1939 Bulgaristan doğumluyum. Ben altı aylıkken Yunanistan’a geçmişiz. 1945 yılında da Türkiye’ye direk buraya Maksem Mahallesi’ne gelmişiz. Babamın adı Mesut Narlı, annemin ise Fatma Narlı… Babam, Gelincik Çarşısı’nda pamuk, yorgan, yatak satıyordu. Öncesinde 1946 yıllarında falan o çarşıya çok küçücük bir çay ocağı açmıştı. Daha sonra dükkân sahibi babamı sevmiş olacak ki; yan dükkânı da babama verdi; babam; orada yatak, yorgan satmaya başladı. 1958 yangınında dükkânı yandı. Yangından sonra onlara Cumhuriyet Caddesi’nde itfaiyeye doğru giderken barakalar verdiler. Barakaları birkaç yıl sonra yaktılar. Ertuğrul Camisi’nin tam karşısında şu anda halıcı olan dükkânı açtı. Bir müddet sonra babam, dükkânını abime devretti ve çekildi.
Eşimin de yine Gelincik Çarşısı’nda mobilya dükkânı vardı. Babama komşuydu. 1959 yılında evlendim. Kafkas Pastanesi’nin orada bir cami var. Kara Şeyh Camisi. Orada Kara Şeyh Çıkmazı’na gelin gittim. Şimdi oraya katlı otopark yapıldı. Yanına da iş hanı yapıldı. O evimiz çok güzeldi. Çıkmaz aralığa komşularla birlik olup çimento döktürmüştük. Bir yıkardık o arayı; tertemiz olurdu. Kafkaslar’ın evi de o aralıktaydı. Daha sonra mahalleye yani Maksem’e tekrar geri döndük.
Temenyeri Köprüsü’nün orada bir çeşme vardı. Atatürk, o suyu Hünkâr Köşkü’nden oraya getirmiş. Yıllar önce Işıklar Askeri Lisesi’nin komutanı, o çeşmeyi oradan kaldırmış. Annem de dayanamamış; yürüyerek Işıklar Askeri Lisesi’nin komutanına gitmiş. O günlerde Atatürk’ün anıldığı günlermiş. Tam olarak ne olduğunu hatırlayamıyorum. “Siz böyle Atatürk’ün anıldığı günlerde O’nun çeşmesini nasıl kapatıyorsunuz. O çeşmeyi Atatürk yaptırmıştı” diye, komutana çıkışmış. Annem, daha dönmeden o çeşmeyi açtılar. Temenyeri Köprüsü’nden geçince taş duvarın önündeydi. Orada araba yıkıyorlarmış diye sonradan yine o çeşmeyi kapattılar. Hepimiz Atatürk İlkokulu’nda okuduk. Çok güzel, iyi bir okuldu. Çok disiplinliydi. Öğrencileri çok terbiyeliydi. Remziye Hoca Hanım vardı. Pilotmuş aslında sonra bir kaza geçirmiş ve öğretmen olmuş. Sinirlendiği zaman, çocukların kafasını tahtaya vururdu. Süreyya Hoca Hanım, Nehir Hoca Hanım vardı. Bir de 2. Okul vardı. Çok güzel bir okuldu. Zeki Müren orada okumuştu.
Mahallemizde bir bekçi kulübesi vardı. Bekçimiz, bütün gece o kulübede beklerdi. Annem, onlara gece çay yapardı. Zeytin, peynir, lokma yapıp verirdi. 1956-1957 yıllarıydı.
Muazzez Feyzen vardı. Babası çarşıda kavaftı. Onlarında dükkânı yandı. Yangından sonra Zafer Plaza’nın oraya dükkânlar yapılmıştı. Onun babasına da oradan yer vermişlerdi. Gece 1-2.00’de gezerdik caddede. Gider vururduk Muazzez ablanın camına, “hadi biz geliyoruz çayı koy” derdik. Sinema dönüşü oraya uğrardık. Hemen cama vururduk. Şimdi yapsan insanlar niye rahatsız ediyorsun beni diye kızarlar. Ama ben öyle alışmışım hiç rahatsız olmuyorum. Şimdi de komşularımıza söylüyoruz. Gece hastalanırsanız kaç olursa olsun kapımızı çalın diyoruz.
