Ali İhsan KARATAŞ
Osmanlı esnafı, faaliyetlerini, belli kuralları olan bir esnaf teşkilâtı bünyesinde yürütürdü. Her meslek grubunun ayrı bir örgütü vardı. Hiyerarşik bir yapıya sahip olan bu teşkilâtların en yetkilileri şeyh ve kethüdalardı. Gayrimüslim esnaf ve tüccar da, Müslümanların tabi olduğu esnaf teşkilâtının içinde yer alır ve bu teşkilatça hazırlanan nizamnamelere göre faaliyet gösterirlerdi. Böylece zimmî esnafın faaliyetlerinin kontrol altında tutulması, vergilerinin alınması ve daha da önemlisi toplumdan soyutlanmaması sağlanmaktaydı.
Esnafın reisi konumunda olan kethüda, Müslüman ve gayrimüslim esnafın ittifakıyla seçilirdi. Nitekim terziler kethüdası Derviş Ahmed bin Mehmed’in vefatı üzerine söz konusu mesleğin üyeleri olan bir grup Müslüman ve zimmî esnaf, ölen zatın oğlu Hacı Mustafa’yı kethüda olarak seçmişler ve mahkemeden onaylanmasını istemişlerdi.
Osmanlı toplumunda esnaf olabilmenin belli şartları vardı. Bu şartların yerine getirilmesi uzun sayılabilecek bir zaman dilimini içermekteydi. Esnaf adayı bu süre zarfında meslekî ve ahlâki bir eğitimden geçirilerek olgun bir kişi hâline getirilmeye çalışılırdı. Zira Osmanlı Devleti’nde esnafın meslekî tecrübesinin yanında ahlâki yönünün de gelişmiş olmasına azami derecede dikkat edilirdi.
Henüz çocukluk yaşında başlayan meslekî eğitimin bazı aşamaları vardı: Bunların başında yamaklık gelmektedir. Ufak tefek işlerde esnafa yardımcı olan yamaklar iki yıl sonra çıraklığa terfi ederlerdi. Çıraklık bir bakıma meslekî eğitimin başlangıcıydı ve üç yıl sürerdi. Çıraklığı başarıyla tamamlayanlar kalfalığa yükselirdi. Esnaf eğitiminde çok önemli bir dönem olan kalfalık da üç yıl sürmekteydi. Kalfalıktan bir üst mevki olan ustalığa terfi etmek önemliydi. Zira kalfa artık yetişen konumundan yetiştiren konumuna yükselmekteydi. Çıraklık, kalfalık ve ustalığa geçiş esnasında törenler düzenlenirdi. Müslüman esnafın eğitilmesiyle ilgili bu süreç gayrimüslim esnaf için de geçerliydi. Zira gayrimüslimler de Müslüman esnafla aynı nizama tabi idiler.
Meslekî eğitimini tamamlayan esnaf adayı, ilgili esnaf nizamnamesinde belirtilen şartlar dahilinde müstakil veya başkalarıyla ortak olarak iş yeri açabilmekteydi. Kuyumcu ve bakkal gibi kimi esnaf, ticari faaliyetlerini genellikle müstakil olarak kiraladıkları dükkânlarda yürütürlerdi. Bununla birlikte özellikle imalat sektöründe çalışan esnaf, birbirleriyle ilişkili iş yaptıkları için ortak olarak dükkân kiralamaktaydılar. Mesela bir belgeye göre, yünlü kumaş boyayan Müslüman ve zimmîlerden oluşan oniki kişilik esnaf grubu ortak bir dükkân kiralamışlardı.
Benzer işleri yapan esnaf birçok konuda birbirlerine ihtiyaç duymaktaydılar. Bu nedenle birbirlerine yakın mekanlarda iş yapmak istiyorlardı. Nitekim dikici esnafına mensup Müslüman ve zimmîlerden oluşan bir grup, Divan-ı Hümayun’a başvurarak dükkânları olmadığı için dağınık durumda bulunduklarını bildirmiş, bu nedenle Bursa’da merhum İshak Paşa evkafından “sûk-i cedid” (yeni çarşı) olarak bilinen çarşıdaki dükkânlardan kendilerine yer tahsis edilmesini talep etmiş ve bu doğrultuda bir ferman almışlardı.
