Babamızın, evimizin karşısında küçük bir yemek dükkânı varmış. Dükkân Çoban Bey türbesinin berisindeymiş. Şimdi yıkılmış. Şu an jandarma karakolunun bulunduğu yerde atlı süvariler varmış. Hepsinin birer atı varmış ve atla köylere giderek, asayişi sağlıyorlarmış. Onlara askeriyeden yemek çıkmıyormuş, parasını alıyorlarmış. Babam dükkânında onlara yemek yaparmış. Annemler o dönemde Babazakir’de oturuyorlarmış. Dükkânın olduğu yerde Sait Ete’ye ait Kostanbay Fabrikası varmış. Fabrikanın içerisinde bekçilerin kalması için küçük evler bulunuyormuş. Babamın dükkânı burada olduğu için o evlere 1932 yıllarında kiracı olarak gelmişler. Şu an bulunduğumuz Park Sokak’taki evler eskiden Ermenilere aitmiş. Ermeniler gidince annem bu sokaktan bir arazi satın almış. Zamanla babamla birlikte kerpiçten bir ev yapmışlar. Yalnız evin projesini Alman bir mühendis çizmiş. Bahçede kerpiç keserek, ustayla beraber o ev inşa edilmiş.
Bitişik komşumuz Şevket Evcim ve hanımı Hacer Yengelerle 50 yıl dip dibe oturduk. Şevket Amca’nın kardeşi Muammer Evcim ve anneleri Fatma Nine bir diğer komşumuzdu. Yanımızda Bahriye Abla ve Sucu İsmailler vardı. Hatice Hanım Teyze ve kızları birlikte otururlardı. Komşuluk çok çok güzeldi.
Fasiha Basın: Komşular ailecek kiralık roman alır bize oturmaya gelirlerdi. Benim okumam çok kuvvetliydi. Ben onlara roman okurdum. Ama ağlayanlar mı istersin, duygulananlar mı istersin. Daha önce televizyon falan yokken nasıl vakit geçireceğiz? Herkes sırayla bu romanları alır bize gelirlerdi. Babam Arap olduğu için okuma yazması yoktu. Her gün bir Köroğlu gazetesi alır ve bana okuturdu. Okuya okuya okumam o kadar ilerlerdi ki öğretmenim beni alıp üçüncü sınıfa götürdü, “utanın, utanın; bakın birincisi sınıf öğrencisi nasıl güzel okuyor!” dedi. Ben Balabanbey İlkokulu’nda okudum. Beşinci sınıfı bitirdiğimin ertesi günü Kostanbay Fabrikası’nda işe başladım. Kostanbay Fabrikası Sait Ete’ye aitti. Sandalyenin üstünde kamçı çalıyordum, küçücüktüm. Daha sonra beni Balabanbey Fabrikası’na aldılar. 16-17 yaşındayken bütün fabrika benden soruluyordu. Evlendikten sonra da terzilik yaptım. O kadar çok işim oluyordu ki, kim kimin kıyafeti diye şaşırıyordum. Gelinlik dâhil neler neler dikerdim. Eşim, çocuklarım küçükken öldü, terzilikle onları okuttum, büyüttüm.
Evlerimizde su yoktu hemen köşede çeşme vardı. Oradan eve su taşırdık. Elektrik ise ben 18 yaşlarındayken geldi.
İşyerinde müdüre ben bu akşam mesaiye kalıp çalışacağım derdim. Kimse bana karışamazdı. Bir arkadaşla koca fabrikada gece yarısına kadar bükümde tek başımıza çalışırdık. Ertesi gün gider; “dün gece bu kadar saat mesai yaptım yaz” derdim. Hiç itiraz etmezlerdi. Her hafta Cumartesi günleri bize zarfla haftalığımızı verirlerdi. O zarfı da hiç açmadan anneme verirdim. Sıkımı zarfı açacaksın, annem kıyametleri koparırdı. Yaptığım fazla mesai paralarını ayrı alır biriktirirdim, anneme vermezdim. Annem sabahları bana simit parası verirdi, o parayı da harcamazdım onu da biriktirirdim. Öğlenleri Balaban’dan eve takunyayla yemeğe gelirdim. Epey para biriktirmiştim. O tarihlerde mahalleye elektrik geldi. Annem neyle alacak elektriği? Benim getirdiğim haftalıkla geçiniyor. Hemen biriktirdiğim parayı elektrik alması için anneme verdim. Aşağı yukarı 1948-1949 yıllarıydı.
