Osman ÇETİN
Orhan Gazi fetihten sonra Bursa’yı beyliğinin başkenti yaptı. Bu karar ister istemez şehri Osmanlı bürokrasisinin merkezi hâline getirdi. Bursa, bir anda devlet ve din adamlarının, âlimlerin, askerlerin, tüccarın, esnafın ve kendilerine daha iyi yaşama şartları arayanların toplandığı şehir oldu. Bu hızlı nüfus artışı, onun fizikî görünümünü değiştirdi. Bu değişim, önce eski Bursa’da, Hisar içinde yaşandı. Kısa zamanda camiler, mescitler, medreseler, imaretler, hamamlar, çeşmeler vs. yapıldı. Ancak Hisar’ın içi büyük çapta bir gelişmeye uygun değildi. İşte bunu düşünen Orhan Gazi, şehri surların dışına taşımaya karar verdi. Adıyla anılan külliyesini yaptırdı. Aradan yüz yıl geçmeden Hisar’ın dışında onlarca mahalle oluştu. Neşet Köseoğlu, “Tarihte Bursa Mahalleleri” isimli kitabında XVI. yüzyıl sonu itibarıyla 274 Bursa mahallesinin adını vermektedir ki bu, Bursa’nın fizikî yapısındaki hızlı değişikliği gösterir.
Balıkpazarı Mahallesi
“Balıkpazarı” Bursa’nın işte bu eski mahallelerinden biriydi. Çakırağa Hamamı’ndan başlar ve Ayayani Teologos Rum Kilisesi’ne kadar inerdi. Kilisenin arsası, Bedreddin Pars Bey Vakfı’na aitti . Batısı Bursa Hisarı ile sınırlıydı. Bundan dolayı Hisar’ın en önemli kapısı olan Hisar/Saltanat Kapı’ya “Balıkpazarı Kapısı” da deniliyordu. XV. ve XVI. yüzyıl kaynaklarında bu mahalleden “Sûku’s-semek” veya “Bâzâr-ı mâhî” diye de söz edilir ki ilki Arapça ikincisi Farsça “balık pazarı” demektir. 1487, 1521, 1573 tarihli tahrir defterinde bu mahallede sırasıyla 25 Hıristiyan 1 Yahudi, 19 Hıristiyan, 34 Hıris-tiyan avarız hanesinin bulunduğu yazılıdır. Bu rakamlar mahalle nüfusunun oldukça yoğun olduğunu gösterir. İlk sayımda ayrıca 15 Hıristiyan 1 Yahudi kiracı yaşadığı da kayıtlıdır. 1487 yılına ait sayım defterindeki; “Gazî Hüdâvendigâr Vakfından ve Bayezid Hüdâvendigâr Vakfından ve Germiyanoğlu vakfından müteferrik zimmîler bunlardır ki zikr olunur ve azadlu harcın cem’ idene müteallikdir” kaydı da dikkat çekicidir. Bütün bunlardan Balıkpazarı Mahallesi’nin XV. ve XVI. yüzyıllarda tam bir Hıristiyan mahal-lesi olduğu anlaşılır . Rumlar, fetihten sonra Hisar’ın dışına çıkarılmış, bir kısmı Hisar’ın arkasına, bazıları da Çakırağa Hamamı ile Altıparmak semtleri arasına yerleştirilmişlerdi. Balıkpazarı Mahallesi işte bu sırada kurulmuş olmalıdır. Ancak bu mahalleye “Ba-lıkpazarı” adının ne zaman verildiği, hangi tarihten itibaren bu isimle anıldığını tespit etmek kolay değildir.
30 Nisan 1471 tarihli bir satış kaydında Yorgi kızı Marola’nın, tacir olduğu anlaşılan Hacı İbrahim’den Balıkpazarı Mahallesi’ndeki evi 6000 akçeye satın aldığı kayıtlıdır . Bu satış kaydında evin sınırları belirtilirken bir tarafının Bâlibey Han’ı, iki tarafının yol ve bir tarafının da Nusret Paşa Türbesi ile sınırlı olduğu belirtilmektedir. Kepecioğlu, Nusret Paşa Türbesi’nin Okçu Baba Türbesi olması ihtimalinden söz eder . 12 Ekim 1491 tarihli başka bir kayıtta Balıkpazarı’nda bir vakfa ait yedi odanın dördünün kale duvarına bitişik olduğu üçünün de iki tarafından yol, Dimitri ve Timur adındaki Hıristi-yanların mülkleriyle kuşatıldığı belirtilmektedir . Bu iki belge mahallenin batıda Hisar’a kadar dayandığını göstermektedir. “Hisar Kapı”ya “Balıkpazarı Kapısı” denilmesinin sebebi bu durumda daha iyi anlaşılıyor. Çünkü bu anlatıma göre Bursa Hisarı’ndan çıkı-lırken bu kapı doğrudan doğruya Balıkpazarı Mahallesi’ne açılıyordu.