Bursa esnafı arasında ortak iş kurma oldukça yaygındı. Gayrimüslimler de çoğunlukla kendi dindaşlarıyla ortak iş yapmanın yanında dindaşı olmayanlarla da ortaklık kurabiliyorlardı. Örneğin, Musa veled-i David, Kemal veled-i Aslan ve Bayram veled-i Haydar adlı Yahudiler kendi aralarında, Anaştaş veled-i Zefiri ve Fota veled-i Yorgi adlı Hıristiyanlar kendi aralarında, Bağdadioğlu Dimitraki de Seyyit Ali Çelebi’yle birlikte şirket kurmuştu.
Farklı usullerle kurulan ortaklıklar arasında en fazla görüleni, insanların sermayelerini birleştirerek şirketleşmeleriydi. Bu şekilde kurulan şirketlerde taraflardan her biri belli bir sermayeyle ortaklığa katılır ve her yıl sermayesi oranında kârdan pay alırdı. Örneğin, sermaye ortaklığıyla kurulan bir şirketin ortakları arasında kâr dağıtımından kaynaklanan alacak davasıyla ilgili bir kayıtta şirketin hangi amaç ve şartlarla kurulduğu şöyle ifade edilmiştir: “…Bursa’da mütemekkin Anaştaş veled-i Zefiri nâm zimmî meclis-i şer‘i şerîf-i enverde işbu hâmilu’s-sifr bakkal esnâfından Fota veled-i Yorgi nâm zimmî müvâcehesinde üzerine da‘vâ ve takrîr-i kelâm edüb târih-i vesîkadan sekiz ay mukaddem mesfûr Fota zimmînin mahrûse-i mezbûrede Muradiye Sûk’unda vâki‘ bir bâb dükkânı derûnunda her birimize re’s malımızı aldıktan sonra hâsıl olan fâide beynimizde berâber olmak üzere bakkal metâ‘ı bey‘ ve şirâ esnâsında ben mesfûr ile şerikler olub…”
Bursa’daki gayrimüslim esnafın toplu olarak sayısını veren herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte mahkeme kayıtları arasında konuyla ilgili çok sayıda bireysel belge yer almaktadır. Bu belgelerden hareketle Bursa’daki zimmîlerin büyük ölçüde hayatın her alanıyla ilgili meslekleri ifa ettikleri söylenebilir. Zira belgelerde doğrudan veya dolaylı olarak birçok zimmînin hangi meslek erbabından olduğu belirtilmektedir.
XIX. yüzyıl Bursa sicillerinde, Bursa’daki esnafın mesleklerine göre sayısını belirten iki farklı liste hazırlanmıştır. İhtisap vergisi ödenmesiyle ilgili olarak hazırlanan listeler, dükkân sahibi olan veya olmayan esnafın sayısını ve ödemeleri gereken günlük vergi miktarını göstermektedir. 1827 ve 1843 tarihli olan bu listelerde esnafın mensup olduğu din de belirtilmektedir. Buna göre 1827 tarihi itibarıyla ihtisap vergisi ödemekle yükümlü olan toplam 4.567 kişiden 3.829’si (%83.84) Müslüman, 78’i Yahudi ve 660’si de Ermeni ve Rum olmak üzere toplam 738’i (%16.15) gayrimüslimlerden oluşmuştur. Bu rakamlar dikkate alındığında, Bursa’nın iktisadi hayatında Müslümanların, gayrimüslimlere göre çok belirgin bir üstünlüğe sahip oldukları görülmektedir.
Söz konusu vergi listesine göre zimmîler içinde Yahudilerin yer aldıkları meslekler şunlardır: Attar(6), bıçakçı(7), elvan boyacısı(4), hiyaketçi(19) ve kazzaz(42). Ermeni ve Rumlardan oluşan Hıristiyanların yer aldıkları meslekler ve esnaf sayısı ise şöyledir: Bakırcı(24), berber(23), bezzaz(86), Büyük Batpazarı esnafı(48), dikici(57), doğramacı(39), duhancı(10), Eski Batpazarı dellalları(2), Eski Batpazarı esnafı(32), hamamlar (Bursa içi-12, Bursa dışı-6), hanlarda kalan tüccar(34), hiyaketçi(155), İzmir tüccarı(5), keresteci(16), kumaşçı (dükkânsız-13, dükkânlı-72), sahtiyan tüccarı(4), Sipah Çarşısı esnafı(22), susam yağcı(2).
