1932 yılında İznik Çakırca’da dünyaya geldim. Oradan Bursa’ya geldik. Annem ve babam Kırklareli Vize Akıncılar köyünden. İki ablam Trakya’da köyümüzde dünyaya gelmiş. Sonradan ailem işleri yolunda gitmeyince İznik’e yerleşmiş. Ben İznik’te dünyaya gelmişim. Annem vefat edince babam yeniden evlenmiş ve üvey annemin isteği neticesinde Bursa’ya geldik. Küçük ablam köyde ninemin yanında kaldı.
Bursa’da annemin annesinin evlerine geldik. Orada kaç sene oturduk bilmiyorum. Sonra babam Hamzabey’den ev aldı. Bir daha orada büyüdüm, orada okula gittim. Annemle babam Merinos’ta çalışıyorlardı. Vardiyalı çalışırlardı. Bazen gece on ikide gelirlerdi. Onlar gelene kadar annemin kızı Fatma ile sokak lambasının altında oturur onları beklerdik. Hiç eve girmezdik. Babam bir bahçe tuttuydu. Orada meyve ağaçları çoktu. Sabah olunca biz Fatma ile bahçeye gider düşen meyveleri toplar yerdik. Babam sakın üzerinden koparmayın, altından düşenleri yiyin derdi. Babam oraya bakla, mısır falan ekerdi. Biz küçücük çocuktuk. Hanımlar geçerdi üzerlerinde kürklerle “ayy bize verseler bunları giyer miyiz?” diye konuşurduk. Bahçede muşmula vardı. Babam muşmulaları toplar evde minderliğin altına serip kuruturdu. Okuldan eve geldiğimizde sokak kapısı kitli olurdu. Niye kilitlerlermiş bilmem. Bir tane cam vardı, o camdan içeri girip muşmulaları koynumuza doldurur dışarıda yerdik. İlkokul birinci sınıfı bitirdikten sonra ninem beni aldı ve Trakya’ya götürdü. Bir müddet sonra da köyümüzden Habil Sezen ile evlendirdi. Eşimin evi ninemin evinin hemen karşısıydı. Hiç araba falan koşmadılar, beni yürüyerek ilahilerle götürdüler damat evine. Eşim Habil Sezen Bulgaristan’dan muhacir gelmiş. İki ablası, annesi, babasıyla Topçu köyüne yerleşmişler. Sonra ilkin babası ölmüş. Babaları öldükten sonra anneleri başka yere kocaya gitmiş, o adam da ölmüş. Ondan sonra anaları da ölmüş. Ablalarının birisini İstanbul’a götürmüşler. Biri de Topçuköy’de evlenmiş. Eşimi de çocukları olmadığı için kayınpederim ile kayınvalidem evlat edinmişler.
Evlendiğimizde yaşımız çok küçüktü. Birkaç sene eşimle çalıştık, didindik. Kızım Hamiyet dünyaya geldi; 1,5 yaşındayken eşim askere gitti. 40 günlük askerken kayınpederim öldü. Kaynanamla ikimiz kaldık. Kaynanam bir iş yapmazdı, hep hastaydı. Bütün gün yorganın altında yatar, kümbet başlarında, sıcak yerlerde otururdu. Sonra eşim askerden gelince bir iki ay içerisinde de kayınvalidem öldü. Bereket eşim gelene kadar yanımda arkadaş oldu. Bende cahildim o zamanlar küçücük evlenmiştim zaten. Kayınvalidem de ölünce eşimle beraber kaldık. Allah rahmet eylesin eşim işi hiç sevmezdi. Hiç tarlada çalışmazdı. Bir yere gitmezdi. Bir tarlaya gündöndü ektirir, büyük oğlum Murat’ı alır tarlaya çapaya giderdim. Kızım Hamiyet’i hiç kıra götürmedim. O evde kalır kapı önlerini süpürür, küçük oğlum Nihat’a bakardı. Ben hep Murat’ı alır giderdim. Tarlaya gideriz Muratla, çalıya gideriz Muratla, toprağa gideriz Muratla, tezek toplamaya gideriz Muratla, orak biçmeye gideriz Muratla. Her yere Muratla giderdik. Orak biçince bağlık atarım, o bana deste toplar, bağlığın üstüne atardı. Arkadaş olurdu bana.
