Şevket Burhan ile sözlü tarih görüşmesi

1951 yılında Bursa Piremir Mahallesi’nde dünyaya geldim. Halen de aynı mahallede ikamet etmekteyim. Mahallem eski adıyla Hayriye Mahallesi’ydi. Piremir Mahallesi; Hayriye Mahallesi, Piremir Mahallesi ve Kadriye Mahallesi olarak üç bölümdü. Ama asıl muhtarlık Piremir Muhtarlığıydı ve bu üç küçük mahalle bu muhtarlığa bağlıydı. Kadriye Mahallesi, Kadriye Camisi’nin etrafında kurulan mahalleydi. Ancak cami daha sonradan yapıldı. Genelde olduğu gibi mahalle ismini camiden almadı, cami ismini mahalleden aldı. Işıklar Askeri Lisesi’nin alt tarafında Karıncadere’ye doğru giden sokak Hayriye Mahallesi’ydi. Hatta alt tarafta bir köprü vardır. O köprü Hayriye Mahallesi’nin sınırları içerisindeydi. Kalan bölgede Piremir Mahallesi olarak anılırdı. Mektup yazışmalarını Hayriye Mahallesi, Kadriye Mahallesi ve Piremir Mahallesi olarak yazardık. Postalarımız bize o şekilde ulaşırdı. Şimdi bu ayrım kalktı, her yer Piremir Mahallesi olarak geçiyor ancak mahallenin eskileri halen daha bu eski mahalle isimlerini kullanırlar. Rivayete göre Hayriye ve Kadriye diye iki kardeş varmış, bu isimler de oradan geliyormuş. Bize çok eskiden anlatılan bu şekildeydi.

1970’li yıllarda Kartalspor Kulübü oyuncuları

Aslen Yörük’üz. Hayriye Mahallesi’ne 1949 yılında Korubaşı köyünden gelmişiz. Annem, babam, atam oradandır. Halen daha orada tarlalarımız var. İrtibatımız uzun süre kopuktu ama son 25-30 senedir sürekli giderim köyüme. Rahmetli babam çocuklarını okutmak istemiş. Köylerde de sadece ilkokul var, yüksekokula devam edememe durumu olduğu için Bursa’ya gelmişler. Allah razı olsun, bizleri okuttular. Mahallemize geldiğimizden beri de halen aynı evde ikamet ediyorum.
Babam Osman Burhan rençperdi. Köye gidip gelirdi. Annem Zeynep ise ev hanımıydı. İlkokulu Namazgah’ta, ortaokulu Çelebi’de, liseyi Atatürk Lisesi’nde ve Namık Sözeri’de okudum. Futbol oynadığım için Namık Sözeri bize burs vermişti. Üniversiteyi ise Bursa Akademi’de bitirdim. Bursa Akademi, Altıparmak’ta şimdi ki kaymakamlığın olduğu yerdeydi. Halen daha mali müşavirlik mesleğine devam ediyorum. Eski futbolcuyum, eski folklorcuyum. Bursa Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu’nun başkan vekiliyim. Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği’nin denetleme kurulu başkanıyım.

Ahmet Bozkurt Kartalspor Kulübü’nde oynarken

Hatırladığım en eski haliyle mahallede kerpiç evler vardı. İşin aslı doğru düzgün evde yoktu. Bir tek Karıncadere’nin yanında evler vardı. Karamazak’a inerken sağda bir cami vardır. O caminin etrafında 3-4 tane ev vardı. Şu anki Karamazak muhtarlığının olduğu yerler hep tarlaydı, meyve bahçeleriydi. Oralarda çok meyve yedik. Alem Amcaların bahçesinden gidip çok erik, armut toplardık. O tarafta sadece alt tarafta Kurşun Kaçar’ın fabrikası ve birkaç tane kerpiç ev vardı. Benim bildiğim kadarıyla oradaki ilk beton ev Kurşun Kaçar’ın evleriydi.
Benim doğup büyüdüğün evim Işıklar İtfaiyesi’nin tam karşısındaki Ova Sokak’a inen yolun sağ köşesindeydi. Tek katlı kerpiç bir evdi. Daha yeni müteahhitte verdik. Şimdi apartman oldu ve halen orada oturuyorum.
