Rifat İşalmaz ile sözlü tarih görüşmesi

1945 doğumluyum. Biz aslen Boşnak’ız. 1959 yılında havluculuğa başladım. Duaçınarı’nda işyerim vardı. Kozahan girişinde ve Tomrukönü’nde dükkânlarım vardı.

23 Nisanda gösteriye çıktım; kısa pantolon giydim. Pantolon… Pantolonu nerde bulup giyeceksin? Ancak zengin çocukları, takım elbise giyerdi. Bizde nerede… Fakirlik vardı. Plastik top çok önemliydi. İpi sarıp, top yapar oynardık. Çocukken topaç, döndürek, karamele oynardık. Ben simit sattım, karamele sattım, hayat sattım, açma sattım Temenyeri’nde.
Benim bayramlığımı eskiciden aldı babam; başucuma koyup yattım. Hırsızlık ve yırtık gezmek çok ayıptı. Mahallede bir kişide takım elbise olacak… Önemli bir şeydi. Saat! Mahallede biri saat alacak… Bizim mahallede, iki kişide radyo vardı İtfaiyeci İbrahim abi ve Kadir abilerde.

Görücü usulüyle evlenilirdi. Kız erkek yan yana yürüyemezdi. Hele başka mahalleden bir erkek, aynı yerden iki kere geçemezdi. Hemen leşini sererlerdi.

Önceden evimize çok misafir gelirdi. Elektrik yoktu gaz lambasıyla oturulurdu. Demek ki misafir uzun süre oturuyordu ışık sönmesin; daha çok aydınlatsın diye, gaz lambasının ucuna jilet konurdu.

İvazpaşa İlkokulu’nda okudum. Ayrıca Mithatpaşa, Atatürk İlkokulu, Reşitpaşa ilkokulu vardı. Reşitpaşa İlkokulu Necatibey Kız Enstitüsü’nün arka arasındaydı. Daha sonra oradan kalktı; Reyhan tarafına taşındı. Reşitpaşa yeterli gelmeyince yerine Osmangazi İlkokulu, o da yetmeyince Doğanbey İlkokulu yapıldı. Kızları okula pek göndermezlerdi. Gidenlerde vardı ama çok nadirdi.

Zenginlerin düğünleri, salonlarda olurdu. Genelde de Çelik Palas’ta. 1950-52’den sonra salon düğünleri başladı. Merinos’ta ve Vakıflar Bankası’nın üst katında salon vardı.
1956-1957’de ilkokula giderken hala gaz lambası kullanıyorduk.

1950-1945 yıllarında amcam Nadir’in oğlu Şemsi’de radyo vardı. 1960 yılında da biz aldık. Nevton marka radyomuzu 160 liraya almıştık.

1980’li yılların başında bir tanıdık telefon borcunu ödeyememiş. Epey bir borcu birikmiş; telefonunu satmak istemiş. Hatırlıyorum; o zamanın parası 500 liraya onun telefonunu aldım. Paranın bir kısmıyla borcunu ödedik, kalanını da adama verdim. Ondan benim dükkâna kadar 500 metre telefon kablosu çektik. Bir lodos çıkar; tel kopar; bu sefer arar dururuz; nereden koptu diye!

Mahallenin geneli tekstil fabrikalarında çalışılırdı. İpekören, Dörtçelik, Rafet Ardıç, Reşat Bakaca, Yazıcıoğulları, Arabacı Salih, Necati Kurtcan’ın Rekor Tekstil adında dokuma/tekstil fabrikaları vardı. Mahalleli genelde buralarda çalışırdı.

Annem Fatma, kurşun dökerdi. Eskiden yaşlılar ebelik yaparlardı. Doktora gitmek ayıptı.
Sebahattin Akçil, mahallenin bakkalıydı.

Deli Halil İbrahim vardı. Herkes ondan kaçardı. Mezarlıkta, tabut taşırdı. “Hacı Metin geliyor” deyince hemen kaçardı. O’nu bir kere dövmüştü. Bir tek ondan korkardı. Çok söver, herkese sataşırdı. Hanımlara “senin ne işin var sokakta, kocan yok mu” diye bağırırdı. Bir de babasından çok korkardı.

Babam, Aydın amcamla birlikte Uludağ’dan kar getirir; Tahtakale’de satardı. Yukarıdan eşekleri yüklerlermiş. Hayvanlar zaten yolu biliyor diye aşağıya kadar inerlermiş. Daha sonra da babamlar at arabasıyla Uludağ’da yapılan ilk otellere kum taşımışlar.

Ramazandan önce, rahmetli annem erişte keserdi. Her bir yufkaya bir yumurta kırardı. Geceleri sahurda elma, erik kurusu, ağlat hoşafı yapılırdı. Sahurda bir akşam pirinç pilavı, bir akşam börek yapardı. Sıcak sıcak sofraya getirirdi.

Babam bayramlarda tulum yağı alır. Onu eritirdi. Onun tortusu ayrılır; saf yağı kalırdı. Misafir geldiğinde yemeğe o yağ kullanılırdı. Misafir geldiğinde, evde erişte var; tarhana var. O yüzden misafirden korkulmazdı. İnsanlar, her zaman için hazırlıklıydı. Kocaman bir tenceremiz vardı. Bahçede ateş yakar; tencereyi üstüne oturtur, zeytinyağını döker; güzelcene un helvası yapardık. O helva mis gibi kokardı. Hala burnumdadır kokusu. Baklava nerede? Rahmetli amcamın kızı baklava yapardı; o da her zaman bize düşmezdi. Hala her bayram sabahı, tereyağlı börek yaparız.

Bu mahallede eskiden beri yaşayanların anlattıklarına göre burası, yani Karabaş-i Veli Tekkesi önceden atıl durumdaymış. Bu alanda çalgılı düğün yapanların çocukları ölürmüş. Eskiler bize öyle anlatırlardı.

Ben 1960’larda askere gitmiştim. O zaman bana, çok güzel bir asker eğlencesi yapmışlardı. Çalgılı, türkülü… Gençler, eğlenmişlerdi. Hıdrellezde, Geçit’e gidilirdi. Ama Geçit’e gitmek öyle kolay değildi. Kimsede araba yoktu. Babamın bir at arabası vardı. Komşular bir ay önceden Hıdrellez de Geçit’e gitmek için babamdan söz alırlardı. Hepsi kuyruk olurdu gitmek için. Geçit’e gitmek çok önemli bir olaydı. Geçit’e gidemeyen de Temenyeri’nde hıdrellezi geçirirdi.
Sibel Gök 28.07.2010 tarihinde görüşüldü.

 

ARAMA YAP