Bursa’daki zimmîlerin millet esasına göre yoğunlaştıkları iş alanları hakkında elimizde kesin veriler mevcut olmamakla birlikte sicillerde bazı değerlendirmeler yapabileceğimiz belgeler bulunmaktadır. Örneğin, 1797 yılında Bursa’daki zimmîlerin kendi bağlarında yetiştirdikleri üzümden elde ettikleri alkollü içecekler (hamr ve arak) için ne kadar vergi ödemeleri gerektiğini belirten ve Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler olmak üzere üç ayrı başlık altında tasnif edilen bir liste hazırlanmıştır. 233 Ermeni, 215 Rum ve 34 Yahudi olmak üzere toplam 479 kişinin kayıtlı olduğu listede 90 Ermeni, 107 Rum ve 10 Yahudi’nin ismiyle birlikte mesleği de belirtilmiştir. Bu listeden Ermeni ve Rumların bazı mesleklerde birbirlerine yakın oranlarda iş yaptıkları, bazılarında ise ayrıştıkları anlaşılmaktadır. Örneğin, kuyumculuk ve kürkçülük gibi iş kollarında her iki grup da birbirlerine yakın sayıda esnafa sahiptir. Ancak Ermenilerden sekiz çilingir, yedi bezzaz olmasına karşılık listede Rumlar arasında bu mesleği icra eden esnaf görülmemektedir. Bununla birlikte Rumlardan altı bakkal, ondokuz kutnici esnafına mukabil Ermenilerden bakkal yok iken sadece iki kutnici esnafı listede yer almıştır. Söz konusu listeden Bursa’daki zimmîlerin kuyumculuk, boyacılık, çilingirlik, kutnuculuk, bakkallık, terzilik ve kürkçülük alanlarında yoğunlaştıkları anlaşılmaktadır.
Osmanlı esnafının en önemli kredi kaynağı bir tüzel kişi olarak kabul edilebilecek olan vakıflardır. Hangi amaçla kurulmuş olursa olsun vakıfların büyük çoğunluğu esnafa belirli şartlar dahilinde kredi vermekteydi. Hatta fakirlere yardım ve mabetlerin ihtiyaçlarının karşılanması gibi hayır işlerinin yanında, sadece esnafın kredi ihtiyacının giderilmesi amacıyla kurulan vakıflar da bulunmaktaydı.
Farklı amaçlarla vakıf kurma işi Müslümanlar arasında oldukça yaygındı. Gayrimüslim esnaf da Müslümanlardan etkilenerek çoğunlukla kendi dindaşlarından olan esnafın sermaye ihtiyacını karşılamak amacıyla farklı adlar altında vakıflar kurmuşlardır. Bu amaçla kurulan vakıflardan bazıları şunlardır: Çilingir esnafı iaşesi için Ermeni Hıristiyanları vakfı, kökçü esnafı için Ermeni Hıristiyanları vakfı, kuyumcu esnafı için Hıristiyan kuyumcular vakfı, kürkçü esnafı mühimmatı için Hıristiyan kürkçüler vakfı.
Herhangi bir esnaf örgütünün ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan vakıflar, kendi mensubu olan esnafın ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan parayı diğer esnaf üyelerine de kredi olarak verirdi. Örneğin, yukarıda adı geçen kökçü esnafının kurduğu vakıftan kredi aldığı anlaşılan 20 zimmîden 4’ü kökçü 8’i farklı mesleklerden olmak üzere toplam 12’si esnaftır.
Müslüman esnafın zimmî vakıflarından borç para almaları pek yaygın değildi. Müslümanların bu tutumlarının dinî hassasiyetlerden kaynaklanabileceği gibi kredi için zimmî vakıflarına ihtiyaç duymamaları nedeniyle de olduğu söylenebilir. Buna karşılık zimmî esnaf, kendi vakıfları yanında Müslümanların kurduğu vakıflardan da sık sık kredi almıştır. Muhtemelen zimmî vakıflarının çok yaygın olmaması onları kredi konusunda Müslüman vakıflarına yöneltmiştir.
