktığı görülmektedir. En yaygın olanı, yerel idarecilerin arazi durumunu tam olarak araştırmadan Muhâcirîn Komisyonu’na yanlış bilgiler vermeleriydi. Bu idareciler yeterli miktarda arazi olup olmadığını iyice araştırmadan merkezi yanıltıcı yazılar yazdıkları için çeşitli sıkıntıların yaşanmasına yol açmaktaydılar. Bu konuda dikkati çeken önemli bir husus yerel yöneticilerin ve diğer görevlilerin ihmallerinden kaynaklanan sıkıntıların hemen her dönemde yaşanmış olmasıdır.
Geçici iskân bölgeleri ile ilgili temel zorluklardan biri kalıcı iskân yerlerinin ayarlanmasının veya hazır hale gelmesinin bazen uzun zaman almasıydı. Göçmenlerin geçici bir süre İstanbul’da tutulmalarının önemli bir sebebi de bu durumdu. İstanbul şehri göçmen yoğunluğunun artış gösterdiği dönemlerde geçici iskân için dahi yeterli gelmemekteydi. Nitekim bir arşiv kaydında, Der-saâdet’teki hanların göçmenlerle dolduğu ve daha yolda gelmekte olanların haber alındığı, gelen göçmenlerin yerleştirilmesi için imkânların seferber edilmesi gerektiği belirtildikten sonra Zaptiye Müşirine, göçmenlerin hepsinin İstanbul’a yerleştirilmesinin şart olmadığı, bu iş için Üsküdar ve Tophane taraflarındaki uygun yerlerin de kullanılması emredilmişti. Kısa bir süre sonra Seraskeri’den, göçmenlerin Üsküdar taraflarına sevk edilerek uygun yerlere yerleştirildiği şeklinde cevabî bir yazı gelmesi, yetkililerin meseleyi titizlikle takip ettiklerini göstermektedir.
Göçmen sevkiyatında öncelikle uygulanmak istenen yöntem onların hiç bekletilmeden ve İstanbul’a çıkarılmadan doğruca kendileri için ayarlanmış olan iskân mahallerine gönderilmesiydi. Bunu sağlamak için de devletin ciddi bir gayret gösterdiği söylenebilir. Buna rağmen bütün göçmenlerin doğrudan kalıcı iskân yerlerine sevk edilmeleri mümkün olmamış, göçmenlerin bir kısmı evvela İstanbul’a getirilmiş ve geçici olarak ikamet ettirilmişlerdir. İstanbul’a gelen göçmenlerin çoğunlukla hanlara yerleştirildikleri bilinmektedir. Ancak hanların ihtiyaca cevap veremediği dönemlerde camiler, medreseler, tekkeler, mescitler, mektepler, özel binalar, barakalar ve çiftliklerden de yaralanılmaktaydı. Bütün bu yerlerin dahi yeterli gelmediği dönemler olmuştur. Böyle zamanlarda göçmenlerin çadırlara yerleştirilmeleri dışında bir seçenek kalmamaktaydı. Üsküdar ve Haydarpaşa’da bulunan göçmenler, hanlar dolu olduğundan öncelikle çadırlara yerleştirilmişlerdi. Ancak göçmenlerin, özellikle kış mevsiminin yaklaştığı dönemlerde acilen daha sağlam yerlere yerleştirilmeleri konusunda gerekli hassasiyetin gösterildiği görülmektedir. Nitekim merkezden, çadırlarda barınmakta olan göçmenler için hanların süratle tahliye edilerek nakillerine başlanması emredilmişti.