Eskiden Işıklar İtfaiyesi yoktu. İtfaiyenin bulunduğu yer tepeydi, yamaçtı ve yukarıdan Askeri Lisenin batısından aşağıya doğru inen, vatandaşın kullandığı dik, patika bir yol vardı. Şimdiki aynalı virajın olduğu yerden iniyordu. Şu an orada Askeri Lisenin kapısı ve yanında da bir çeşme var. Hatta Askeri Lisenin kömürlüğü oradaydı. Oralar tamamen yamaçtı ve kıraç bir tepeydi. Şimdiki gibi çam ağaçları falan yoktu. Sadece Işıklar İtfaiyesi’nin olduğu yerde iki tane yan yana kerpiç ev ve önünde bir de çeşme vardı. Bir de yan tarafta halen mevcut olan bir ev vardı. O da Kayhan Demirlerin eviydi. İtfaiyenin bulunduğu yer ise tepeydi. Tepede iki tane küçük kerpiç ev vardı. Hatta orada da bir çeşme vardı. Biz oradan su getirirdik, annemler çamaşır yıkarlardı. Şu anda yukarıya doğru itfaiyeyi geçtiğimiz de sağdaki çeşme o zaman da vardı. Biz o çeşmeye kaba çeşme derdik.
Kaba çeşmenin karşısında Fikret Leblebicilerin evi vardı. Teleferik’i yapan Sonderman onların evinde kiracı olarak otururdu. Biz kendisine Alman Amca derdik. Dedem de kendisine Sonderman derdi. Fikretler üst katı yaparken Alman Amca onlara maddi yardımda bulundu ve sonrada orada kendisi oturmaya başladı. Alman Amca ile dedem Ahmet Burhan çok yakındılar. Dedeme Pehlivan derdi. Alman Amca fevkalade bir insandı. Ben çoğu Müslümana kendisini değişmem. Dedem Sonderman’ın; “Ahmet ben Türkiye’de ölürsem Emirsultan Mezarlığına beni defnedin” dediğini anlatırdı. Dağdaki Beceren Otellerinin sahibine de böyle bir şey söylemiş. Zaten kendisi Beceren Oteli’nde vefat etti. Teleferik tamamlanınca İsviçre’ye gitmişti. Aslen kendisi Almandı. Fakat İsviçre’de oturuyorlardı. Bir oğlu ve kızı vardı. Daha sonra Beceren kendisini telesiyej inşaatı için geri çağırdı. Tekrar Bursa’ya geldiği gün bizim evde kimse yoktu, bir ben vardım. Ben de üniversitede de okuyordum, hazırlandım dışarıya çıkacaktım. Zil çaldı. O zamanlar otomat falan yoktu. Balkondan çıktım baktım kapıda bir adam var. “Kim o”, dedim baktım Alman Amca. Hemen indim kapıyı açtım. “Şevket çok yorgunum biraz dinleneceğim” dedi. Tamam dedim. Adamcağız valizini bıraktı hemen salondaki kanepeye uzandı. Evde de kimse yoktu. O gün akşamüzeri bir yattı, sabah kalktı. Sabah kalkınca kalçasını göstererek çok acıyor dedi. Meğerse cebinde bir anahtar vardı o batmış kalçasına. Sonrasında dağa çıktı ve üç beş gün sonra dağda vefat etti. Yaşı vardı ama çok dinç ve çalışkan birisiydi. Fikret çok yaramazdı, yaz tatillerinde onu zapt edebilmek için Teleferik istasyonunun yanındaki atölyeye götürürdü ve Fikret’i çok çalıştırırdı.
Biz çocukken kovboyculuk oynardık, otlardan çadır yapardık. Oklarla kuş vururduk. O zamanlar Işıklar Askeri Lisesi’nin sınırları bu kadar geniş değildi. O zamanlar sadece eski binanın olduğu yerler askeriyeye aitti. İtfaiyenin oradaki yamaçlar henüz askeriye sınırları içerisinde kalmamıştı ve biz oralarda oyun oynardık. Şimdiki çeşmenin çok üzerinde, lisenin binasının hemen dibinde bir arkadaş oyun oynarken bir tane kafatası ve kemikler bulmuştu. Sonrasında yalnız başımıza o tarafa geçmeye korkmuştuk.