Bursa fethedildiğinde şehrin Hisar içinden ibaret olduğu biliyoruz. Dolayısıyla Balıkpa-zarı Mahallesi kurulduğu yıllarda bu alanın boş olduğunu kabul etmek gerekir. Bu durum Neşri tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Orhan Gazi her yeri imâret etmeyi severdi. Issız yerleri mamur eder, Müslümanları yerleştirirdi. Bursa’da yaptırdığı imâret yeri öyle ıssız bir yerdi ki, ikindiden sonra adam varmağa tereddüt ederdi. Buralar da ıssız yerlerdi ve Gökdere suyu buradan aşağıya, Balıkpazarı’na doğru akardı. Bu sebepten dereyi geçmeye çekinirlerdi. Sonradan derenin çaydan yana tarafı Atpazarı olunca, Hisar’dan yana biraz emniyet oldu. Şimdi o Atpazarı yerinde Sultan Han’ı vardır .”
Neşri’nin bu sözleri daha fetihten önce Gökdere’den alınan suyun Balıkpazarı’ndan aşağıya doğru akıtıldığını ve bir dere oluştuğunu gösteriyor. Bu dere üzerinde su değir-menleri bulunduğunu bazı vakıf ve mülk satışı kayıtlarından ve Evliya Çelebi’nin tesbit-lerinden öğreniyoruz. Bazı değirmenlerin Balıkpazarı, bazılarının da Sağrıcısungur Ma-hallesi’nde olduğunun belirtilmesi Gökdere suyunun akıtıldığı derenin bu iki mahalleyi birbirinden ayırdığını, derenin solunda yani Hisar tarafında olanların Balıkpazarı Mahal-lesi’nde karşı taraftakilerin de Sağrıcısungur Mahallesi’nde sayıldığı anlaşılıyor . Bu durumda mahallenin doğu sınırı derenin belirlediği söylenebilir. Ancak yine de dere gü-zergâhını tam olarak tayin etmek pek mümkün görünmüyor.
Diğer şehirlerimizde olduğu gibi Bursa’da da bazı sebeplere bağlı olarak mahalle isimleri ortaya çıkmıştır. Mahallelere orada yapılan işe göre isim vermek bunlardan biridir. Atpazarı Mahallesi, Tavuk Pazarı Mahallesi, Debbağlar Mahallesi gibi. Bu durumda “Balıkpazarı” adı orada balık satıldığını gösterir. Bursa’nın balık varlığı bakımından zengin bir şehir olduğu unutulmamalıdır. Mudanya’nın yakınlığı XV.-XVI. yüzyıllarda da deniz mahsullerinin kolaylıkla Bursa’ya ulaştırılmasına imkân vermiş olmalıdır. Diğer taraftan Uludağ’ın karlı tepelerinden beslenen gür ve coşkun sulara sahip dereleri, balık bakımından çok zengindi. Evliya Çelebi, Gaziler ve Sobran yaylalarından söz ederken burada yakaladıkları alabalıkları anlatmakta ve “…ol kadar mâhîler sayd edüb tereyağlar ile tabh edüb tenâvül etdik” demektedir. Bir zamanlar saray mutfağının alabalık ihtiyacı karşılanmadan, Uludağ’daki akarsu ve göllerde alabalık avlamanın yasaklandığını gösteren belgeler vardır . Ne var ki eldeki belgelerde “Balıkpazarı”na bu adın verilmesine sebep olabilecek balık satışı/balıkçılıkla ilgili bir kayda henüz rastlanmamıştır. Yine de 14 Ekim 1485 tarihli biri aşçı diğeri havyar dükkânı olan iki dükkân satışıyla ilgili bir belgedeki ifadeler hem dikkat çekicidir hem de bu ilişkiye imkân vermektedir .
Mahallenin yayıldığı alan büyük ölçüde vakıf arazileriydi. Alt tarafı yani Rum kilisesinin bulunduğu arsa Pars Bey Vakfı’na aitti. Hemen onun üstünde Nusret Paşa Vakfı arsası yer alıyordu. Yukarıda Okçu Baba Türbesi, aşağıda Bâlibey Hanı bu vakfın arsasına kurulmuştu ve bu han, Nusret Paşa Vakfı’na yıllık 720 akçe zemin mukataası bedeli ödüyordu . Bunun üst tarafında da Gazi Timurtaş Paşa Vakfı vardı. Mahallede başka vakıflara ait ev, oda ve dükkânlar da vardı.