Esnafı ilgilendirilen vergiler konusunda Müslümanlarla zimmîler arasında fark gözetilmezdi. İster Müslüman ister zimmî olsun her esnaf, bağlı olduğu teşkilat yöneticileri aracılığıyla kendilerine tarh edilen vergiyi öderdi.
Merkezî yönetim, hangi esnaf grubundan ne kadar vergi alınacağını belirler ve bunu şehir yöneticilerine bildirirdi. Daha sonra esnaf yöneticileri kendi sorumlulukları altında bulunanlardan vergileri toplayarak ilgili yerlere teslim ederlerdi. Aynı mesleği icra eden esnafa takdir edilen vergi, esnaf içinde yer alan Müslüman ve gayrimüslimlerin sayıları dikkate alınarak tevzi edilmekteydi.
Kayıtlardan Bursa’da farklı dinlere mensup gayrimüslimler arasında vergi ödeme hususunda zaman zaman bazı ihtilafların yaşandığı anlaşılmaktadır. 1759 tarihli bir belgeye göre kazzaz esnafına isabet eden verginin üçte ikisini Yahudiler, üçte birini ise Müslümanlar ödemekteydiler. Ancak Yahudiler mahkemede, Müslümanların ve kendilerinin ödedikleri vergi oranlarını belirttikten sonra durumlarının iyi olmaması sebebiyle vergi ödeme konusunda zorlandıklarını, bu sebeple kazzaz esnafına takdir edilen verginin kendileriyle Müslümanlar arasında yarı yarıya taksim edilmesini istemişlerdi. Müslüman kazzazlar ise “sizin erkeklerinizle birlikte kadınlarınız da mezkur sanat erbabındandır. Ayrıca kazzazlara lazım olan metaın tamamını işlemenin yanında başka yerlerde de imalatta bulunarak alım satım yapıyorsunuz. Bundan dolayı sizin menfaatiniz bizden daha çoktur” diyerek Yahudilerin teklifini reddetmişlerdi. Bunun üzerine aralarında anlaşmazlık çıkmış, ancak neticede kendi aralarında kaleme aldıkları yeni bir nizamname üzerinde anlaşarak problemi çözmüşlerdi. Yeni nizamnameye göre vergide eski oranların korunmasına karşılık, Yahudilerin daha çok çeşit mal üretebilmeleri imkanı sağlanmıştı.
Esnaf arasında haksız rekabet, imalattaki kalitenin bozulması, fiyatların değiştirilmesi ve benzeri konularda sık sık anlaşmazlıklar yaşanmaktaydı. Aynı mesleği icra etmelerine rağmen çeşitli amaçlarla esnaf nizamnamesini ihlâl edenler, esnafın diğer üyeleri tarafından şikayet edilir ve gerekli önlemlerin alınması istenirdi. Esnaf arasındaki problemlerin çoğu, bir grubun elde ettiği iş yapma imkânının başkaları tarafından haksız olarak paylaşılmak istenmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu konuda çok çetin bir mücadelenin yaşandığı anlaşılmaktadır. Bir tarafta iş yapma hakkını elde edenler, diğer tarafta izinsiz olarak mesleği icra etmeye çalışanlar veya benzer işleri yapmalarına rağmen kendi iş alanını daha da genişletip diğerlerininkini daraltarak bir bakıma piyasayı kontrolü altında tutmak isteyenler vardı.
Boyacılık, içe dönük meslekî problemlerin en yoğun yaşandığı esnaf teşkilatıdır. Bursa’nın bir tekstil merkezi olması nedeniyle boyacılık mesleği iş yoğunluğu ve istihdam edilen eleman sayısı bakımından meslekler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Boyanan kumaşların çeşitliliği, boya renklerinin çok farklı oluşu ve istihdam edilen elemanların çok oluşu bazı sıkıntıları da beraberinde getirmekteydi.
Boyacı esnafının yaşadığı problemlerin başında, boyanacak tekstil ürünlerinden hangilerinin kimler tarafından boyanacağı ve boyacılık yapma yetkisi olmayanların kaçak olarak bu işi yapmaya çalışmaları gelmekteydi. 1790 tarihli bir kayda göre Bursa’daki boyacı esnafından beş zimmî mahkemede, Sultan Ahmet Evkafı’ndan olan dükkânda iş yapan ve kethüdaları Müslüman, ustaları gayrimüslim olan sekiz kişilik başka bir boyacı grubuyla yaşadıkları problemleri anlattıktan sonra aralarındaki problemi çözdüklerini ve bazı şartlar üzerinde anlaştıklarını belirterek durumun tescil edilmesini ve bu konuda kendilerine hüccet verilmesini istemişlerdir.