Kartalspor ilk olarak Karıncadere’deki köprünün hemen altında küçük bir odada kuruldu. O zamanlar derneklerde lokal olayı yoktu, kahvehane gibi çalışıyordu. Birkaç yer değiştirdikten sonra şimdiki yerine geldi. Şu anda Kartalspor’un bulunduğu yer de zaten Eşkıya Şerif’in kahvehanesiydi. Eşkıya’nın Kahvesi diye bilinir ve anılırdı. Şimdiki Coşan Sokak’ın kurulduğu yerler eskiden boş araziydi ve Eşkıya Şerif’in babası Hidayet (Hüdavend) Amcanın yerleriydi. Hidayet Amca dedem ile arkadaştı. Hatırlıyorum adım ölçüsüyle orada arazi satarlardı. Mesela 70 adım bir tarafa sayar, 80 adım öbür tarafa sayar, tamam burası senin der verirdi. Para-turada yoktu. Eline ne zaman geçerse ver derdi. Hidayet Amca orada pek çok kişiyi ev sahibi yaptı. Orada üç ev, beş ev toplanıp kendi kanalizasyonlarını kendileri yaptılar. Aynı şekilde sularını kendileri getirdiler. İki üç kişi para toplar çimento, künk alır; yola künkleri döşeyerek evlerine su getirirlerdi. Bir de aralarında kavga çıkardı. Parayı ortak topluyorlardı ya, biri der ki dar almışsın, öbürü der geniş almışsın, diğeri de derki yanlış almışsın; kendi aralarında da kavga çıkardı.
Askeri Lise ile aramızda hiçbir sorun yoktu. Arka taraftaki futbol sahasında beraber futbol oynardık. Son zamanlarda sahayı vermemeye başlamışlardı. Yüzbaşı Mehmet Amca vardı. Mahalleden Yaşar Yumuşak’ın eniştesiydi. O nöbetçi olduğu zaman ben hemen yanına giderdim. “Yaşar Amca bize sahayı vermiyorlar” derdim. “Oynayın ama kavga, gürültü yok” derdi. Bursasporlu Mesut çok top oynadı orada. Kartalspor’da çok yemek yedi. Sonradan Askeri Liseye girmeyi tamamen yasakladılar.
Teleferik mesire yeriydi. Pazar günleri aileler, gençler oraya giderdi. Tabi gençlerin Teleferik’e çıkmasının sebebi genç kızlarla flört etmekti. Bu arada Askeri Liseden de yedek subay olacak öğrenciler çıkarlardı. Onların arasında Kubilay diye birisi vardı. Anlatılanlara göre Teleferik’te kızlara asılmışlar. Biz o zamanlar daha küçüğüz. Selahattin Abi, Kürt Fevzi vs. “bakın mahallede hepimiz kardeşiz bizim mahallemizin kızlarına asılmayın” diye onları uyarmış. Tabi kızlar da subay adaylarına meyil ediyorlardı. Mahallenin gençleri de bu durumu içerliyorlardı. Teleferik’ten aşağıya bir dere iniyordu o zamanlar. Bu derede karşıdan karşıya atlayarak kızlara hava atıyorlardı. Kubilay oradan atlayamayınca bizim mahallenin gençleri ona gülmüşler. O da bu sefer bizimkilere küfür etmiş. Kubilay’ı ve arkadaşlarını orada dövdüler, Işıklar durağının altındaki aynalı virajın oradaki çeşmeye kadar da kovaladılar. Askeri öğrencilerin oradan yukarı çıkmasını da yasakladılar. Öyle ki oradan yukarı çıkan öğrencileri gördükleri an dövüyorlardı. Bunun neticesinde de Askeri Liseye bizden birinin girmesi tamamen yasaklandı. Bu kız meselesinden bayağı olaylar çıkmıştı.
Bir de o zamanlar mahalleler arasında kavgalar yapılıyordu. Mikro Ali diye bir çocuk vardı. Boyu küçücüktü. Bizim evin karşısında yüksek bir yer vardı, mahallenin gençleri orada otururdu. Bizde orada büyüklerin yanında dururduk. Onların yanında otururken kendimizi bir şey zannederdik. Bir gün hava böyle kararmak üzereyken Askeri Lisenin çeşmesinin oradan uzun boylu bir adam ile bir kız aşağıya doğru yürüyorlardı. Ali Abi onları görünce yerinden fırladı adamın yanına gitti. Adamın yanında Ali Abi kısacık kaldı. Şu anda Işıklar İtfaiyesinin oralarda bir yerde adamı durdurdu. Adama bir şeyler söylemeye başladı, ne dediğini duymuyoruz tabi. Meğer o saatte oradan niye flörtünle geçiyorsun diye adama çatıyormuş. Çünkü belli bir saatten sonra mahalleden flörtünle de kesinlikle geçemezdin. Ali Abi’nin boyu 1.50, adam var iki metre.
Hele tek başına bir erkek mahalleden yukarı doğru geçti, iki saat sonra da aşağı geçti. Hemen durdurur “kimsin, necisin?” diye sorarlardı. Hemen takibe alırlardı. Eğer tatmin edici bir cevap veremezse yandı. Yalnız bu sadece Piremir’e özgü bir durum değildi. Mollaarapta’ta da, Yenimahalle’de de durum aynıydı. Ama hırsızlık, uğursuzluk asla yaşanmazdı. Herkesin kapılarının ipleri üzerinde dururdu. Güvenliydi.