Dönemsel olarak kış mevsiminin göçmenler için en sıkıntılı devre olduğu açıktır. Bu kapsamda Çerkez, Nogay ve sair kabilelerinin durumu söz konusu zorlukları daha kolay anlamaya yardımcı olacak türdendir. Buna göre yedi yüz ve altı yüz kişilik iki göçmen kafilesi Trabzon’a gelmiş ve on bin kişiden meydana gelen büyük bir kafilenin de geleceği haber alınmıştı. Yetkililer bu göçmen kitlesinin soğuk sebebiyle sefalete düşeceğini bildiği için çareler aramış ve bu çerçevede Trabzon Meclisi ile Muhâcirîn Komisyonu arasında durum değerlendirmesi yapılarak, söz konusu göçmenlerin ekseriyetinin sıbyân ve zuafâ oldukları ve kış mevsiminin de gelmesi sebebiyle çadır altında dayanabilmelerinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştı. Bunun üzerine göçmenlerin Sivas yerine havası i‘tidâl üzere olan Diyarbekir ve Urfa vilayetlerine ve bir kısmının da Van vilayetinin uygun yerlerine gönderilmeleri kararlaştırılmıştır. Sevkiyatın daha güvenli bir şekilde yapılabilmesi için de güvenlik elemanları ve diğer devlet görevlilerinin nezaret etmeleri Muhâcirîn Komisyonu tarafından uygun görülerek bu kişilere talimat verilmişti. Kış şartlarının daha ağır olduğu dönemlerde sevkiyatın yapılamadığı ve göçmenlerin geçici bir süre uygun yerlere yerleştirildikleri bilinmektedir. Dolayısıyla Çerkez ve Nogayların sevkiyatı yapılabildiğine göre kışın henüz çok şiddetlenmediği sonucuna varmak mümkündür. Nitekim bir arşiv kaydında, kar yağışının şiddetlenmesiyle yolların kapandığı günlerde, yer sıkıntısı olsa bile göçmenlerin, o anda bulundukları yerlere geçici olarak yerleştirildikleri ile ilgili bilgiler mevcuttur.
Göçmenler için, geçici iskân bölgelerindeki en büyük zorluklardan biri de salgın hastalıklardı. Göçmen sayısın artış gösterdiği dönemlerde salgın hastalık tehdidi de artmaktaydı. Böyle zamanlarda yer bulmak nerdeyse imkânsız hale geldiğinden göçmenler hastaneler de dahil olmak üzere ayarlanabilen hemen her yere yerleştirilmekteydiler. Toplu barınma yerlerindeki şartlar salgın hastalık riskini arttıran en önemli faktörlerdendi. Nitekim 1860 yılında göçmenler arasında tifo hastalığı yaygın bir hale gelmişti. Bu durumu göz önünde bulunduran devlet yetkilileri göçmenlerin kalıcı iskân mahallerine hiç bekletilmeden sevk edilmesini hızlandırmaya çalışmaktaydı.
Kırım Savaşı sırasında ve savaştan sonraki dönemde Osmanlı memleketine göç etmek mecburiyetinde kalan insan sayısı fazla olduğundan onların ihtiyaçlarının karşılanması çoğu zaman tam anlamıyla mümkün olamamaktaydı. Buna rağmen hemen her dönemde göçmenlerin sıkıntılarını gidermek üzere faaliyet yürüten bir birim olmuştur. Muhâcirîn Komisyonu kurulmadan önce göçmen meseleleri ile Şehremaneti ilgilenmekteydi. Hükümet de göçmenlerin sıkıntıları karşısında duyarlı davranarak onların daha rahat bir hayat yaşamalarını sağlamaya çalışmıştır. Mesela 1859 tarihinde İstanbul’da bulunan Çerkez çocuklarının elbiselerinin eskimiş ve yırtılmış olduğu, bu çocukların ekserisinin iç elbiselerinin dahi bulunmadığı ve çıplak gezmekte oldukları görülmüş, anne-babalarının da çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamalarının mümkün olmadığı değerlendirilerek onların bu durumda bırakılmamalarının dahi şân-ı mükerrem-i nişân-ı âli iktizası celîlesinden bulunacağı için duruma müdahale edilmesi yetkililerden istenmişti. Yine Ramazan Bayramı arifesinden bulunulması sebebiyle Çerkez göçmenlerine elbise temin edilmesi ihtiyacı ortaya çıkmış, bunlara seri‘an elbise temin edilmesi emredilmişti. Bütün çabalara rağmen göçmenlerin ihtiyaçlarının tam olarak temin edilemediği zamanlarda halktan yardım toplanması yoluna gidilmişti. 1860 tarihinde Muhâcirîn Komisyonu kurulunca göçmen meseleleri ile daha ciddi bir şekilde ilgilenme imkânı doğmuş, böylece göçmenlerin ihtiyaçlarının karşılanması, sevk ve iskânları daha düzenli bir şekilde yapılmaya başlamıştır.