Suphi Bey haritasına bakıldığı zaman Ulu Cami’den Çakır Ağa Hamamı’na giden yolun düz olmadığı görülür. Bu yol, Hamam’ı biraz geçince bir kavşağa ulaşıyordu. “Debbağ-hane Sokak” sola, yukarıya ayrılıyor, sağa ayrılan yollardan biri günümüzde olduğu gibi Hisar’a çıkıyor diğeri de aşağıya Çatalfırın’a gidiyordu. Bu ikinci yol “Demirciler Cad-desi” idi ve şimdiki Cumhuriyet Caddesi’ne kadar uzanıyor, daha sonra “Muradiye Caddesi” adını alıyordu. Demirciler Caddesi’ne, Bâlibey Hanı’nın hemen güneyinde sağ ve soldan iki sokak bağlanırdı. Han’ın güneyini sınırlayan soldaki sokak “Kırkmerdiven” diye meşhurdu ve şimdi olduğu gibi Hisar Caddesi’ne çıkıyordu. Sağdaki sokak ise “Balıkpazarı Sokak” adını taşıyordu ve Ulu Cami’nin önünden geçen cadde ile birle-şiyordu. Sokak ve caddelere verilen bu isimlerin XIX. yüzyıla ait olduğu unutulmamalı-dır. Çünkü daha eski devirlerde sokak isimleri kullanılmıyordu.
XV. yüzyıl sonu itibariyle Balıkpazarı Mahallesi’nin dikkat çeken eserleri, Bâlibey Hanı, Timurtaş Paşa Camii ve Zaviyesi’ydi. Bunlara belki Okçu Baba/Nusret Paşa Türbesi’ni de eklemek gerekir.
Bu yüzyılın Mahkeme defterlerinde henüz Balıkpazarı Kilisesi’nden söz edilmiyor. An-cak daha sonra varlığına şahit olduğumuz kilise, mahallenin Rum kimliğini de gösteriyor. Bu kilise 7.1.1802’de büyük yangında yanmış, yanındaki Metropolithane ve Rum mektebi yeniden yaptırılmış; Bursa’nın kurtuluşu sırasında tekrar yanmış ve Bedreddin Pars Bey Vakfı’na ait arsası kalmıştır .
Bâlibey Hanı’na gelince, söz konusu Han ile ilgili olarak bu kitapta müstakil başlık al-tında bilgiler mevcuttu.
XV. yüzyılda mahallenin diğer önemli yapısı Timurtaş Paşa Camii ve Zaviyesi olmalı-dır . Gazi Timurtaş Paşa’nın yaptırdığı bu cami ve zaviyesinden günümüze sadece Ça-kırağa Hamamı karşısındaki kabri kalmıştır. Bir zamanlar bu hamamın alt tarafında bu-lunan mezarlık, Gazi Timurtaş Paşa Camii ve Zaviyesi’nin bitişiğinde yer alan hazire olmalıdır. Bu camiye “Balıkpazarı Camii” de deniliyordu. Muhtemelen 1490 yangını sı-rasında harap olmuş olmalı ki 1491 yılında zaviye ve kârgir türbe 7000 akçeye tamir edildi . 1678’de de müezzin lojmanı olarak kullanılan ev ve helâların tamiri için 52.300 akçe harcandı . Kaynaklarda yer alan, Timurtaş Paşa’nın camisinin güneyine gömüldüğü bilgisinden yola çıkarsak, cami arsasının günümüzde tamamen yola gittiğini söylemek mümkündür.
Balıkpazarı Çarşısı
“Balıkpazarı”, bir mahallenin adı olduğu kadar bir çarşının/pazarın adıydı. 1486 tarihli bir belgede geçen; “…Bursa pazarlarından Balıkpazarı’nda yer alan…” ifâdesi de bunu göstermektedir. Zamanla “Balıkpazarı”na “Çırapazarı” da denilmişti. Kepecioğlu, Çırapazarı’nın yerini belirtirken, “Çakırağa Hamamı’yla İtfaiye garajı arasındaki sahaya vaktiyle “Çırapazarı” derlerdi…” diyerek Balıkpazarı’yla aynı yerleri tarif etmektedir. “Demirtaş” maddesinde de Gazi Timurtaş/Demirtaş Paşa’nın türbesinin “Eski Ba-lıkpazarı (Çırapazarı/Keresteciler) denilen ve şimdiki İtfaiye garajı ile Çakırağa Ha-mamı’nın arasında küçük bir kabristanda” bulunduğundan söz etmekte ve bu kez Ba-lıkpazarı’na “Keresteciler” de denildiği bilgisini eklemektedir . Bu isimlendirmeler, sözü edilen pazarda zamanla ne tür emtianın alış verişinin yapıldığını göstermektedir.