Eskiden bir de mahalleler arasında kavgalar olurdu. Ertesi gün hepimiz Namazgah Okulu’na gidiyorduk. O zamanlar başka okul yoktu ki. Mollaarap, Yenimahalle, Teleferik, Piremir’de başka okul yoktu. Hepimiz aynı okula gidiyorduk. Mesela bu gün akşamüzeri bir mahallenin gençleriyle kavga ettik. Küfürler, sapanlar vs. Ertesi gün okulda yine beraberdik. Sanki akşam kavga eden biz değildik. Hiçbir şey yokmuş gibi davranırdık. Asla kindar değildik. Birbirimizin koluna girer sohbete başlardık. Birde öyle bıçak vs. asla yoktu bizim aramızda. Kavga ederdik ama kalleş değildik. Akşam Mollaarap mahallesindeki gençlerle kavga ettim diyelim, ertesi gün Setbaşı’ndan bir çocuk geldi beni dövüyor mesela. Hemen o mahalledeki arkadaşlar gelir beni o çocuğun elinden alır, o çocuğu da pata küte döverlerdi. Herkes simayen tanıdığı insanları, arkadaşlarını korur, kollardı. Asla yabancıya yem etmezdi.
Mollaarap’tan aşağıya inerken Çocuk Yetiştirme Yurdu’dan çocuklar gelirdi okula. Ben en çok onlardan korkardım. Çok güçlü kuvvetliydiler ve külhanbeyiydiler. Ben onlarla hep iyi geçinmeye çalışırdım.
Çocukluğumuz çok güzel geçti. Arazi boldu, her çeşit oyunu rahatlıkla oynardık. Top, saklambaç, kovalamaca, çember çevirme, topaç, cilli, kuka kuka oynardık. Ama her oyunun bir dönemi vardı. Çember çevirirken cilli oynanmazdı. Çember dönemi bitiyordu, cilli oynamaya başlıyorduk. Ondan sonra topaç devri, ondan sonra Kinova, Teksas, Tommiks oynardık. Kulübeler yapardık. Özellikle Ünlü Cadde’de Teksas, Tommiks kitaplarını ortaya koyar üzerine para atarlardı. Para kitabın üzerinde kalırsa kitabı alırdın, eğer para kayar giderse paran kitabın sahibine giderdi. Ama şeytanlar varmış o zamanlar. Biz bilmiyorduk ki. Kitaba meyil veriyorlarmış, kitap da parlak ya para kayıp gidiyormuş. Bazı kitap sahipleri kitapların üzerine cila sürerlermiş para kayıp gitsin diye. Ünlü Cadde başından sonuna kadar bunlarla doluydu. Bir de kiralık Teksas, Tommiks kitapları veriyorlardı. Parasını peşin verir kitapları alırdın, ertesi hafta geri götürürdün.
Mahallemizin üst tarafında bir harman yeri vardı. Hacı bir amca bizi orada düvene bindiriyordu, karşılığında da para alıyordu. Aslında bizim o düvene binmemizin faydası varmış. Onun işini kolaylaştırıyormuş ama o bizden üste para alıyordu. O koca arazilerin hepsi gitti. Şimdi yer yok. Bu anlattığım çok uzun yıllar öncesi değil 1970’li seneler. Hatta 1980 yılına kadar oralar hep boştu. 1975-1980 yıllarında inşaatlar yapılmaya başlandı. Bu bahsettiğim yerler Kartalspor Kulübünün üst, Teleferik Camisi’nin ise alt taraflarıdır. Orada bir de şu anki yolun olduğu yer dereydi. Derede de hep ördekler yüzerdi. Ali Sarvaz’ın ailesi ipek işi yapardı. Sonradan İpekçigil soyadını aldılar. Babası Abdullah Amca belki 60 yaşındaydı Kartalspor’da kalecilik yapardı.