Bakkal Hakkı abi ve İbrahim abi vardı.
Biz önceden mahallede bir örnek elbise dikinirdik. Bütün mahalle aynı basmadan aynı model olurdu. Hıdrellez sabahı onlar giyilirdi. Temenyeri’ne gider; dereye inerdik. Derede, Yasin okurduk. Hızır A.S. gibi her şeyimiz Hızır gibi olsun diye dua ederdik. Sonra dümbelek çalardık. Maniler çekerdik. Zeytinli yapardık. Eskiden böyle çok pasta falan yapmazdık. Ayın bir günü kabul günümüzdü. O gün kapı açıktı; kim gelirse gelirdi. O gün cevizli lokum ve peynirli poğaça yapılırdı. Bir de bisküvimiz vardı. Şimdiki gibi beş çeşit, altı çeşit, on çeşit yapılmazdı. O zamanlar zenginde orta halli gibi yaşardı. Gösteriş yapılmazdı. Hepimizin evinde divanlarımız vardı. Çok zenginlerde koltuk vardı.
Beş gün süren Hacı tehniyeleri yapılırdı. Kızlar, yeni evliler güzel giyinirlerdi. Son gün de gelinlik giyerlerdi. Önceden hacıların da bir şerefi vardı. Şimdi herkes, hacıya gidiyor. Önceden böyle çok hacı yoktu. Tehniyelerde hurma, zemzem, yüzük, bilezik masalara konur boydan boya. Hacı hanım da yeşil kıyafet giyer. Gelen O’na hoş geldin der, elini öper. Sonra masaya geçer; zemzem, hurma alırlar; hangi yüzük parmağına olursa onu alır giderlerdi.
Erkek anneleri, tehniyelere bazen kız bakmaya gelirlerdi.
Önceden hamama giderken bohçalarımız vardı. İçine peştemalımızı, havlumuzu koyardık. Gelin hamamları düğünden 4-5 gün önce yapılırdı. Evde yemekler pişirilirdi. Çorbası, yemeği, lokumu… Gelin kız, arkadaşlarını çağırırdı. Oğlan evinden bir sandık gelirdi. İçinde gelinin hamam takımları, kız arkadaşlarının hamam parası olurdu. Sonra, gelin arkadaşlarını alır hamama götürür; orada dümbelek çalınır; oynanır. Sonra oradan çıkınca eve gelirsin yemekler hazırdır zaten; yemekler yenirdi. Genelde gelin hamamına bekâr kızlar giderdi. Bazen kınalarda hamam da olurdu. Benim kınam da Yeşil Hamamı’nda olmuştu. Keçeli’ye, Kaynarca’ya, Çekirge Sultan hamamlarına gidilirdi. Gece sabaha kadar eğlenilirdi. Kına yakılır; lokumlar, sarmalar, çaylar yenilir, içilirdi.
O zaman araba çalışmıyordu. Hamama giderken bohçalarımızı alırdık elimize; işli tertemiz… Buradan Alacahırka’dan Muradiye’den kaynarcaya yürüyerek giderdik. Yine oradan konu komşu yürüyerek dönerdik. Ama o gün sırf hamam günüydü. Beşikçiler’in orda bir mola verirdik. Sabah kahvaltısı yapardık. Oradan Kaynarca’ya giderdik. Hamamdan çıkınca tekrar öğle yemeği yerdik. Toparlanır; yürüye yürüye eve gelirdik.