Boyacılarla ilgili nizamnamede belirtilen şartlar içinde izinsiz olarak bu işi yapanların malzemelerine el konulacağı zikredilmiştir. Bu cezanın zaman zaman uygulandığı, ilgili belgelerden anlaşılmaktadır. 1790 tarihli bir belgede sekiz kişilik boyacı ustasından oluşan bir grup, mahkemede, bazı eşyanın boyanması işi kendilerine ait iken, daha önceden boyacılık yapan ancak şimdi başka işlerle meşgul oldukları hâlde hâlâ dükkânlarında boyama işlerini yapmaya çalışan Yorgi ve Todori adlı zimmîler hakkında şikayetçi olmuşlardır. Durum Yorgi ve Todori’ye iletilince onlar da iddiayı kabul etmişler ve ellerinde mevcut olan boyacılıkla ilgili aletleri teslim ederek bir daha bu işi yapmayacaklarına dair söz vermişlerdir. Ayrıca eğer bir daha böyle bir şeye kalkışırlarsa cezalandırılacakları da kendilerine bildirilmiştir.
1788 yılında da yine boyacı esnafından bir grup zimmî mahkemeye müracaat ederek boyacılık işinde kullandıkları tiz-abı (kezzap) Musa ve Yasef adlı yahudilerden aldıklarını söyledikten sonra son zamanlarda aldıkları tiz-abın hileli olduğu, bu nedenle boyadıkları eşyanın renklerinin bozulduğu gerekçesiyle şikayetçi olmuşlar ve mezkur Yahudilerin cezalandırılmasını istemişlerdir. Mahkemeye celb edilen Musa ve Yasef’ten durum sorulduğunda onlar da haklarındaki iddiayı kabul ederek suçlarını itiraf etmişlerdir. Esnafın zararlarının adı geçen Yahudiler tarafından karşılanmasına karar verilmiştir.
Aynı meslek grubu içerisindeki anlaşmazlıklar büyük ölçüde boyama işleriyle uğraşan esnaf arasında olmakla birlikte diğer sanat grupları içerisinde de benzer problemler yaşanmaktaydı. Örneğin, 1765 yılında çömlekçi taifesinden olan altı kişilik gayrimüslim esnaf grubu mahkemede, “Bizim ürettiğimiz çömleklerin ölçüleri ve fiyatları belli olduğu hâlde, dükkânlarında bizim ürettiğimiz çömlekleri satan esnaftan bazıları başkalarına çömlek satmamıza engel olmanın yanında çömlek fiyatlarını da değiştiriyorlar” diyerek çömlek satan diğer meslektaşlarından şikayetçi olmuşlardı. Çömlekçi zimmîlerin şikayetlerinde haklı olduklarının anlaşılması üzerine mahkeme durumun düzeltilmesi yönünde karar vermişti. Simkeş esnafı da kendi mensuplarından Abraham veled-i Kirkor hakkında nizamnamelere uymadığı ve esnafa zarar verdiği gerekçesiyle şikayetçi olmuştur.
Her meslek grubunun yapacağı işler nizamnamelerle belirtildiğinden bir esnaf grubu başka bir gruba ait işleri yapmaya kalkışırsa, daha önce o alanda iş yapma hakkını elde etmiş olan esnaf grubu mahkemeye başvurarak diğerlerinin engellenmesini sağlardı. Postalcı taifesinden bir grup esnaf şikayetçi oldukları çizmeci esnafı hakkında aşağıdaki suçlamalarda bulunmuşlardı.“Beyaz su sığırı derilerini alıp işlemek bizlere ait, kara su sığırı derilerini işleyip onlardan çizme yapmak da çizmeci taifesine aitti. Ancak bir müddetten beri çizmeci taifesi beyaz su sığırı derilerini satın alarak çizme yapıyorlar ve Haffafan Çarşısı’nda satıyorlar. Bu durum bizim mesleğimizi olumsuz etkiliyor. Bu nedenle çizmeci esnafının uyarılarak beyaz su sığırı derilerini işlemelerinin engellenmesini istiyoruz.”