Bilindiği gibi Bursa’da Orhan Gazi’nin, külliyesini inşa etmesinden itibaren Gökdere ile Hisar arasında kalan geniş bir bölge ticaret alanı hâline geldi. İşte bu alanda yüzyıllar içinde pek çok ticaret hanının inşa edilmiş olması günümüzde burasının “Hanlar Bölge-si” diye adlandırılmasına sebep oldu. Hanlar bölgesinin en batısında uzun yıllar işlevini sürdüren Bâlibey Hanı yer alıyordu.
Balıkpazarı’nda yabancılara da rastlanıyordu. Yahudiler, Galata Frenkleri, Cenevizliler vb. bunlar arasında yer alıyordu ve içlerinde mahallede mülk edinenler de vardı . Ticarî faaliyetlerde bulundukları anlaşılan bu kişiler, işlerini Bâlibey Hanı’nda kiraladıkları odalarda sürdürmüş olmalılar . 18 Kasım 1491 tarihli bir belgede şöyle denilmektedir: “Tebrizli Acem Handemir b. Şeyh Zeynüddin, büyük emirlerin övüncü Bali Bey b. Mehmed Bey b. Hamza Bey’in vekili Musa b. Abdullah’tan, Bâli Bey Vakfı’na ait ve Ba-lıkpazarı Çarşısı’nda yapılmış olan hanı, 15 Muharrem 897 tarihinden başlamak üzere bir yıllığına hanın önündeki dükkânları ve hanın dışında bulunan odalarıyla birlikte 14000 akçeye kiraladığını ikrar etti .” Bundan iki ay sonrasına ait 16 Ocak 1492 tarihli başka bir belgede ise bu kez müstecir Handemir’in, Han’ı on aylığına 11680 akçe karşı-lığında Hacı Ahmed b. Hacı Ali’ye kiraladığı görülmektedir . İkinci belgede hanın önündeki dükkânlardan ve odalardan söz edilmemesi Tebrizli Handemir’in kârlı bir kira muamelesi yaptığını gösteriyor. Asıl önemli olan husus bu belgelerin, Bâlibey Hanı’nın, yapıldığı tarihte nasıl işletildiğini göstermeleridir.
Balıkpazarı Çarşısı’nda bu han dışında değişik esnafa ait pek çok dükkân da bulunuyor-du.
Balıkpazarı Esnafı
Dükkânlar: Bursa Kadı Sicilleri’nde Balıkpazarı’ndaki pek çok dükkâna ait satış kayıt-ları yer alır. Bunlardan bazıları hakkında ek bilgiler verilir ve mesela, “başçı dükkânı”, “aşçı dükkânı”, “boyacı dükkânı” gibi tanımlayıcı ifadeler kullanılır. Bu ek bilgiler zaman içinde bu çarşıda hangi esnaf gruplarının faaliyet gösterdiklerini anlamamız bakımından önemlidir. Ancak bazı satış kayıtlarında yalnızda “Balıkpazarı Çarşısı’ndaki dükkân” gibi yalın ifadeler vardır. Dolayısıyla bu dükkânların satış işlemi veya kira sözleşmesinden önce ve sonra hangi işlerde kullanıldıkları anlaşılamamaktadır. XV. yüzyıla ait satış işlemlerinde “dükkân yerinin/arsasının” satışından söz edilmektedir. Hatta “yanan dükkân arsası” gibi daha önce yaşanan yangınlara gönderme yapıldığı da görülür. Özellikle 1490 yılında yaşanan büyük yangın felaketinden Balıkpazarı da nasibini almış ve 1491’de yoğun olmak üzere devam eden yıllarda pek çok dükkân yeri ve dükkân en-kazı satışa çıkarılmıştır. Üstelik bu durum Balıkpazarı Mahallesi’yle sınırlı da değildir. Fiilen kullanılan veya yanan bu dükkânlar arasında vakıf dükkânları da vardı. Mesela, Çelebi Sultan Mehmed’in kızı Hafsa Hatun, yaptırdığı “Bedreddinoğlu” camiine Balık-pazarı/Çırapazarı’nda, Demirtaş Zaviyesi’ne bitişik beş dükkân vakfetmişti . Yine aynı yerde Aşçı Hasan Vakfı’na ait üç dükkan bulunuyordu .