c- Kalıcı İskân Bölgelerindeki Zorluklar

Kendileri için kalıcı iskân yeri temin edilen göçmenler söz konusu yerlere sevk edilirlerdi. Fakat kimi zaman iskânları hemen mümkün olmaz, iskân işlemlerinde gecikmeler meydana gelirdi. Göçmenleri fazlasıyla rahatsız eden bu durum, kendileri için ayrılmış bulunan arazinin veya ikamet mekânının henüz hazır olmamasından kaynaklanmaktaydı. Bu durumda göçmenler, yerleri hazır oluncaya kadar ailelerin yanına misafir olarak verilir veya han, medrese gibi yerlere yerleştirilirlerdi. Göçmenler için Ankara’da ayarlanan yer hazır hale gelmediği için şehre ulaşan iki Çerkez göçmen kafilesi medrese ve hanlara yerleştirilmişlerdi. Yine Kars taraflarından gelecek olan göçmenler için de bazı hanlar hazırlanarak mağduriyetleri giderilmeye çalışılmıştı. Ancak geçici olarak yerleştirilmeleri, göçmenlerin sıkıntılarını ortadan kaldırmadığı gibi başka zorlukların ortaya çıkmasına da yol açmaktaydı.
Muhacir Nizamnamesi gereği kalıcı bir şekilde yerleşmeleri sağlanıncaya kadar göçmenlere, yevmiye verilmesi gerekmekteydi. Bu uygulama çeşitli istismarlara, yetkililer ile göçmenler arasında bazı sürtüşmelerin yaşanmasına, dolayısıyla bir takım sıkıntılara yol açmaktaydı. Bazı göçmenler iskân olunmadıkları takdirde sürekli yevmiye alacaklarını bildikleri için, hükümetin yaptığı teklifi geri çevirerek yerleşmekten kaçınmaktaydılar. Mesela Bahçesaray ahalisinden Mahmud ve Ömer isimli kişiler üç hane halinde Varna’ya gelmişler, fakat iskân olunmayı kabul etmeyerek daimi surette yevmiye verilmesini talep etmişlerdi.
Kendileri için tayin edilmiş olan kalıcı iskân bölgelerinde erken yerleştirilememeleri göçmenlerin en çok şikâyet ettikleri konulardan birisiydi. Göçmenler bu tür aksamalarda devlet görevlilerinin de rolleri olduğunu düşündüklerinden onları suçlamaktaydılar. Mesela Çerkez göçmenler devletin, Rumeli’deki bina ve arazileri, kendileriyle birlikte göç ederek gelen ahali-i kadimeye verdiği, kendileri için ise arazi tahsisatı yapılmadığı yönünde şikâyetlerini dile getirmiş, devlet memurlarının, hatta devlet adamalarının bazılarının kendilerine tahammül etmediklerini söylemeye başlamışlardı. Göçmenleri görevliler ile karşı karşıya getiren en önemli mesele akrabalarından ayrılmak istememeleri olmakla birlikte, yerleştirme işlemlerinin gecikmesinde devlet görevlilerinin bazılarının ihmalleri olması da önemli bir etkendi. Nitekim göçmenler bazı yetkililerin görevlerini ihmal ettiklerini veya kötüye kullandıklarını devamlı bir surette gündeme getirerek çözüm bulunmasını istemekteydiler. Fakat görevlilerin ihmali veya görevini kötüye kullanmaları durumu genel bir sorun olmaktan çok şahsi bir meseleydi. Göçmenlerin gerek kalıcı iskân bölgelerine sevklerinde, gerekse bu yerlerde süratli bir şekilde yerleştirilmelerinde her zaman karşılaşılabilecek bir sorundu.
Bireysel de olsa göçmenlerin kalıcı iskân bölgelerine gönderildikten sonra erken iskân edilmelerinde görevlilerin doğrudan etkileri olmaktaydı. Gerekli hassasiyeti gösteren görevlilerin bu işte başarılı oldukları dolayısıyla göçmen sorununun çözümü konusunda önemli hizmetleri olduğu ortadadır. Ancak göçmenlerin iskânlarının oldukça zor bir mesele olduğu da göz ardı edilemez. Çünkü onlar için yeni köyler imar edilmesi gerekmekteydi. Bu da devlete büyük bir yük getirmekteydi. Köylerin imarında çeşitli dengelerin gözetilmesi zarureti vardı. Bu yeni yerlerin yaşamaya elverişli olması, yerleşik hakla uyum içinde olabilecekleri yerlerin seçilmesi, doğal şartların uygun olması gibi konularda hassas davranılmadığında bir süre sonra çeşitli sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmekteydi. Öyle ki, göçmenler için kurulan veya kendileri tarafından oluşturulan köyler ve kasabaların bazıları yirmi-otuz sene sonra birer mezarlık durumuna gelmişti.