Eşim çocukları şehirde iş sahibi yapmak istedi. “Babam bize köy işleri yaptırdı da ayağımıza çarık sıktırdı demesinler, temiz yesinler, temiz giysinler, onları kasabaya atayım” dedi. Çocuklara sebep Bursa’ya gelmeye razı geldi. Murat ilkokulu bitirince Bursa’ya gönderdi. Aşağı yukarı 1968 senesiydi. Küçük oğlum Nihat da ilkokulu bitirince biz de Bursa’ya geldik. Muradiye’de üç sene kirada oturduk. Kızım Hamiyet orada nişanlandı. Daha sonra Dökümhane’nin (Muradiye Hamamı) orada bir ev kiraladık. Oradan da Piremir’deki evimizin arsasını (Kent Sokak) alıp ev yaptık ve buraya taşındık.
Piremir Mahallesi’ne geldiğimizde 1975 yıllarıydı. Bizim arsanın çapraz karşısında annem ve kardeşlerim otururdu. Burada sadece Hanife Bamur komşum vardı. Onun dışında hiç kimse yoktu. Buralar hep arsaydı. Aşağıda (şu an iki sokak aşağıda kaldı) Halime komşular ile bizim evin tam karşısında (alt aralıkta) Kör Ahmetler oturuyordu. Şimdi aralara evler yapıldı artık onların evleri görünmüyor. Annem, kardeşlerim burada diye bu mahalleye geldim ama ben geldim onlar gittiler. Bizim arsa satılıktı. Analığım “alem gelmesin siz alın, alem gelmesin siz alın” diye tutturdu. Bende eşime “sen sürekli Trakya’ya gidiyorsun, benim burada başıma bir hal gelse kimin kapısını çalacağım, bana kardeşlerimin yanında ev al” dedim. Eşimde beni dinledi, analığıma, kardeşlerime yakın olsun diye bu arsayı aldı. Anarşistler onların duvarlarına yazı yazdılar. Ödleri koptu. O zaman burayı kiraya verdiler, kendileri de kiraya gittiler. Biz geldik onlar taşındılar.
Bizim evin köşesinde kocaman bir ceviz ağacı, tam karşıda da meşe ağaçları vardı. Yavaş yavaş komşular geldiler, ev yaptılar sokağımız iyice doldu. Şimdi her yer ev, nefes almaya yer yok.
Biz taşındığımızda komşum Hanifeler eski evlerini yeni yapmışlardı. Kendisi hamamda çalışıyordu. Sağ olsun Hanife evimiz yapılırken işçilere hep çay taşırmış. İnşaat ustamız mahallemizden Veliye’nin kocası Canip’ti. Annemlerin evini de o yapmıştı. Bir de Piremir Camisi’nin oralarda oturan bir Ahmet Usta vardı. Onun da çok emeği vardır bu evde.
Ulaşım için araç yoktu, araba yolu dahi yoktu. Teleferik’te yol bitiyordu. Oraya kadar arabalarla gelir, oradan yürürdük. Pazara Kurtbasan’a giderdik. Gelirken de bayır yukarı yürüyerek gelirdik. Bir tane bakkal vardı, o da yukarıda caddedeydi. Yakınımızda bir tane bakkal dükkânı bile yoktu. Buralar bomboştu. Teleferik’te ki çam ağaçları küçücüktü. Teleferik işliyordu ama böyle güzel değildi. Eskilik gibiydi. Okul vs. yoktu. Sonradan yapıldı. Kıyma almaya Teferrüç’e giderdik. Oralarda bile daha çok dükkân vardı. Tüp almaya da Teferrüç’e giderdik. Sonra sonra düzene girdi buraları. Yol bile yoktu bizim buralarda. Düzen yoktu, çünkü ev yoktu. Dağlık, bayırlık yerlerdi. Epey sonra evler arttıkça Pazar pazarı kurulmaya başlandı
Elektrik yoktu. Gaz lambası yakardık. Kaç sene karanlıkta gaz lambasıyla oturduk. Piremir Camisi’ne giderken bir kaba su vardı, inşaat yaparken hep oradan su taşıdık. Su bile yoktu. İçme suyunu da uzun süre oradan taşıdık.
Bizim evin yukarısındaki caddenin üst tarafları hep kestanelikti. Büyük büyük kestane ağaçları vardı. Hiç ev yoktu. Komşum Hanife ile oralara ot, mantar toplamaya gidiyorduk. Çok iyi komşuluk yaptık, Allah razı olsun. Hep de öyle işte.