12 Eylül 1491 tarihli bir belgeden, Balıkçı Yusuf b. Abdullah’ın 4000 akçesini Yani b. Layoz’a vererek onunla ortak olduğu ve bu paranın gelirini aralarında yarı yarıya pay-laşmayı kabul ettikleri belirtilmektedir. Belgede Balıkçı Yusuf’tan söz edilmesi bu ta-rihte “balıkçılığı” bir meslek olarak yürüten insanların varlığına işaret ediyor . Balıkçı Yusuf ve Yani’nin bu ortaklığı Balıkpazarı’nda sürdürdükleri kolaylıkla tahmin oluna-bilir.
Havyar dükkânları: Mahkeme sicillerinde işlevleri hakkında bilgi verilen dükkânlara da rastlanmaktadır. 14 Ekim 1485 tarihli bir belgede “havyar dükkânından” söz edildiği yukarıda belirtilmişti . 3 Haziran 1491 tarihli başka bir belgede ise şöyle denilmektedir: “Aşçı Haydar’ın azatlısı Melike? bt. Abdullah, Hıristiyan Nikola b. Sofyanoz’a Ba-lıkpazarı Çarşısı’ndaki yol ve üç tarafından Timurtaş Paşa Zaviyesi ile sınırlı, aylık yirmi akçe zemin mukataası bulunan ‘havyar dükkânını’ 2360 akçeye sattı .” Bu iki satış kaydı arasında altı yıllık bir fark vardır ve her iki havyar dükkânının alıcısı Nikola b. Sofyanoz’dur. Dükkânlar farklı kişilerden satın alınmış olup Gazi Timurtaş Paşa Zavi-yesi’ne bitişiktir. Bu iş yerlerinin yan yana veya birbirine çok yakın iki dükkân olduğu, Nikola’nın havyar ticaretiyle çok ciddi bir şekilde ilgilendiği anlaşılmaktadır.
Bozahane: Balıkpazarı’nın belgelerde çok sık geçen meşhur bir işletmesi de “bozaha-ne”dir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Bursa’da boza içimi yaygındı. Buna bağlı olarak pek çok bozahane yapılmıştı. Bunlar genellikle devlete ait işletmelerdi ve kiraya veriliyordu. Büyük ve meşhur bozahanelerden biri de Balıkpazarı Bozahanesi’ydi. 1492’de Ayvagül tarafından işletilen Balıkpazarı Bozahanesi’nin günlük kirası 80 akçe iken veba salgını sebebiyle müşterisi azalmış ve kira bedeli 65 akçeye düşürülmüştü . Bozahaneler, “bo-zahane eminleri” tarafından kontrol edilir, mukataa bedelleri toplanırdı. XV. yüzyıl Şe-riye sicillerinde bütün bu işlemlerle ilgili sayısız belge bulunmaktadır . Bozahanelerle ilgili olarak bu kitapta ayrıca bir yazı vardır.
Pideciler/Çörekçiler: 1493’de, “Ağacık Muhyiddin Mehmed Vakfı”nın mütevellisi vâkıfın kardeşi Hacı Muslihuddin b. Hacı Hoşkadem, Kapıcı Hamza’nın oğlu Mevlâna Ahmed’i vakfa ait iki dükkân yerinin satışı için vekil tayin etmişti. O da 3 Aralık 1493’te, Ağacık Mehmed’in kendi ruhuna cüz okunmak üzere vakfettiği ancak yanan, harab olan ve artık yararlanılmayan iki dükkânı Hacı Hamza b. Abdullah’a sattığını mahkemede ikrar etti. Dükkânlardan biri pide/çörek diğeri berber/ayine-dâr dükkânıydı. İkisi de Cerrah Hayreddin’in dükkânının yanındaydı. Yol, Timurtaş Vakfı, boyacı dükkânı ve Timurtaş Zaviyesi ile sınırlıydı. Vekil, aylık mukataa bedeli 32 akçe olan bu iki dükkân yerini peşin 300 akçeye satmıştı .