Göçmenlerin, kalıcı bir şekilde iskân edildikten sonra yaşadıkları sıkıntılardan biri de, mekâna veya coğrafi şartlara alışamamaları şeklinde kendini göstermiştir. Göçmenlerin tamamının yer ile ilgili talebinin karşılanması oldukça zordu. Yer ile ilgili talepleri karşılanamadığı için geldikleri yeni coğrafyada yaşamaya devam eden göçmenler büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardı. Kafkasya’nın dağlık iklimine alışkın olan Çerkezler, bir yandan kötü hayat şartları diğer taraftan sıcak ve nemli iklim özellikleri sebebiyle salgın hastalıklarla mücadele etmek mecburiyetinde kalmış, büyük bir kısmı çeşitli hastalıklar yüzünden hayatını kaybetmişti.
Kalıcı iskân bölgelerinde yaşanan başka bir sorun da göçmenlerin iskân edildikleri yeni yerlerde yerleşik halkla yaşadıkları uyum sorunuydu. Bu yerlerde kimi zaman halk, kendilerini kabul etmemiş, kimi zaman da kendileri çevreye rahatsızlıklar vermeye başlamışlardı. Bunun sonucunda yerleşik çiftçilerle göçmenler arasında yirminci yüz yıla kadar sürecek olan düşmanlığın tohumları ekilmiştir. Arşiv belgeleri arasında bu duruma dair çeşitli örnekler mevcuttur. Kars taraflarında meskûn olan Çerkez göçmenleri Tekay kabilesine mensup olan Ali, Mahmud ve Musa beylerin arazilerine çevreden yaptıkları müdahaleler şikâyet konusu olmuş, merkezden bu müdahalenin önlenmesi için Erzurum Valisi ikaz edilmişti. Sivas bölgesinde, kendi mülkleri olmamakla beraber aşiretler tarafından kullanılan arazilerin göçmenlere tahsis edilmesi, bu aşiretlerin hoşnutsuzluğuna yol açmış ve göçmenlere sık sık saldırılar yapmaya başlamışlardı. Hatta Afşar Aşiretinin saldırılarını önlemek için askeri tedbirlere ihtiyaç olmuştu. Yine Habur taraflarına yerleştirilen göçmenleri aşiretlerin saldırılarından korumak için burada kışla inşa edilmiş olması göçmenlerle yerleşik halk arasındaki sorunun oldukça ciddi olduğunu göstermektedir.
Göçmenlerin kalıcı iskân yerlerinde mücadele etmek mecburiyetinde oldukları zorluklardan biri de geçim sıkıntısıydı. Geçim sıkıntısını gidermek üzere devlete arazi talebiyle müracaat eden göçmenlere imkânlar dâhilinde boş arazilerin verildiği görülmektedir. Göçmenlere arazilerin sadece kullanım hakkının verilmesi Anadolu’da uzun süreden beri ikamet etmekte olanların şikâyetlerine yol açmıştır. Kafkasya’dan Anadolu’ya yıllar önce gelmiş olan Çerkezler ile Abazalar, Anadolu’da ekip biçmekte oldukları arazinin mülkiyetinin kendilerine verilmesi konusunda büyük çaba göstermişler, ancak hükümet, 15-20 yıl önce gelmiş olanlara arazi verilemeyeceği yönünde olumsuz cevap verilmişti. Göçmenlerin hepsine olmasa bile çoğuna devlet tarafından arazi verilmesinin tek başına bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Çünkü göçmenlerin çoğu, tarım yöntemlerini bilmediği gibi kötü yönetim, hastalık, diğer göçmenlerin saldırıları gibi sebeplerle arazilerini bir süre sonra büyük toprak sahiplerine terk etmek mecburiyetinde kalmaktaydılar. Arazi temin etmeye muvaffak olamayanlar ise başkasının yanında işçi olarak çalışmak mecburiyetinde kalmaktaydılar.