Kırmızı iplik boyacılarıyla beledici ve peştemalcı esnafı arasında da boyama işinin kalitesiyle ilgili anlaşmazlık çıkmıştı. Ayrıca yukarıdaki örneklere benzer anlaşmazlıklar fesçi taifesiyle bezzaz esnafı arasında, kalpakçı esnafıyla abacı esnafı arasında , bakırcı esnafıyla Eski Batpazarı esnafı arasında ve hallac taifesiyle kavukçu taifesi arasında da yaşanmıştı. Rekabet, haksız kazanç elde etme gibi amaçlarla yaşanan bütün bu anlaşmazlıklar içinde hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler yer almaktaydı.
Müslümanlarla gayrimüslimler arasında zaman zaman rekabet yaşanmaktaydı. Bununla birlikte kadıların, esnaf arasında yaşanan rekabet nedeniyle kendilerine intikal eden davaları din ve ırk farklılıklarını dikkate almadan sonuçlandırdıkları rahatlıkla söylenebilir. 1777 tarihli bir belgeye göre boyacı esnafından Dimitri, Yani, Kostantin ve Hıristo adlı zimmîler mahkemeye müracaat ederek: “Biz eskiden beri boyacı taifesinin ‘pir u perver’ ustalarındanız. Mezkûr sanattaki maharetimiz herkes tarafından bilinmektedir. Ayrıca vergilerden bize isabet eden hisseyi düzenli olarak ödemekteyiz. Ancak bütün emtianın kendileri tarafından boyanmasını arzu eden bazı Müslüman boyacılar, siz ‘pir u perver’ değilsiniz diyerek bizim yeniden ustalık belgesi almamızı istediler. Bunun üzerine biz, boyacı taifesinin eskiden beri kullandıkları boya ile ipek ve diğer eşyayı boyadığımızı belirttik. Ancak bu defa, biz size kullanılmış çuka iplik ve yemeni parçaları boyamanıza izin vermiştik. Al ve elvan boya ile ipek boyamanıza izin vermemiştik diyerek mesleğimizi icra etmemize müdahale etmeye başladılar. Bu konuda şikayetçiyiz ve durumun incelenerek bizlere yapılan müdahalenin engellenmesini istiyoruz” demişlerdi. Mahkemede, adı geçen Müslüman boyacılara haklarındaki iddia sorulunca onlar da cevaplarında, “mezkûr zimmîlere yalnızca kullanılmış çuka, bez parçaları ve iplik boyamalarına izin vermiştik. Al boya ile harir ve sair eşyayı izinsiz olarak boyamalarından dolayı müdahale ettik” diyerek müdahalelerini doğrulamanın yanında gerekçelerini de belirtmişlerdi. Tarafları dinleyen kadı, söz konusu boyama işinin Müslümanlara ait olduğuyla ilgili herhangi bir hüccet veya ferman olmadığından dolayı zimmîlerin şikayetlerini haklı bulmuş ve Müslüman boyacıların zimmîlere olan müdahalesinin engellenmesine karar vermiştir.
Diğer taraftan zimmîlerin, Müslüman esnafın işlerini aksatacak şekilde haksız yollardan kazanç elde etmeye çalışmaları da yine mahkeme tarafından engellenirdi. Zira gayrimüslimlerin haklarını gözeten mahkeme, zimmîlere karşı Müslümanların haklarını da korumaktaydı. Nitekim bazı Müslüman debbağlar mahkemeye müracaat ederek kasap taifesinin kestiği hayvanların derilerinin alınıp işlenmesi kendilerine ait iken Yahudi ve Ermenilerden bazılarının da bu işi yapmaya çalıştıkları, bunun da kendilerini zor duruma düşürdüğünü iddia ederek durumun düzeltilmesini istemişlerdi. Konuyu inceleyen mahkeme zimmîlerin bir daha söz konusu derileri almamaları yönünde karar vermiştir.
Gayrimüslimlerin kendi aralarında da zaman zaman rekabet ve anlaşmazlıklar yaşanmaktaydı. Bu durumu iki farklı açıdan ele almak mümkündür. Bu anlaşmazlıklar aynı dine mensup zimmîler arasında çıkabildiği gibi Hıristiyanlarla Yahudiler arasında da yaşanabiliyordu. Her iki durumda da tarafların haklarını şer’î mahkemelerde aradıkları görülmektedir.
