Bizim doğum kütüğümüz İvazpaşa Semti’ne bağlıdır; bu mahallelerde geçmişimiz çok eskiye dayanır. Aşağı yukarı 200 seneye yakındır. Bizim soyadımız, soyadı kanuna göre fırıncı olduğumuz için “Ulusdoyuran” olarak konmuştur. Daha da eskiye gidersek biz Tatarız. Babam derdi ki; biz Kırım Bölgesi’nin Tatarıyız. Annem de Romenlerin Tatarı olduğumuzu söylerdi. Eskiden Tatarlar İvazpaşa’da ve postahanenin üstünde yer alan Yenimahalle’de yoğunluktaydı.
Babam Musa Ulusdoyuran, ilk olarak İvazpaşa’da mezarlıkların üstü var; oradaki spor kulübünün köşesinde simit satıyor; sonra da ekmek imalatı yapan bir fırın açıyor. Yunan harbi zamanında, iki Yunan askeri devriye geziyorlarmış, bir komşumuzun evine girmişler ve meyve ağacına çıkmışlar. Silahlarını da dayamışlar köşeye! Bunun üzerine komşumuz, feryat ediyor; babam da yardım için koşuyor ve askerlere müdahale ediyor. Askerler silahla karşılık verince babam İvazpaşa yatırına kaçarak sığınıyor. Yunan askerlerinin ateşe devam etmesi üzerine babam dağa doğru kaçıyor. Dedem bu olaylar üzerine askerleri şikâyet etmeye gider; bunu duyan babam dağdan inerek dedemi tutar ve şikâyet etmesini engeller. Bu olay zaman içinde unutulup gitmiş, büyümemiştir.
Harpten sonra Yunanlılar fırınımızı yıkarak Bursa’dan uzaklaşmışlar. Bu olaydan sonra babam Tahtakale’deki fırını alıp ve uzun zaman işletimeye başlamış. Bizler büyüdükten sonra abimle beni ortak olarak yanına aldı ve 3 ortak olarak çalıştık.
Tahtakale’de eski esnaflarda sevgi, saygı vardı. Esnaflar arasında büyük bir destek vardı. Biz bu fırında çalışırken, tüm esnafla kardeş gibi geçinirdik. Tahtakale bir iş merkezi gibidir. Eskiden orada hanlar vardı günümüzdeki gibi harç makineleri endüstri makineleri yoktu; o zamanlar herkes bizim fırınımızın da içinde bulunduğu çarşıda alışverişini yapar, işlerlerine giderdi. Bu bahsettiğim çimento hazırlayan işçiler akşam paydosunda Tahtakale’deki hana geri dönerlerdi.
Dağ köylüleri Tahtakale’ye gelir ve satmak istediklerini pazarda satarlardı. Tahtakale’de 4 adet han vardı. Dağ köylüleri buraya eşekleri ile gelir; ihtiyaçlarını burada karşılarlardı. Tahtakale’ye o zamanlar halk arasında “Eşekçiler Çarşısı” da denirdi. Aynı zamanda köylüler burada konaklar biz de elimizden geldiğince onlara yardım ederdik.
Tahtakale esnaflarından Musa Ulusdoyuran (fırıncı), Hikmet Vercan (un satıcısı), Rıza Polatlıgül (Bakkal), Terzi Tahir, Ahmet Kocaman, Ahmet Karabudak, Emin Arıkan (lokantacı), İlyas Çağlayan (Hancı), kahveci Mehmet Amca, berber Celal, pazarcı Murat, Faik, İsa, Tesbihlioğlu (bakkal), Sarıkasap, kasap Cemal, peynirci Hüsnü Tahtakale esnafları olarak iş yerleri vardı.
Düğünlerimiz çok güzel olurdu. İlk başta bir mevlit okunur; daha sonra gençler, kendi aralarında eğlenirdi. Damadın sadıcı olurdu; o içki içmez düğünü organize ederdi. Damat, düğün alayı tarafından mahalle çeşmesine götürülür; bu birkaç sefer tekrarlanarak yapılırdı. Damattan bir kovaya su doldurularak evine kadar taşınması istenirdi. Bu su damadın traş malzemelerini yıkaması, temizlemesi için gerçekleştirilen bir adettir. Bayanlar için düğünün ertesi günü kına yapılırdı.
Mahallemizle ilgili bir efsane olarak Helvacı Bacı efsanesini söyleyebiliriz. Eskiden bir fırıncım vardı; bekâr olduğu için fırında kalmasına izin verdim. Namazında niyazında bir insandı. Yatarken kalkacağını düşündüğü saatte ilginç bir şey olarak bir parmağın kendisini dürterek uyandırdığını söylerdi. Ayrıca fırınımızın eski, çift kanatlı ahşap ağır kapılardandı, bir gün fırın işçileri çalışırken birdenbire kapı açılıp kendi kendine kapanmış, işçilerden biri ise içeriye evliya girdiğini hissetmiş. Yine bir gün işçiler gece vakti çalışırken aralarından biri camda birden beliren bir gelin görmüş. Telaşla arkadaşlarına haber vermek isterken gelin bu Helvacı Bacı dediğimiz yatırın içine doğru süzülerek kaybolmuş. Sonraları babamın modern bir tuvaleti bu yatırla fırınımızın kesiştiği yere yaptırdığı için bu bahsettiğimiz olayları bir daha hiç yaşamadık. Bir de Eskici Mehmet Dede yatırı vardır. Bir gün oğlum bu yatırın önünden alkollü bir vaziyette geçerken, bu zatı gördüğünü söylemişti o gece yaşadığı bu olayın etkisinde çok fazla kaldı ki bir daha hiç alkol kullanmamıştır.