Görüldüğü gibi iskân edilmek göçmenlerin sorunlarını ortadan kaldırmadığı gibi bazen hesapta olmayan sıkıntıların da başlangıcını meydana getirmekteydi. Tarım tekniklerinden habersiz olan göçmenlerin kendilerine tahsis edilen arazileri verimli bir şekilde kullanamamaları geçim sıkıntısını derinleştiren önemli bir etkendi. Bunun bir sonucu olarak muhtaç duruma düşen göçmenlerin durumundan yararlanan ve aralarında bazı devlet görevlilerinin bulunduğu muhtekirlere özellikle bazı Çerkez aileleri kız çocuklarını düşük bir bedel karşılığı cariye olarak satmak mecburiyetinde kalmaktaydılar. İçine düştükleri zillet, sefalet ve açlık yüzünden ölen göçmenlerin yetim çocukları da cariye olarak vükelâ hazeratına hediye olarak gönderilmişti.
Yine geçim sıkıntısına bağlı olarak göçmenler arasında başta hırsızlık olmak üzere çeşitli suçların yaygın olarak işlendiği görülmektedir. Yalnız Canik Sancağı’nda göçmenler tarafından yıllar boyu çalınan at, öküz ve davarların sayısı 25,000’e varmıştı. Göçmeler arasında, giderek artış gösteren söz konusu suçlar hükümeti harekete geçirmiştir. Buna göre, onların silahla dolaşmaları yasaklanmış, kabile üyelerinin hırsızlık, yağmacılık gibi fiilleri işlemeyeceklerine dair ileri gelen kabile beylerinden birini kefil göstermeleri şartı getirilmiştir. Buna rağmen suç işlemenin önüne geçilemediği durumlarda hapis ve sürgün cezalarına başvurulması kararlaştırılmıştır. Bütün çabalara rağmen ortaya çıkan tablo ürkütücüydü. Bu durumu savaşların doğal sonuçları olarak değerlendirmek mümkündür. Nitekim günümüzde de savaşların benzer sonuçlar doğurduğu görülmektedir. Kalıcı iskân bölgelerinde yaşanan bu türden sorunların işin tabiatı gereği olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü Kırım Savaşı örneğinde olduğu gibi savaş dönemlerinde ülke dışından gelen göçmen sayısı bazen yüz binlerle ifade edilmektedir. Buna içinde bulunulan şartlar ve genel anlamda felaketin boyutları da eklendiğinde çeşitli aksamaların yaşanması kaçınılmaz bir hale gelmekteydi.

2- Göçmenlere Dair Alınan Tedbirler

Osmanlı Devleti XIX yüzyıl boyunca çeşitli dönemlerde göçmenlerin yoğun ilgisine muhatap olduğundan bazı tedbirler almak mecburiyetinde kalmıştı. Bu tedbirlerin en önemlisi bazı kurumlar ve kuruluşlar ihdas etmek veya yenilerini tesis etmektir. XIX. yüzyılın ilk yarısında yüzyılın ikinci yarısı kadar olmasa bile Osmanlı memleketine göçmenlerin ilgisi olmuştur. Söz konusu dönemde göçmen meselesi ile ilgilenmek üzere İstanbul’da Şehremaneti, diğer vilayetlerde belediyeler görev yapmışlardır. Bu kapsamada 1839 tarihinde göç ve göçmen işlerini yürütmek İstanbul’da Şehremaneti’ne; diğer vilayetlerde ise belediyelere verilmişti. Halktan ve hazineden aldığı yardımlarla çalışan Şehremaneti bu görevini 1859 tarihine kadar sürdürmüştü.
Kırım Savaşı göçmen meselesinde bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Çünkü Osmanlı idaresi hiç beklemediği, dolayısıyla önceden ciddi bir hazırlık yapmaya fırsat bulamadan yüz yüze kaldığı büyük bir göçmen sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Ülkenin ekonomik durumun bozuk olmasına rağmen devlet gerekli tedbirleri almaya gayret etmiş ve büyük masraflar yapmıştır. Buna rağmen göçmenlerin sevki ancak 1865 kışında tamamlanabilmişti. Sevk işlemleri tamamlanıncaya kadar göçmenlerin büyük sıkıntılar çekmeleri kaçınılmaz olmuştur. Nitekim bu esnada sevk edilmeyi bekleyen çok sayıda göçmen Kafkasya’da beklerken açlık, hastalık, soğuk ve düşman saldırısı yüzünden hayatını kaybetmişti.
