28.07.2010
(Maksem)
1936 senesinde Bursa’da doğdum. Annem Fatma, Babam Yusuf Sacular. Dedem sabun ve yağ imalatı yaparmış. Yaptığımız iş, lakabımızdır. Lakabımız da soyadı kanunu ile birlikte soyadımız olmuş.
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunuyum. 1963 senesinde mezun oldum. Tahsilden sonra 1970lerde Bursa’ya gelerek yapı işlerinde çalıştım.
Maksem Mahallesi’nin en bilindik yatırı, Başçı Sultan yatırıdır. Başçı İbrahim olarak bilinen bu zatın, döneminde kuzu kellesi pişirerek çarşıda nafakasını karşılayacak kadar sattığı bilinirmiş. Yine bu zatın zaman zaman evleri ziyaret ettiği rivayet edilirdi. Hiç unutmuyorum: Bir gün, komşumuz yeni doğum yapmış bir kadıncağızdı. Kocası göreve gitmiş; o da evde yalnız kalmış. Kapısı çalmış, kadın kapıyı açtığında bir dede “korkma ben seni korurum” diyerek kapısını beklemiş. Yine bir gün kadın çocuğunu beşiğine bağlayarak bakkala kadar gitmiş. Kadın eve döndüğünde bebeğini sobanın yanındaki suyla yerde oynarken bulmuş. Panikle dışarı fırlayarak, bize geldi ve anneme dönerek “ Çocuğumu siz mi beşikten çıkardınız” dedi. Ancak kimsenin bir şey gördüğü yoktu. Bu olaydan sonra bebeğin ağlamasına dayanamayan Başçı babanın gelip çocuğu beşiğinden çıkarttığı söylenirdi. Aslında mahallemizde zamanında çok muhterem kişilerin oturduğu bilinir. Haydarhane Hamamı’nı zamanında tek bir mumun ısıttığı söylenirdi: Hamamın sahibi bir işi için başka bir yere gitmesi gerekiyormuş. Gitmeden önce de oğluna; her ne olursa olsun hamamın külhanını açmamasını söylemiş. Ancak adam gider gitmez; oğlu, kapıyı açmış ve içinde yanan mum da sönmüş. O günden sonra, bu hamamın suyunun odun yakılarak ısıtıldığı söylenir.
Çocukluğumda hatırladığım kadar, evlerimizin bahçe duvarları çok yüksek değildi. Komşular birbirlerine, kimi zaman o bahçe duvarlarını atlayarak geçerlerdi. Mahalleden arkadaşlarım Güngör ve Metin’in babasıyla, babam bahçemizde tavla, kâğıt oynarlardı. Neredeyse her akşam komşular, kendilerince yaptıklarını getirir; çaylar demlenir; sohbetler edilirdi. Hele kış akşamları, her hafta bir gezmemiz olurdu. Mahallemizde Şahinde teyzemiz vardı. Onun masallarını dinlemeye bayılırdık. Öyle masallar anlatırdı ki, bazı zamanlar, masallar birkaç gün dizi gibi devam ederdi. Mahallemizde cemiyetlerimizde kalabalık olurdu. Bizim mahallede hatırladığım kadarıyla ilk salon düğününü Remzi Erk yapmıştı.
Maksem Mahallesi’ne elektriği ilk biz aldık. 1945-46 seneleri idi. O zamanlar gaz, karne ile verilirdi. Nüfus kâğıdım damga doluydu. Elektriğin geldiği gün, 200 gr kadar gaz almıştık. Elektrik bağlanınca, mahallenin muhtarı, bekçi ve bir görevli gelerek bizden gazı geri aldılar. O olayı hiç unutmuyorum. Ayrıca yine aynı senelerde çayı her yerde bulamazdık. Dağdan yabani çay toplar; kendimiz kuruturduk.
Kışları Temenyeri kayak pisti gibi olurdu. Mahallemizin ağabeyleri kayak takımları ile kayarken biz kızaklarla kayardık. Maskem köprüsünden sola ayrılan bir yol vardı. Orada bir Değirmen vardı. Cemal Değirmenciler orada un öğütürdü. Yine Temenyeri’nde bir su vardı. İftardan 1 saat evvel, bu suyun önünde uzunca bir kuyruk olurdu. Şimdiki Temenyeri Pazar yerinin sağında Hünkâr Köşküne çıkarken, Gümüşsuyu denilen bir kolun buradaki çeşmeden aktığı bilinirdi. Bu su kiremitten künklerle getirilmişti.
Bayramlarımızda, yardımlaşma daha da artardı. Özellikle Kurban Bayramlarında hiç ayırım yapmadan ihtiyaç sahiplerine kurbanlar dağıtılırdı. Bayram namazından hemen sonra mezarlarımızı ziyarete gider; dualar edip evimize sonra gelirdik. Herkeste saygı sevgi ve hoşgörü vardı. Büyüklerimiz yanlış bir hareketimiz olduğunda, bizi herkesin içinde uyarmaz; rencide etmezdi.
İşgal zamanlarında babam tulumbacılık yapmış. Yunan, buraları terk ederken çok zarar vermiş. Türkler, o zamanları çok açlık ve sefalet çekmiş. Türk askerleri şehre girdiğinde Rumlar evlerini terk ederek gitmeye başlamışlar. Bazılarının ise korkup aylarca evlerinden çıkmayarak, kimseye görünmeden yaşadığı da olmuş. İşgal bitiminde, Tahtakale’nin orada çok eski bir fırın varmış. Her kaçan Yunan askeri yanına oradan bir ekmek alıp, Mudanya’ya yöneliyormuş. Bir anda askerin birinden “Çerkez Ethem geliyor”diye bir ses yükselmiş. O anda herkes dağılmış. Babamda bu boşluktan istifade bir çuval ekmeği alarak eve gelmiş. O gün Annem tek tek bütün akrabalarına ekmek dağıtmış. Dayım Mustafa’da bu dönemde Kabakçı’nın çetesinde imiş. Yunanlılarla çok mücadele etmiş.
Mahallemizde evlerimiz ya tek katlı ya da 2 katlı olurdu. Daha çok sofalı evlerdi. Hayatlı, büyük evler ise, genelde Nalbantoğlu’nda olurdu. Mahallemizin bilinen aileleri de vardı. Bunların başında Sayılganlar ve Silahçılar gelmekteydi.
ESRA ÇOBANOĞLU 22.09.2010