1843 yılında Avrupa’dan Bursa’ya gelen ticaret eşyasının alım satımı konusunda Ermenilerle Yahudiler arasında bazı anlaşmazlıklar yaşanmıştı. Belgenin içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla eskiden beri eşya alım satımı ve hurdacılıkla uğraşan Yahudiler yabancı tüccarın getirdiği eşyayı alıp satmak için dükkân kiralamışlardı. Bu duruma itiraz eden Ermeniler “…bu makûle emti‘a-i ecnebiyyenin bey‘ u şirâsı kendilerine münhasır idüğünü iddiâ” ederek Yahudilere engel oluyorlardı. Ermenilerin itirazları dikkate alınarak söz konusu alım satımın Yahudiler tarafından icra edilmesine müsaade edilmemekteydi. Bu durum Yahudi yetkilileri tarafından Divan’a şikayet edilmişti. Bunun üzerine İstanbul’dan gelen bir emirnamede; “millet-i merkûme dahi re‘âyâ-yı sâire misillü teb‘a-i saltanât-ı seniyyeden olarak haklarında himâyet ve müste’diyenin icrâsıyla sâye-i şevket-vâye-i hazret-i cihândârîde ve kâr u ticâret ve husûl-i menfa‘atleri husûsunda teshîlât-ı mümkînenin îfâsı lâzimeden ve Avrupa’dan tevârüd eden her nev‘i emti‘a ve eşyâyı Der-sa‘âdetde dahi sunûf-ı teb‘a-i saltanat-ı seniyye bilâ inhisâr alub satmakda olduklarına nazaran idârece nizâm-ı beldeye muğâyir olmadığı hâlde millet-i mersûme hakkında bu bâbda vâki‘ olan müdâhalenin men‘i iktizâsı ma‘delet-i seniyyeden bulunmuş” olduğu ifade edilerek Yahudilerin de Avrupa’dan gelen emtiayı alıp satabilecekleri belirtilmiştir.
Esnafın, kendileri için ayrılan çarşıların dışında mahalle aralarında iş yeri açmak istemesi, mahalle sakinlerinin itiraz etmelerine sebep oluyordu. Mahalleli, bu konuda başlangıçta ses çıkarmasa bile ileride iş yerinden kaynaklanan herhangi bir zararla karşılaşmaları halinde mahkemeye başvurarak söz konusu iş yerlerini kapattırabiliyordu. Zira halkın şikayetleri mahkeme tarafından dikkate alınmaktaydı.
Mahalle aralarındaki dükkânlarla ilgili olarak yapılan şikayetler genellikle güvenlik ve sağlık nedenlerinden kaynaklanmaktaydı. Meselâ bazı imalathanelerde ateş yakılması zorunlu olduğundan ahşap evlerin yanma tehlikesi oluşmaktaydı. Ayrıca imalatı yapılan bazı maddelerin kokusu mahalle ahalisini rahatsız etmekteydi. Örneğin, Veledikazzaz Mahallesi sakinlerinden olup Müslüman ve zimmîlerden oluşan çok sayıda mahalleli mahkemeye müracaat ederek evlerine bitişik ahşap bir mağazası olan Kuyumcu Todoraki’nin dükkânında bir ocak yaparak orada ateş yakıp alkollü içkiler ürettiğini, ocaktan çıkan duman ve üretilen içkinin kokusundan kendilerinin rahatsız olduğunu iddia ederek söz konusu yerin kapatılmasını istemişlerdir. Bunun üzerine keşif yapılmış ve mahalle ahalisinin haklı olduğu görülerek ocağın yıkılmasına karar verilmiştir.
Nizamnameleri ihlal ederek problem çıkaranların durumu öncelikle esnafın kendi arasında çözülmeye çalışılırdı. Böyle durumlarda esnafın başında bulunan şeyh, kethüda gibi yöneticiler ve esnafın diğer ileri gelenleri ilgili şahsı uyarır ve hatalarını düzeltmesi konusunda kendisine nasihat ederlerdi. Yapılan nasihat sonucunda kendisini toparlayarak esnafın düzenini bozucu davranışlarından vazgeçen şahısla ilgili mesele çözülmüş ve problem esnaf dışına intikal etmeden kapanmış olurdu.