Fırıncılar: 15.5.1605 tarihli bir belgede; Bursa’da eskiden birkaç poğaça fırını işletildiği, diğer fırınlarda ekmek pişirildiği, ancak son zamanlarda 15-20 fırının poğaça çıkardığı bunun da zahire sıkıntısına sebep olduğu bundan dolayı poğaça fırınlarının kapatıldığı belirtilmektedir. Daha sonra şehrin ileri gelenleri mahkemeye başvurarak; “…ehl-i sûk/çarşı esnafı, misafirler, hastalar ve çocukların poğaçaya meyilleri vardır, birkaç fı-rında işlenmek için izin verilmek lâzımdır…”, demişler ve bu istek uygun bulunarak Küşterî, Tatarlar Çarşısı’ndaki “Hançerli Dükkânları”, Emirsultan’da Mehmed Bey’e, Kamberler Çarşısı’nda Hasan Bey’e, Demirtaş’ta Memi Kethüda’ya ait dükkânlar ile “Balıkpazarı’nda Ahmed Bey’in dükkânında” yani toplam altı fırında poğaça yapımına izin verilmiştir .
Başçılar: Balıkpazarı’nda “başhâne” denilen başçı dükkânları da vardı. Mesela 1485’ten önce ölen Sûfî Seyyid Ali, Balıkpazarı’ndaki bir başhâneyi çocuklarına ve soyunun kesilmesi hâlinde Medine fukarasına vakfetmişti. 1465 senesinde bu başhâneye bir küp konmuş ve Demirtaş Zaviyesi suyundan buraya su akıtılmıştı .
Aşçı dükkânı: Belgeler, Balıkpazarı’nda başçı ve pideci/çörekçi dükkânlarından başka aşçı dükkânları bulunduğunu da gösteriyor. 25 Ekim 1486 tarihli bir sicil kaydından “Köse Türbedarı Vakfı”nın Balıkpazarı’nda bir aşçı dükkânı bulunduğunu öğreniyoruz. Aşçı Hacı Şirmerd b. Abdullah, bu dükkânı vakfın mütevellisi Ali b. Hızır’dan 891 Zil-kadesi (1486 Kasım) ortalarından başlayarak bir yıllığına aylık 90 akçe bedelle kirala-mıştı . Balıkpazarı’nın en önemli sosyal ve dini müessesesi olan Gazi Timurtaş Paşa Vakfı’nın da aynı mahallede bir aşçı dükkânı vardır. 1493 yılında vakfın mütevellisi Hüseyin Çelebi, muhtemelen 1490 yangınında yok olan bu dükkânın arsasını 9 Ağustos 1493’de aylık 40 akçe bedelle bir yıllığına aşçı Ali b. Hamza’ya kiralamıştı . Bu kayıt çarşıda birden çok aşçı dükkânı bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca XVI. yüzyıl sonla-rına ait başka bir belgede Aşçı Hasan Vakfı’na ait birbirine bitişik üç dükkandan daha söz edilmektedir. Ancak bu dükkânların mahiyeti hakkında bir bilgi verilmemiştir .
İşkembeciler: Bir şikâyet münasebetiyle Hacı b. Abdullah’ın Balıkpazarı’nda bir iş-kembeci dükkânı olduğunu öğreniyoruz. Adı geçen işkembeci, işkembeleri dükkânının önünde temizliyor ve bu sebeple yaz günlerinde etrafa pis bir koku yayılıyordu. Bu du-rumdan çarsı esnafı ve mahalle halkı şikâyetçi olmuş olmalılar ki kadılar daha önce Hacı b. Abdullah’ı bu işten men etmişlerdi. Ancak o işine devam etmiş ve tekrar şikâyet edilmişti. Bu şikâyet dolayısıyla hâkim, 11 Ocak 1491 tarihinde Müslümanların rahatsız olmamaları için bundan böyle işkembeleri başka bir yerde temizlemesi emrini verdi .
Bütün bu bilgilerden anlaşıldığına göre Balıkpazarı Çarşısı’nda gıda üretimi ve satışıyla ilgili pek çok ve çeşitli işyerleri bulunuyordu. “Poğaça fırını açılmasında” olduğu gibi bütün bu işyerlerinin arz-talep dengesi içinde açılıp işletildiğini düşünmek gerekir. Çar-şının zamanla Çırapazarı, Keresteciler gibi isimler almasında da ekonomik gelişmelerin ve tercihlerin etkili olduğu anlaşılıyor.
Boyacılar: Balıkpazarı Çarşısı’nda yukarıda anlatılanların dışında farklı alanlarda faali-yet gösteren imalathaneler de vardı. Genelde tekstil sanayinin geliştiği Bursa’da dokuma tezgâhlarının vazgeçilmez tamamlayıcı unsurları boyahânelerdir. Gazi Timurtaş Zaviyesi karşısındaki bir boyahanenin gelirinin Hacı Sevinç Camii’ne vakfedildiği bilgisi, Balıkpazarı’ndaki boyahane varlığını ortaya koyuyor . 3 Aralık 1493’te satılan “Ağacık Muhyiddin Mehmed Vakfı”na ait iki dükkâna bitişik boyacı dükkânının aynı dükkân olması ihtimali de söz konusudur .