Geçici iskân yerlerindeki göçmenlerin mağduriyetini ortadan kaldırmak için bazı tedbirler alındığı bilinmektedir. Bu çerçevede yapılan önemli bir uygulama, İstanbul’da geçici iskâna tabi tutulan göçmenlerin barındıkları yerlerin kiralarının, ekmek ve nakliyat masraflarının devlet tarafından karşılanmasıydı. Yine göçmenlerin elbise ihtiyaçlarını da devlet gidermekteydi. Özellikle kış aylarında büyük önem arz eden yakacak sorunu da devlet tarafından halledilmekteydi. Muhâcirîn Komisyonu aracılığıyla göçmenler için kömür ve diğer yakacak malzemesi satın alınmaktaydı. Bunun için komisyona yeterli miktarda para verilmekteydi. Diğer taraftan İstanbul’da geçici iskâna tabi tutulan göçmenlerin sağlık sorunlarıyla da yakından ilgilenilmiş, bu konuda gereken tedbirler alınmıştır. Buna göre, hasta erkek göçmenlerin Gurebâ Hastanesinde tedavi görmeleri, kadınlar için ise Yenibahçe Hastanesi’nde bir koğuş tahsis edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu tedbirlere rağmen göçmenlerin yoğun olarak bir arada barındıkları yerlerde salgın hastalıkların önüne geçilememiştir.
Göçmenlerin sevk ve iskân edilmelerinde ve ihtiyaçlarının karşılanmasında asıl önemli adım, Muhâcirîn Komisyonu’nun kurulmasıdır. Çünkü göç ve göçmen meselesinin daha ciddi boyutlara varması, sadece bu işle ilgilenecek bir birime ihtiyaç doğurmuştur. Bunun üzerine bir komisyonun kurulmasına karar verilmiştir. Muhâcirîn Komisyonu’nun kurulması, özellikle savaş sonrası dönemlerde Osmanlı memleketine doğru yoğun bir şekilde harekete geçen göçmenlerin sevk ve iskân edilmeleri ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması konusunda önemli bir tedbirdir. Komisyon ilk olarak 1860 tarihinde Trabzon Valisi Hafız Paşa yönetiminde İdâre-i Umumiyye-i Muhâcirûn Komisyonu adıyla kurulmuştur. Göç olaylarında yavaşlama meydana geldiğinde veya komisyona olan ihtiyaç ortadan kalktığında lağvedilmiş olan komisyon, göçlerin yoğunlaşması üzerine yeniden kurulmuştur. Komisyonun, XIX. yüzyılın ikinci yarısı boyunca, kısa süreli kesintiler hariç tutulursa sürekli mevcut olup görev yapması, söz konusu dönemde göçmenlik meselesinin daima gündemde bulunduğuna işaret etmektedir. Bunun yanında komisyonun, lağvedildiği için görevde bulunmadığı dönemlerde de göçmenlik meselesi ile ilgilenen bir birimin var olduğu unutulmamalıdır.
Muhâcirîn Komisyonu’nun en yoğun çalışma dönemi 1860-1864 tarihleri arası dönemdir. 1864’te Osmanlı memleketine gelen göçmenlerin iskânları büyük ölçüde tamamlanmış, böylece komisyonun işlerinde azalma meydana gelmişti. Bununla bağlantılı olarak 1866’da vilayet ve sancaklardaki sevk ve iskân memurlukları lağvedilmeye başlamıştı. Ancak beklenmeyen bir göçmen hareketliliği olması halinde gelenleri yerleştirmek için özel iskân memurları tayin edilirdi. Bu görevlendirmeyi yapan komisyon aynı zamanda memurların yanına kâtip, tercüman ve zaptiye vererek onların daha verimli ve güvenli bir şekilde çalışmalarını sağlardı. Muhâcirîn Komisyonu 01 Safer 1292/09 Mart 1875 tarihine kadar görev yapmıştır. Osmanlı memleketine gelen göçmen sayısında ciddi bir azalma meydana geldiğinden komisyona olan ihtiyaç büyük ölçüde ortadan kalmış ve komisyonun lağvedilmesine karar verilmiştir. Bu tarihten sonra komisyonun görev ve yetkileri Zaptiye Nezareti’ne devredilmiştir.
