Mecdi Ulusoy ile sözlü tarih görüşmesi

Babam Fehameddin Ulusoy. İstiklal İlköğretim Okulu’nda öğretmendi. Dedem Şemsettin Ulusoy ise; Mısri Dergâhı’nın son şeyhiydi. Annem İstanbul’dan gelin gelmiş. Annemin babası dedem, Şemsettin dedemin dervişiymiş. O vasıtayla annem ve babam evlenmişler. Annem çok kibar bir kadındı. Çok fedakârdı. Ailede yaşlı ve hasta herkese annem baktı.

1963 – Mecdi Ulusoy Arkadaşı Haydar Yılanlı ile Maksem Durağı

1944-1945 senelerinde Ulucami’nin karşısındaki; şuan Postane olan Mısri Dergâhı’ndan; o zamanlar Maksem’e çıkan yokuşun hemen sağında bulunan Haraççıoğlu Konağı’na taşındık. 10 yıldan fazla süre orada oturduk. Bizim oturduğumuz dönemde, en üst kat dışında çok metruk değildi. Evin salonları çok ve büyük; odaları ise az ve küçüktü.

1963 – Maksem Durağı Simitçi Dayko’nun Simit Arabası İle

Girişte büyük bir salon vardı. Salonun iki tarafında da birer oda bulunmaktaydı. İkinci katta ise biraz daha büyük iki oda ile küçük bir balkon yer alıyordu; sofa da dediğimiz salon yoktu. Üçüncü katta ise yine büyük bir salon ve iki oda vardı.

Mutfak bahçedeydi. Bahçenin arka tarafında hamamın külhanı bulunmaktaydı. Bahçenin girişi taş döşeliydi. Yan tarafta yüksek bir bahçe daha vardı. O bahçenin içinde de eskiden hizmetlilerin kaldığı bir ev yer almaktaydı. Bizim dönemimizde orada da bir aile kiracı olarak oturuyordu. İki katlı, küçük bir evdi.

Konağın, 2-3 tane bodrumu vardı. Bodrumların bir tanesi evin girişindeki büyük salonun altıydı. Diğer bodrum da; bahçede, eskiden at ahırı olarak kullanılan yerdi. Bu bodrumlara kışın odun, kömür konurdu.

Bizim dönemimizde, bahçede ve mutfakta çeşme vardı. O çeşmeler kullanılırdı. Aynı zamanda bahçemizde Pınarbaşı suyu da vardı. Hatırlıyorum da yazın aldığımız karpuzları bu suyun küçük havuzunda soğuturduk.

Konakta bir de hamam bulunmaktaydı. İçerisinde küçük bir kurnası ile sıcak su kazanı vardı; büyüklüğü 4m2 civarındaydı. Hamama, girişteki büyük salondan dar bir yolla geçilirdi. Tuvalette hamamın yanındaydı.

Evin temizliğini iki üç kişi birden yapardı. Her yanı ahşap olduğu için yerler Arap sabunu ile fırçalanırdı.

1963-1964 Mecdı Ulusoy Çinkolu Sokak

Haraççı Konağı’ndan, Maksem Caddesi’nden Çinkolukahve Sokak’a girince en baştaki eve 1954 yılında taşındık. Maksem Camisi’nin tam karşısındaydı. Yanımızda Muhallebici İsmail’in evi vardı. Babası Gürcü Mustafa’ydı. Aşağıya inerken Muhammerler, İsmetler, Mahir Poyaş, Rikkat Ablalar komşularımızdı. 1965 yıllarında Çekirge’deki Kadı Köşkü’ne taşındık. Sonra yine Maksem Caddesi’ndeki Hamam Tekke’nin orda ki bir evde birkaç sene oturduk. 1970 yılında da İpekçilik Caddesi’nde kendi evimizi aldık.

İlkokula İvazpaşa İlköğretim Okulu’nda başladım. Daha sonra Çelebi Mehmet Lisesi, Atatürk Lisesi, Erkek Lisesi ve Namık Sözeri Kolej’ine devam ettim. Çok okul değiştirdim. Sonra da İstanbul’da Kimya Bölümü’nü bitirdim.

Maksem’deki esnaf; bakkal Ahmet Gökdereli’nin babasıydı, Mehmet Güleç’in babası berberdi. Karşımızda kömürcü Osman vardı; daha sonra orada göçmenler bakkal dükkânı açtı. Sonra bu göçmenler Maksem’de dört tane bakkal dükkânı oldu. İlk kasap mumculara giderkendi. Sonra Maksem’den aşağı inerken bir kasap daha açıldı.