artalspor 1958 senesinde faaliyete başlamış. İpekiş’te çalışan bir adam (adını hatırlamıyorum) Mümin ve Rafet Abilere bir takım kuralım diyor ve Karıncadere’den aşağıya inince bir köprü vardır onun tam karşısında bir yerde takımı kuruyorlar. Tabi forma yok. Bu adam yeşil fanila alıyor. Takımın renkleri yeşil-beyaz olsun, adı da Işıkspor olsun diyor. Bir başka isim daha koyuyorlar ama onu hatırlayamıyorum. Futbol oynuyorlar falan formalar eskiyor yada başka bir şey oluyor -ayrılıyorlar mı bilemiyorum- şimdiki itfaiyenin bitişiğindeki Takoz Kemal’in evinin önünde kazan yaktılar. Kazanın içine fanilaları attılar. Siyah toz boya aldılar ve fanilaları siyaha boyadılar. Fanilaları evin bahçesinde ipe astılar. Fanilaların yanlarına da birisinin annesine veya kız kardeşine beyaz şerit diktiler. Kulübün renkleri siyah-beyaz oldu. Bizim Rafet Abi hasta Beşiktaşlıdır. Kendisi top oynamıyordu ama takım maça çıkınca kara kartallar çıktı diyor. Tezahüratı hep kartal diye yapıyordu. “Kartal kartal” derken takımın adı Kartalspor kaldı. Kulüp 1964 yılında Kartalspor olarak tescil edildi. Kulüp Karıncadere’deki yerinden şimdi aynalı viraj dediğimiz yerdeki çeşmenin karşısında kerpiç bir eve taşındı. Daha sonra yukarıda Bakkal İsmet’in orada Mercan Dayı’nın evine taşındı. Şimdi ki Işıklar Otobüs Durağı’nın karşısındaki A 101 marketinin bulunduğu yerdi. Orada eskiden tek katlı kerpiç evler vardı. Sonra Teleferik’e çıkan virajı dönmeden tam karşıda ki Işık Caddesi’nde hemen sağda bulunan Hamit Amca’nın yerinde bayağı kaldı. Oradan da kulübün şimdiki yerinin biraz yukarısında Almanyalı İsmet Baştürklerin evinin önündeki çıkıntı bir yere taşındı. Oradan da Nuri Erbak Lisesi’nin karşısında Niyazi Abi’nin yerine taşındı. Uzun müddet orada kaldı. Kısa bir süre şu anki yerinin karşısında Ali Sarvaz’ın yerine geçti. Oradayken başkan bendim. Ali Sarvaz’ın yerinde çok fazla kalmadık. Son olarak da şimdiki yerine geldi ve uzun zamandır da aynı yerinde duruyor. Ben Kartalspor Kulübü’nün en genç futbolcusu ve en genç takım kaptanıydım. Genel kaptanlık, yöneticilik, başkanlık ve şimdi de Amatör Spor Kulüpler Federasyonunda başkan vekiliyim. Pek çok amatör kümede oynadım ama beni Kartalsporlu Şevket olarak bilirler. Gençlerbirliği’nden, İdmanyurdu’ndan, İnegöl’den demezler. Herkes beni Kartalsporlu olarak bilir.
Tarzan Niyazi sürekli Eşkıya’nın Kahvesi’ne (Kartalspor) gelirdi. Öldüğü gün üzerinde lacivert takım kot ve ayağında çizme vardı. Ben kaba çeşmenin oradaydım. Bana “Sarı” derdi. Geldi beni sevdi ve çeşmenin yanındaki patikadan yukarıya çıktı. Oradan Eşkıya’nın Kahvesi’ne gitmiş. Coşkun diye birisi vardı, o bıçaklamış Tarzan Niyazi’yi. Anlatılanlara göre Coşkun kahvehanede Allah’a, Kitaba küfretmiş. Küfredince Tarzan Niyazi ona bir tokat atmış, geçmiş sandalyesine oturmuş. Coşkun’da bunun üzerine Tarzan Niyazi’yi arkasından bıçaklamış, Piremir’e doğru kaçmaya başlamış. Niyazi yaralı halde onu epey kovalamış ama sonunda kan kaybından yığılmış kalmış. Niyazi’nin bir köpeği vardı günlerce mezarının başından ayrılmadı. Sonra bir müddet Eşkıya baktı bu köpeğe. Tarzan Niyazi doğa dostu bir insandı. Ormanda yaş ağaç kesenleri engellemeye çalışırdı. Kuru ağaçlar varken yaş ağaç kesilmesine karşı çıkardı. Herkesin sevdiği, saydığı birisiydi.
Mahallemizde bir de Horoz Nuri vardı. Mahallenin güldürme rekortmeni adamıydı. Mahallede sevilen, sayılan, çok komik bir insandı. Avcılar Kulübünde biri konuşurken çanı çalmak konuşan kişinin yalan söylediğini ima etmekti. Horoz Nuri’yi de bilerek konuştururlar, sonra da biri kalkar çanı bir çalardı, Horoz Nuri çıldırırdı. Gider iki gün kahveye gelmez, küserdi. Küfür işitmek isteyen Horoz Nuri’yi kızdırırdı. Mahallemizin renkli simalarından biriydi.

ARAMA YAP