Mahkemeye intikal eden davaların bir kısmında kendisine yapılan nasihatlere rağmen ıslah olmadığı bu nedenle cezalandırılması istenen şahıslardan bahsedilmektedir. Örneğin, simitçi taifesinden bazı zimmîler mahkemeye müracaat ederek bazı davranışlarından şikayetçi oldukları İstefani ve kardeşi Fadancı veled-i Tanaş’ın defalarca nasihat edilmesine rağmen ıslah olmadıkları gerekçesiyle cezalandırılmalarını istemişlerdir. Kuyumcu esnafı üyeleri de Serkız adlı kuyumcu hakkında şikayetçi olduklarında “…bi’d-defâ‘at kendüye pend u nush eylediğimizde ıslâh ve munassah olmayub ef’âl-ı mezkûresinde ısrâr etmekle…” ifadelerini kullanmışlardır.
Bütün uyarı ve çabalara rağmen nizamnâmelere uymayan, suç işleyen ve hâlâ eski hâllerinde ısrar eden esnaf mensupları meslekten ihraç edilerek cezalandırılırlardı. Meslekten ihraç edilmeye neden olan suçlar arasında iş yapmamak, esnafın ödemesi gereken vergilere iştirak etmemek, sahtekarlık yapmak ve diğer esnaflara kötü sözler söylemek gibi davranışlar vardı. Örneğin, 1774 yılında mahkemeye müracaat eden simkeş esnafı mensupları, adı geçen sanatın yöneticilerinden Abraham veled-i Kirkor hakkında, “Abraham kendi halinde birisi değildir. Hain ve fesatçı olmanın yanında sanatımızın kaidelerine riayet etmeyerek uygunsuz işler yapmaktadır. Ayrıca malımızı koruması gerekirken tam aksine telef ediyor. Daha önce kendisine defalarca hıyanetini terk etmesi ve nizamımıza uygun olarak iş yapmasını nasihat ve tembih etmemize rağmen ıslah olmayarak hâlâ eski halinde ısrar etmektedir. Onun bu hâli bizlere zarar vermektedir” iddiasında bulunarak Abraham’ın meslekten ihraç edilmesini istemişlerdi. Mahkeme esnafın talebini kabul ederek Abraham’ın kendisini düzeltinceye kadar meslekten ihraç edilmesini kararlaştırmıştır.
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde, esnafta meslekî bazı şartların yanında ahlâkî özellikler de aranmaktaydı. Esnaf adayının eğitimi süresince ahlâkî açıdan da olgunlaşmasına özen gösterilmekteydi. Bundan dolayı meslekî kusurlarının yanında ahlâkî bozukluklar da esnafın cezalandırılmalarına neden olabilmekteydi. Nitekim basmacı esnafı mensuplarının mahkemede Tomas adlı zimmînin ahlâksızca davranışlar içinde olduğu ve kendilerine isabet eden ihtisap vergisinin toplanmamasına dair bazı girişimlerde bulunduğu gerekçesiyle ihraç edilmesini istemeleri üzerine Tomas, “mütenebbih oluncaya değin” meslekten ihraç edilmişti. Dikici esnafı, çilingir esnafı, kuyumcu esnafı ve simitçi esnafı da benzer şikayetlerle mensuplarından bazılarının ihraç edilmelerini sağlamışlardı.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Konuyla ilgili arşiv vesikalarına bakıldığında Bursa’daki gayrimüslimler müstakil olarak üretim ve ticaret yapmalarının yanında zaman zaman müslümanlarla da ortak iş yapmışlar, şehrin pek çok çarşı ve hanlarında dükkan sahibi olmuşlar, müslüman esnafla komşuluk yapmışlar, esnafı ilgilendiren vergilere ortak olmuşlar, iyi ilişkilerin yanında zaman zaman rekabet ve benzeri sebeplerle problemler yaşamışlar, Müslüman vakıflarından kredi almanın yanında kendi esnafının ihtiyaçlarına yönelik vakıflar kurmuşlarlardır. Gayrimüslim esnaf, bütün bu faaliyetlerinde gerek merkezî idare gerekse şehir yöneticilerinin desteğini daima yanlarında hissetmişlerdir.