Maskem, bizim çocukluğumuz zamanında belalı bir yerdi. Hemen hemen her gün Kahveli Bahçe’de bıçaklı kavgalar çıkardı. Bizim neslimiz hep okudu; yeni binalar yapıldı; derken sonradan Maksem düzeldi. Babamda çocukken herkesle oynamamıza izin vermezdi.

1964 – İskender Vatansever, Mecdı Ulusoy, Tahtabacak Ahmet, Maksem duragı

Çocukken en çok oynadığımız oyun Çinkolukahve Sokak’ta top, gazoz kapağı, sigara kapağı, cilli, karamela, komen oynardık. Komen’de bir grup Kızılderili, bir grup kovboy olarak ayrılırdı. Hepimizin elinde tahtadan kılıçlar, tabancalar olurdu. Oynamaya başlayınca saatin nasıl geçtiğini anlamazdık. Köşkün altında komen oynarken bir gün Ulucami’nin yandığını duyduk. Hemen koşarak gittik. Orada yardım etmek amacıyla iskemle falan taşıdığımızı hatırlıyorum.

Yılbaşı geceleri aileler toplanır tombala çekilirdi. Börekler, meyveler yenir; radyo dinlenirdi. Hatırlıyorum o dönem komşular arasında bir tek bizde radyo vardı.

Komşularla hepimiz birbirimizin evine rahatlıkla girip çıkardık. Bizim evimizden misafir hiç eksik olmazdı. O gün kimse yoksa gider bir komşuyu eve oturmaya çağırırdık. Komşular ekmek almaya gönderdiğinde, hemen gidip alırdık. Hiç ikiletmezdik.

Maksem Camisi’nde tatillerde Kur’an kursu verilirdi. 15-20 tane kız, 15-20 tane de erkek gider orada Kur’an dersi alırdık. Ben biraz bildiğim için hocanın yardımcısıydım. Hoca gelinceye kadar bilmeyenlere harfleri gösterirdim. Sonra Muhallebici İsmail’in oğlu Mustafa geldi. O hatim indirmişti. Benden daha iyi Kur’an okuyordu. O yüzden ben yardımcılıktan alındım. Bir daha da camiye gitmedim. Çünkü susun diyorum susuyorlardı, şunu getirin diyordum getiriyorlardı. Mustafa gelince benim havam bitti. Evimizin aşağısında Aret Anne vardı. Arkadaşım Necati ile hatim için Aret Anne’ye gitmeye başladım. Necati’de hatim etti ama sayılmaz. Daha 5-6 yaşında çocuktu. İlk hocası da bendim. Annesi bana 2,5 lira verirdi; ben de ona Arapça harfleri öğretmiştim. Aret Anne bize okuyun derdi; ama uyuyakalırdı. Aret Anne uyuya kalınca; Necati maç anlatmaya başlardı. Aret Anne uyanınca yine Kur’an’ı öbür sayfadan okumaya devam ederdi. 5-6 yaşlarında, küçücük çocuktu. Aklı ermiyordu ki.

1965-1966 Çelebı Mehmet Ortaokulu Mehmet Güleç, İskender Vatansever, Ahmet Gökdereli, Tahtabacak Ahmet, Mecdi Ulusoy, İlhan Yunus, Hafız Hayatı

Necati çok yaramazdı. Bir gün bizim evin altındaki sokakta oyun oynuyorduk. Ben yeni sünnet olmuştum. 8-9 yaşlarındaydım. Oyun oynadığımız sokaktaki evlerden bir tanesini, sahibi Nadide Hanım, bekâr birine kiraya vermişti. Tek katlı bir evdi. Bakınca camdan içerisi görünüyordu. Sokakta ısınmak için ateş yakmıştık. Muammer “acaba şu odunu camdan içeri atsak yanar mı?” dedi. “Yok, canım yanar mı?” derken annem beni çağırdı eve gittim. Benim arkamdan odunu almışlar, camdan içeri atmışlar. Yataklar tutuşmaya başlamış. Muammer hemen “yangın var” diye koşmuş. Adamın evi zaten tek odalı bekâr eviydi. Sonra polisler geldi, Muammer’i, Necati’yi, birde Sakallı Bakkal’ın oğlunu karakola götürdü. Biri 5, öbürleri 8 yaşlarındaydı. Bunlara parmak kelepçe taktılar. Karakolda bir yandan kızıyorlarmış; bir yandan da çikolata falan alıyorlarmış. Sonra bunlara 1 ay sokağa çıkmama cezası verdikleri için bir ay sokağa çıkamadılar.

SİBEL GÖK 10.10.2010 tarafından görüşülmüştür.

ARAMA YAP