İlk olarak 1860 yılında kurulan Muhâcirîn Komisyonu görev yaptığı süre içinde ciddi başarılar elde etmiştir. Bu dönmede gelen göçmenlerin misafir edilmesi, kalıcı iskân bölgelerinin tespit edilerek göçmenlerin buralara sevk ve iskân edilmeleri, gerekirse göçmenlere ev-bark, hayvan ve tohum verilmesi, misafir olarak bulundukları veya yerleştirildikleri halde henüz ürün alamayan göçmenlere yevmiye bağlanıp diğer yardımların yapılması, kışlık yakacak temin edilmesi, gerek halkın yapacağı yardımların gerekse hazineden onlar için verilecek paraların uygun bir şekilde sarf edilmesi Muhâcirîn Komisyonun yerine getirdiği görevler olarak sıralanabilir. Bunun yanında komisyonun, göçmenlerin yerleştikleri yerin sosyal yapısına uyum sağlamalarını temin etmek gibi önemli bir görevi daha vardı. Komisyonun görevleri belirlenirken, göçmenleri iskân ve onlara çeşitli yardımlar yapmak dışında, geldikleri yeni ortama uyumlarının sağlanması gibi bir ayrıntının dâhi düşünülmesi oldukça ilgi çekicidir. Çünkü bunun göçmenlikte, diğer sorunlara göre giderilmesi daha zor bir mesele olduğu bilinmektedir.
Devlet tarafından alınan önemli tedbirlerden biri de göçmenlere yevmiye bağlanarak, kalıcı bir gelire sahip oluncaya kadar geçimlerini temin etmelerine yardımcı olmaktı. Muhâcir Nizamnâmesi gereği, misafir olarak bulunanlara ve yerleştirildiği halde henüz ürün elde edemeyenlere yevmiye verilmesi gerekmekteydi. Bu çerçevede kış mevsimi yaklaşmış olduğundan kalıcı iskânları gerçekleşmeyen göçmenlerin muvakkaten çeşitli hanlara yerleştirilmeleri ve onlara yetecek miktarda buğday, un ve diğer zahire verilmesi emri Ankara Valisi’ne telgrafla bildirilmiş ve gerekeni yapması istenmişti.
Gerek devlet tarafından tespit edilen gerekse kendilerinin talepleri gözetilerek belirlenen yerlere yerleştirilmeleri tek başına göçmenlerin bütün sıkıntılarını gidermekten uzaktı. Yerleştirildikten sonraki ihtiyaçlarının karşılanması da hayati önemi haizdi. Böyle zamanlarda göçmenlerden de destek istendiği anlaşılmaktadır. Nitekim bir arşiv kaydında geçen ifadeler, devletin göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılarken kendilerinden de bir bedel alma yoluna gittiğini göstermektedir. Yine bazı yerlerde yaşanan çeşitli anlaşmazlıklara rağmen halkın da genel olarak göçmenlere gerekli yaptığı görülmektedir. Bu kapsamda Kırım göçmenleri için Silistre, İslimye, Tırnova, Vidin gibi yerlerde, masrafları eyaletlerin bütçelerinden karşılanmak üzere inşa edilen evlerin yapımında halk büyük bir destek vermiş, bunun karşılığında devlet de kendilerini taltif etmişti. Kırım Savaşı sürecinde Osmanlı memleketine gelen göçmenlerin sayısı dikkate alındığında, zorluklar bütünüyle ortadan kaldırılmamakla beraber alınan tedbirlerin büyük ölçüde amacına ulaştığı ve önemli bir ihtiyacı giderdiği söylenebilir.

Sonuç

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti ile Rusya’nın karşı karşıya geldiği en önemli savaşlardan biri olan Kırım Savaşı Rusya’yı da ciddi manada etkilemiş olmakla beraber asıl büyük tahribatı Osmanlı Devleti’ne yapmıştır. Osmanlı Devleti birçok bakımdan büyük zararlara uğramış olmakla beraber özellikle nüfus hareketleri bakımından ciddi sarsıntılar geçirmiştir. Kırım Savaşı esnasında ve sonrasında Osmanlı memleketine doğru büyük gruplar halinde gelen göçmenlerin sorunlarıyla devlet uzun yıllar uğraşmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu konudaki en önemli mesele göçmenlerin sevk ve iskânlarıydı. Bunun sağlanabilmesi için gerekli bütün tedbirler alınmış olmakla beraber Osmanlı memleketine gelen göçmen kitlesinin büyüklüğü sebebiyle uygulamada bazı sorunlar yaşanmıştır.