Eskiden asker ve hacı uğurlamalarında pek eğlence yapmazdık. Normal biçimde vedalaşırdık; fakat Bursa’nın dağ köylerinde asker uğurlamalarında eğlenceler yapılırmış. Hacı dönüşlerinde ise zemzem suyu ikramında bulunularak hoş geldin karşılaması yapılırdı. Küçükken oynadığımız oyunlar arasında futbol, misket ve kuka oyunlarını sayabiliriz.
Şu anda Kahveci Çıkmazı’nda oturuyorum. Eskiden Tahtakale’de otururduk ve o zamanlar Pınarbaşı suyu tüm mahalleyi dolaşırdı. Tüm mahallenin su ihtiyacını karşılardı. Hatta evlerimizde birbirleriyle bağlantılı havuzlarımız vardı. Hatta bir gün havuzumuzda balık kaybolunca komşumuzun havuzuna giderek balığı orada bulduk. Su yazları çok serin akardı. Pınarbaşı suyu her evden eve akan neşeli zevkli bir olaydı.
Bir müessesemiz olduğu halde, maddi gücümüzün yerinde olmasına rağmen televizyon çıktığı ilk yıllarda televizyon almayı tercih etmedik. Komşumuzun hanımı ve benim eşim akşamları yemeği yedikten sonra mahallede bir komşumuzun evine gidip televizyon izlerdi. Şimdi düşündüğümde neden o yıllarda televizyon almamışım üzülüyorum. Bir keresinde yakın bir aile dostumuza televizyonlarını ben almıştım. Siyah-beyazdı o zamanlar televizyonlar.
Fışkırık’ta Rahime Abla adlı bir iğneci teyzemiz vardı. Bir de mahalle içlerinde ebeler bulunmaktaydı. Örneğin benim çocuğumun ebesi Yeşil Türbe yakınlarında Türkan adında bir ebe vardı. Mahallelerde sağlık hizmetleri genelde bu şahıslar tarafından karşılanırdı.
Bursa’nın işgali dönemlerinde fırıncı olduğumuz bize işimizi yapmamız konusunda izin verilmiş. Daha önceden de anlattığım gibi kıvanç duyduğum bir konu olarak babamın Yunan askerlerini dövmesi işgal günlerinde yaşadığımız bir olaydır. Babam o olay sırasında kaçtığı zaman bu üst kısımda kalan Kestanelik bölgesinde kalan ve çetelerin mekânı olan bölgeye sığınmış. Bu çeteler, hiçbir zaman vatanı Yunan’a teslim etmemişler; işgale karşı her zaman silahlı bir güç olarak karşı koymuşlar.
Bursa’nın kurtuluşu sırasında çeteler burada iki mezarlık arasından, Yenimahalle’den çarpışarak Belediye’ye kadar gelmişler; yatsı namazında bayrak çekmişler. Bu olayları annem, babam yaşamış, şahit olmuşlar. Yakın bir zaman öncesine kadar bu çeteler emsali olarak bu iki mezar arasından yürüdükleri zamanı, Yenimahalle’den yürüdükleri zamanı canlandırırdı. Artık birkaç senedir yapılmıyor. Belediye’nin oralarda hala birkaç el ateş ediliyor ama eskisi gibi 40-50 kişilik konvoylarla bu canlandırma yapılmıyor.
Eski ramazanlar çok hoş geçerdi, hatta bereket kaynağı idi. Biz 40 senedir fırıncılık işi ile uğraşıyoruz, Tahtakale’de tektik eskiden. Meslek yaşantımız boyunca yanlış, hatalı bir tek hareketimiz olmamıştır. Hatta bir keresinde Belediye’nin fırınlar arasında yaptığı bir denetimde ödül almıştık. Eskiden “İnsanlar iyilere layıktır. Ulusdoyuran en iyiyi yapar” şeklinde bir sloganımız da vardı.
Bayramlar çok güzel geçerdi. Bakın bu önümüzdeki cadde sürekli kalabalık olurdu. Pınarbaşı’nda panayır yeri kurulurdu bayram süresince eğlenceler, şenlikler düzenlenirdi. Bayramlarda öyle kalabalık olurdu ki insanlardan geçecek yer kalmazdı. Pınarbaşı’nda çadır tiyatroları kurulur; turşucular olurdu. Salıncaklar, dönme dolaplar olurdu, köfteciler vardı. Kısaca bayramlar çok kalabalık olur ve bereketli geçerdi. Tahtakale, bayramlarda önemli bir merkezdi.
SEYİT AKDOĞAN 26.07.2006