Sağrıcılar: Balıkpazarı’nda sağrıcı esnafına ait iş yerleri de vardı. Sağrıcılar şehir dışında ölen hayvanların derilerini yüzerler, sağrı kısmını sağrıcılar ve diğer kısımlarını da kalburcu esnafı aralarında paylaşırlardı. Kepecioğlu, kaynak belirtmeden Habiboğlu Camii vakıf gelirlerinden söz ederken “Balıkpazarı bozahanesinin alt yanında sağrıcı dükkân¬larına bitişik değirmen yerinden ayda 20 akçe” alındığı bilgisini veriyor . Bu ifade burada birden çok sağrıcı dükkânının varlığına işaret etmektedir. Balıkpazarı Ma-hallesi’nin hemen doğusunda “Sağrıcısungur Mahallesi” yer alıyordu.
Kazancı ve kalaycılar: Benzer işleri yapan esnaf birçok konuda birbirlerine ihtiyaç du-yar ve yakın mekânlarda iş yapmak isterlerdi. Ortak problemlerin çözümü için de birlikte veya temsilcileri aracılığıyla mahkemeye başvurarak çözüm yolları ararlardı. 1756 tarihli bir mahkeme kaydında kazancı ve kalaycı oldukları belirtilen ve Müslümanlarla zimmilerden oluşan çok sayıda esnafın mahkemeye gelerek dükkân kiralarının artışı ko-nusunda yaşanan sıkıntıları dile getirdikleri görülmektedir. Bunların; Bizler, eskiden beri Bakırcılar Çarşısı’nda ve Balıkpazarı denilen yerde bulunan dört adet dükkânımızda işimizi yaparken, sanatımız erbabından bazıları birbirlerine olan garazından dolayı oturdukları dükkânların kirasına kasıtlı olarak zam yaptılar… demeleri, Balıkpaza-rı’ndaki başka bir esnaf grubuna, kalaycı ve bakırcı esnafına işaret etmektedir.
Kebeciler: Bursa’daki ticari faaliyetlerde Yahudilerin önemli rolleri olduğunu biliyoruz. 1561’de Yahudi kebecilerin, kâhyaları Salamon’dan şikâyette bulunarak, dışardan gelen kebeleri eskisi gibi Çırapazarı, Balıkpazarı ve Gallepazarı’na indirmeyip, gizlice evine götürmesinden şikâyetçi olmalarından, XVI. yüzyılda burada kebeci esnafına ait dükkânların da bulunduğu anlaşılmaktadır .
Değirmen: Evliya Çelebi, “Evsâf-ı âsiyâb-ı mâ” başlığı altında Bursa’daki su değir-menlerinden söz ederken şöyle demektedir: “Cümle yüz yetmiş su değirmânıdır. Bunar-başı’ndan aşağı Balıkbâzârına doğru biri birinden aşağı serapa değirmenlerdir ve Ba-labancık’dan aşağı nice değirmenler vardır ve Iğrandı deresinde ve Miskinler canibinde ve tabakhâne tarafında ve iç kal’a altında ve Hasan Paşa Kapusu tarafında kat-ender-kat değirmenlerdir .” XV. yüzyıla ait belgelerden de Balıkpazarı’nda bazı değirmenler bulunduğunu biliyoruz. Eski Balıkpazarı’nın günümüzde aldığı şekli düşünürsek burada su değirmenlerinin bulunabileceğini hayal etmek bile zorlaşır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi bir zamanlar Gökdere suyunun buradan akıtılmış olması ve mahalle içinde bir dere oluşması Evliya Çelebi’nin de işaret ettiği gibi burada bazı değirmenlerin yapılmasına imkân vermişti. Balıkpazarı’ndaki değirmenlerden biri Orhan vakfına aitti . Balıkpazarı Bozahanesi’nin alt tarafında, sağrıcı dükkân¬larına bitişik olan değirmen de Habiboğlu Mescidi’ne vakfedilmişti .