Bizden sonra Fidan komşular, Mükerem komşular sırayla geldiler. Abdurrahman Bey tam köşeye bir apartman yaptı. Sonrasında da sokağımızda birkaç tane daha evi o yaptı. Müteahhit gibi bir şeydi. Bizim evin alt karşı köşesine yapılan evin alt katı bakkaldı. Sonra kahvehane yapıldı. Hatta küçük oğlum Nihat’ın kına gecesi de orada yapılmıştı. Yıllar sonra sokağın alt başına bir bakkal açıldı. Sanıyorum Havuz Sokak ile Çakmak Caddesi’nin kesiştiği noktada bir yerde -şimdi çok fazla sokak, cadde isimlerini toparlayamıyorum ama orada bir yerde olsa gerek- çok eskiden bir çeşme yapılmıştı. Aman ne kalabalık oluyordu çeşmenin başı. Upuzun kuyruk olurdu. Kadınlar birbirleriyle kavga ederlerdi. Bir keresinde benim kardeşimin eşini dövdüler orada. Ağlayarak eve gelmişti. Çakmak Caddesi üzerinde evler vardı ve oradaki insanlar çeşmeye daha yakın olduklarından sıraya da önce onlar girerlerdi. Aman ne kavgalar olurdu. Ben sabah erkenden suya giderdim. İnsanlar kalabalık yapmadan suyumu alayım isterdim. Halime komşunun kızı Ayşe’de erken gelirdi. “Kız sen niye uyumuyorsun? Sabahın köründe suya geliyorsun, yat sana sen” dedim. “Aaa teyze ben yarın öbür gün el çömleği kaynatacağım” dedi. Küçüktü o zaman bana bu lafı etmişti hiç unutmuyorum. Şimdi hepsi evlendi barklandı, çoluk çocuğa, hatta toruna karıştılar. Hanife komşularla gidip gelirdik. Diğer komşularla çok git gel yapmazdık. Bizde televizyon yoktu, Hanifeler televizyon da almışlardı. Hatta Murat askerdi o zamanlar. Televizyonda bir çocuk çıkıyordu aynı Murat’a benzetiyorduk. O çocuk çıkınca Hanife hemen bize sesleniyordu, Rahmiye Abla gelin Murat çıktı diye. Biz koşa koşa Murat’ı görmeye gidiyorduk. Bizim sokağın altına Şakir Amcalar ev yaptılar. Bulgaristan’dan gelmişlerdi. Akrabaları onlar gelene kadar evin betonunu attırıp duvarlarını örmeye başlamıştı. O evinde koyun keçi bakardı. Keçi sütünden ayran çalkar bize ikram ederlerdi. Torunlarımın hepsinin adını Şakir Amca koymuştur, hepsinin kulaklarına ezanı o okumuştur.
Kardeşim Erdoğan’da bayağı seneler evlerinin altında kurbanlık baktı. Buralar çok müsaitti, her yer ovalıktı. Fatmalar vardı. Çok iyi insanlardı. İki tane küçük küçük kızları vardı. Sonra kendi köylerine kalktılar gittiler. Şimdi Yenişehirli bir kadın aldı o evi. Bazen geliyor, bazen yine gidiyor memleketine. Annemlerin Muradiye’den komşusu Nebiyeler geldiler. Nebiye’nin eşi Şaban’dı, Binnur diye bir kızları vardı. Bizim evin sırasında en başta eski bir ev vardı. Hacer Abla diye bir hanım tek başına oturuyordu. Tek katlı bahçeli bir evdi. Çocukları Almanya’da yaşıyorlardı. Bizim evin tam yanı boştu. Sıcak olduğu zaman oraya yaygı serip gölgede oturur, işlerimizi yapardık.
Eskiden kınalar kapı önlerinde olurdu. Sokağın iki tarafına çarşaf gerilir, sandalyeler dizilir, kadınlar toplanır kına eğlencesi yaparlardı. Bazen köçek gelirdi. Kimi birkaç kişi gelir hem çalar, hem oynarlardı. Eskiden şimdiki gibi müzik aletleri yoktu, dümbelek çalınırdı. İlla dümbelek çalmayı bilen kadınlar olurdu. Onlar çalar kalanı oynardı. Sünnet kınaları bile öyle yapılırdı.
Kınalarda tavuk almalar yapılırdı. Kınadan sonra gelin evi damat evine gelir, çalıp söyleyerek tavuk alırdı.
Trakya’dayken ramazan hazırlıkları çok olurdu. Kuru yufkalar hazırlardık, erişteler hazırlardık. Bursa’ya gelince nerede yufka yapacağız, yerimiz yoktu ki. Eşimde börek yapmazsan ben oruca kalkmam derdi. Her gece ona börek açıp sahurdan önce kalkıp taze taze pişirirdim. Başka türlü hayatta istemezdi. Hiç soğuk ekmeği de sevmezdi, soğuk yemeği de sevmezdi. Köydeyken bana her gün ekmek yap derdi. Her gün her gün ekmek yapılır mı? Bazen bazlama yapardım, bazen ekmek yapardım. Bazlamayı ekmekten daha çok severdi.