Kınalar bahçelerde yapılırdı. Bahçeler büyüktü. Kiralık sandalye verirlerdi çarşıdan. Sandalyeleri, at arabası sarar; getirirdi. Bahçeye sandalyeler dizilir; çengi gelirdi. Hanımlar eğlenir; kına yakılırdı. Ertesi gün de gelin alma olurdu. Mevlit okunurdu. Mevlitten sonra yemek verilirdi. Gelin almaya önceden faytonla gidilirdi. Ama ben, 1958 yılında evlendim. Benim dönemimde arabayla gelin alınıyordu. Pazartesi günü paça olurdu. Salon düğünleri herhalde 1965-1970 yıllarında çoğaldı.
Önceden, mahalle terzilerimiz vardı. Çırak olarak onlara dikiş öğrenmeye gidilirdi. Ben de çok güzel dikiş dikerdim. Meslek lisesi olarak Necati Bey vardı. Okumayanlarda mahalle terzilerinde öğrenirlerdi.
Önceden kışın geceleri kızak kayılırdı. Buradan bir başlardık kaymaya Fomara’ya kadar inerdik. Bir keresinde bana, gece kayarken görücü çıkmıştı. Ancak mahallemizin çocukları kızlara çok sahip çıkarlardı. İstemeye geldiklerinde babamız ne derse o olurdu. Biz, asla karşı gelemezdik. Annemize söylerdik; ben istemiyorum diye ama babamız olacak deyince de karşı gelemezdik. Biz çarşıda eşimle birbirimizi görmüştük. Ama hiç bir yakınlık olmadı. Eşim bana hiç belli etmedi. Sonra askere gitti geldi. Gelip istediler beni. Babam bana sormadı bile.
Mahallemizde biz geldiğimizde elektrik vardı. Evlerde su da vardı. Camimizin önünde mermer çeşmemiz vardı. O çeşmeyi sonra kaldırdılar. Köprü Caddesinde de Müberra Hanımların evinin olduğu yerde de bir değirmen varmış. O değirmenin olduğu yerde de bir çeşme vardı.
1946-1947 senelerinde Heykel’den Maksem’e, 5 kuruşa araba çalıştı; hiç kimse binmedi. Sabah namazında kalkar; dükkânını açar; akşam yine yürüyerek eve gelirdi. Babam, hiç arabaya binmeden 76 yaşında vefat etti.
İlk otomobili, 1976-77 yıllarında Ali Sezer almıştı. 1956 model, mavi bir Ford’du.
Nalbantoğlu Mahallesi’nde Kafkas Pastanesi’nin üstünde, eski evimizin orada, 2070 taksi yazıhanesi vardı. Eşim 1960 yılında, 1955 model Chevrolet alarak; o yazıhanede dolmuş şoförlüğü yapmaya başladı. Mobilyacıyken her akşam eve geldiğinde; bizi Heykel’de dolaşmaya çıkarırdı. Oradan bir yemeğe götürürdü. Dolmuşçuluk yaparken bu düzenimizin bozulacağından korkmuştum. Ama düzenimiz hiç bozulmadı. Her akşam, gelir bizi alırdı. O dönemde Çekirge’ye dolmuşçuluk yapıyordu. Karagöz Müzesi’nin oraya bizi bırakırdı. Ben çocukları orda oyalardım. Sonra bizi Çekirge’den dönüşte alır; müşterileri Heykel’e bırakır; sonrada yemeğe giderdik. Bizi o anlamda hiç ihmal etmedi. Şoförler cemiyetinde de eşimin takdirnamesi vardır. Herkes eşime çok güvenir; ailelerini ona teslim ederlerdi.
Şunu da eklemek istiyorum; eşim ve ben 1970 senesinde Avustralya/Möntre’ye yerleştik. 9 yıl orada kaldık. Ancak daha fazla duramayarak; Türkiye’ye, evimize geri döndük.
Sibel Gök tarafından 07.05.2010 tarihinde görüşülmüştür.