Sağlık kuruluşları: Bursa’nın en gelişmiş sağlık kuruluşu Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Darüşşifa’dır. Darüşşifa’da pek çok tabip, cerrah ve kehhal/göz hekimi görev yapmıştır. Darüşşifa hekim ve cerrahları dışında serbest olarak çalışan hekim ve cerrahlar da vardı ve bunların hastalarını kabul ve tedavi ettikleri muayenehaneleri bulunuyordu. “Cerrah dükkânı” denilen bu muayenehanelerden biri de Balıkpazarı’ndaydı. Kendisi aynı zamanda Darüşşifa cerrahlarından olan Cerrah Musa oğlu Cerrah Hayreddin, bu cerrah dükkânının sahibiydi. 1508’de vakfedilen bu özel sağlık kuruluşunun iki tarafında yol, bir tarafında Timurtaş Zaviyesi helâsı, diğer tarafında da Hacı Sinan’ın dükkânı bulunuyordu .
Berber: 3 Aralık 1493 tarihli bir satış kaydından sözünü ettiğimiz bu cerrah dükkânı yanında bir berber dükkânı bulunduğunu öğreniyoruz. Muhtemelen 1490 yangınında harap olan ve artık kullanılamaz hâle gelen bu dükkânın arsası yine aynı yerdeki pide-ci/çörekçi dükkânı arsasıyla birlikte 300 akçeye satılmışlardı . XVI. yüzyıl sonlarında Sarıca Paşa Vakfına ait başka bir berber dükkânı da 1500 akçeye alıcı bulmuştu .
Meyhaneler: Yukarıda Balıkpazarı Mahallesi’nin bir Rum mahallesi olduğu belirtilmişti. Müslümanlara içki imali, alımı, satımı ve içiminin yasaklandığı o devirlerde Gayri-müslimler bu yasaktan muaf tutulmuşlardı. Gayrimüslimler meyhane açabiliyorlardı. Yalnız bu meyhanelere Müslümanların girmesi yasaktı. 1597 yılına ait bir belge, XVI. yüzyıl sonlarında Balıkpazarı’nda birden çok meyhanenin işletildiğini, sahiplerinin ara-larında bir kethüda seçtiklerini öğreniyoruz . Sicillere, Balıkpazarı meyhanecilerinin problemleri de yansımıştır. 5 Şaban 1008 tarihli bir belgede Nanari? ve Murat adında ortak meyhane işleten iki Rumun, meyhanenin vergisi konusundaki ihtilaflarını mahke-meye getirdikleri görülmektedir . Setbaşı ve Kayabaşı gibi diğer Gayrimüslim mahalle-lerinde de meyhaneler vardı. XV. yüzyılda Gayrimüslimlerin havyar ve balığa düşkün oldukları ve bunları meze olarak tükettikleriyle ilgili bilgiler, Balıkpazarı gibi bir Rum mahallesinde balık ve havyar ticaretiyle meyhanelerin neden birlikte oldukları gayet gü-zel anlatmaktadır.
Sonuç olarak Balıkpazarı, fetihten hemen sonra kurulmuş bir Bursa mahallesiydi. Orhan Gazi Külliyesi ile Hisar arasında yer alması ve kısa zamanda külliye çevresinin Bursa’nın çok önemli ve canlı ticaret alanı hâline gelmesi bu Rum mahallesini hareketli bir çarşıya dönüştürdü. Mahalleye, dolayısıyla çarşıya “Balıkpazarı” denilmesi daha başlangıçta burada balık ve balık ürünleriyle ilgili ticarî aktivitelerin varlığına işaret ediyor. Ancak böyle merkezi bir yerde tek boyutlu bir ticari faaliyet yürütülmemiş zamanla çeşitli esnaf gruplarının toplandığı yer olmuştur. 1686 yılına ait bir sicil kaydında, “Çırapazarı’ndaki esnaf, dışarıdan gelen zift, kireç, katran satarlarken urgancılar da bunları satmaya başlamış ve esnaf, urgancıları şikâyet ederek bu malları satmaktan men’ ettirmişlerdir” denilmesi , Balıkpazarı Çarşısı’nda zamanla hemen her tür ihtiyaç maddesinin satışının yapıldığını göstermektedir.
Bursa şehir dokusunda XIX. yüzyıl sonu itibarıyla başlayan ve XX. yüzyılda iyiden iyi-ne ortaya çıkan hatta pek çok şeyi silip süpüren değişiklikten Balıkpazarı da nasibini aldı. Altı yüz yıl boyunca yangın ve deprem gibi afetlere rağmen varlığını devam ettiren Balıkpazarı, son 150 yılın imar ve yol genişletme faaliyetlerine direnemedi, büyük bir kısmı yola gitti kalanı park yapıldı. Yakında tamir edilen Bâlibey Hanı, Gazi Timurtaş Paşa ve Okçu Baba türbeleri eski devirlerin hâtıraları olarak varlıklarını sürdürseler de burada tarihe ait hemen hiçbir şey kalmadı.