Rusya’nın işgali veya tehdidi altındaki bölgelerden Osmanlı ülkesine doğru harekete geçen göçmenlerin yaşadıkları sorunlar ilk olarak yolculukları boyunca ortaya çıkmıştır. Bu aşamada karşılaşılan en önemli sıkıntı güvenli bir yolculuk için gerekli şartların mevcut olmamasıydı. Göçmenleri Osmanlı memleketine taşıyacak olan nakil vasıtalarının yetersizliği ve nakliyat sırasında yaşanan aksamalar yüzünden çok sayıda insan hayatını kaybetmişti. Yolculuk boyunca yaşanan ciddi bir sorun da yeterli beslenememe ve açlık sorunuydu. Yeterli gıda alamadıkları için hayatını kaybeden çok sayıda kişi olmuştu.
Beslenme ile ilgi sorun intikal bölgelerinde daha ciddi bir düzeyde devam etmekteydi Bunun yanında barınma imkânlarının çok sınırlı olması ve zamanında iskân bölgelerine sevk edilememek de göçmenlerin yaşadıkları büyük zorluklardan olmuştur. Göçmenlerin yoğun olarak geldikleri başkent İstanbul en önemli intikal bölgesiydi. Trabzon ve Samsun limanları da binlerce göçmeninin geldiği yerler arasındaydı. İntikal bölgelerine gelen göçmenlerin, sevk edilinceye kadar geçici bir iskâna tabi tutulmaları, bu esnada barındırılmaları ve beslenmeleri ile giyim ve ısınma başta olmak üzere diğer ihtiyaçlarının karşılanmasında ciddi aksamalar meydana gelmiştir. Bu esnada binlerce insan salgın hastalık, kötü beslenme ve açlık yüzünden hayatını kaybetmiştir. Geçici iskân bölgelerinde görülen başka bir sorun da güvenlikle ilgiliydi.
Göçmenlerin parasal ihtiyaçlarını karşılamak için devlet ve memurlar gibi halk da büyük gayret göstermişti. Ancak gelen kitlenin büyüklüğü karşısında yapılanlar yetersiz kalmıştır. Göçmenler kalıcı iskân bölgelerine sevk edilme aşamasında yer taleplerinde daha çok akrabalarının önceden gittiği yerlere yerleşmek istemişlerdir. Yine bazıları bir süre sonra kendi memleketine dönecekleri düşüncesiyle, mümkün olduğu kadar yakın yerlere yerleştirilmeyi talep etmişlerdi. Göçmenlerin taleplerinin bir kısmının karşılanamaması bazı şikâyetlere konu olmuştur.
Kalıcı iskân bölgelerinde kendileri için ayarlanmış olan yerlere ulaşmayı başaran göçmenler büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş olmaktaydılar. Ancak söz konusu yerlerde başka sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bunda, teknik bir takım aksaklıkların yanında devlet görevlilerinin bazılarının ihmali de rol oynamıştır. Öyle ki, bu görevliler yetkililer tarafından çeşitli kereler ikaz edilmişler, hatta görevden alınanlar dahi olmuştur. Coğrafyaya ve iklime uyum sağlayamamak, yerli hakla yaşanan uyumsuzluklar, arazi anlaşmazlıkları hatta çatışmalar göçmenleri bir hayli yıpratmıştır. Göçmenlerin kalıcı iskân bölgelerindeki temel sorunlarından biri de geçim derdi idi. Tarım yapma konusundaki acemilikleri başlı başına bir sıkıntı olarak dikkatleri çekmekle birlikte, göçmenlerin bir kısmına arazi tahsisinin yapılamamış olması veya bu konuda geç kalınması çeşitli şikâyetlere yol açmıştır. Kendi arazisinde tarım yapma şansı bulamadığı için başkasının tarlasında işçi olarak çalışan göçmenlerin bazılarının geçim sıkıntısından dolayı bazı yolsuzluklara bulaştığı da karşılaşılan bir durumdu.
XIX. yüzyılın ikini yarısı boyunca yaklaşık elli yıllık dönemde adeta göçmen akınına sahne olan Osmanlı memleketinde bu gelişmelerden kaynaklanan çeşitli sorunlar yaşandığı bilinmektedir. Devlet, Kırım Savaşı sürecinde yüz binlerce göçmeninin sorunu ile yüz yüze kalmış ve içinde bulunduğu ağır şartlara rağmen bu sorunu çözmek için gayret göstermişti. Bu gayretin sonuç verdiği ve devletin bu büyük zorlukları aşma konusunda başarılı olduğu kolaylıkla söylenebilir. Ülkeye gelen göçmenlerin çoğunun kısa sayılabilecek bir sürede çeşitli yerlere yerleştirilmiş olmasından da bunu anlamak mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA
ARAMA YAP