1951 yılında evlendim. Eşim Ali Vahit Basın, eski matbaacılardandı. Şu andaki Kafkas Pastanesi’nin bulunduğu aralıktaydı matbaası.
Düğünler genelde bizim evimizin bahçesinde olurdu. Çengi veya davul zurna tutarlardı. Arabalarla tahta sandalyeler getirilirdi. Ekseri Balabanbey İlkokulu veya kahvehanelerden sandalye getirilirdi. Buradaki Umurbey Hamamı’na gelin hamamı için gidilirdi ama ekseri Çekirge’ye giderdik. Hamamda düğün sahipleri ikramlarda bulunurdu. Dümbelek çalıp eğlenirdik. Vasıta olmayan zamanlarda Çekirge’ye yayan giderdik. O zaman böyle bina olmadığından yolu dümdüzdü.
Mukadder Sipahi: İpekçilik Caddesi’nde 20. Okul’da okudum. Şimdi orası kütüphane oldu. O okul üçüncü sınıfa kadar okuturdu. Öğretmenim Emine Banker’di. Onun eşi de 19. Okul’un müdürüydü. Emine Banker hem öğretmenimiz, hem de müdürümüzdü. Çok iyi bir öğretmendi. Orada üçüncü sınıfı bitirince Balabanbey İlkokulu’nda beşinci sınıfı okudum. Balabenbey’deki öğretmenimin adı Canan’dı.
Kostanbay Fabrikası’nın sahipleri Sait Ete’nin Orhan adında bir tane oğlu, Türkan ve Tülin diye de iki kızı vardı. Çok güzel bir köşkte oturuyorlardı. Bizi arada sırada evlerine alırlar, kızlarıyla oynardık. Kızlarının ayrı oyun odaları vardı. Sait Bey’in eşinin adı Feriha Hanım’dı. Çok iyi bir kadındı.
Çocuklarımıza nazar değince Fatma Nine’ye okutmaya götürürdük. Bahriye Abla’da kurşun dökerdi. İğneci İsmail Abi’ye iğneye giderdik. O zamanlar doktora çok gidilmiyordu. Kocakarı ilaçları yapılırdı. Ben çok fazla hastalık geçirdim. Bir keresinde babamın beni sırtında Devlet Hastanesi’ne götürdüğünü hatırlıyorum. O zamanlar doğru düzgün vasıta da yoktu. Çok mühim hastalıklarda doktora gidilirdi. Çarşıya, pazara hep yürüyerek gidilirdi. Babamız halden eşeğe malları sarar bakkallara yük götürürdü; taşımacılık yapardı. Bir ara evimizin yanında bir sergi yaptı ve karpuz sattı.
Mahallemizdeki hanımların çoğunluğu çevredeki fabrikalarda çalışırdı. Şu anda Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi’nin bulunduğu yer İpeker’in fabrikasıydı. Orası hem dokuma fabrikası, hem mancınıkhaneydi. Eşimin annesi de orada çalışıyordu. Annem de çalışmıştı. Ancak ablamdan sonra bende on iki yaşında çalışmaya başlayınca annemi işten çıkardık. Bende Sait Ete’nin mancınıkhanesinde çalışmaya başladım. Ancak çok zor bir işti, ben çok fazla çalışamadım. On iki yaşındaki bir çocuğun çalışması nasıl olur? Kaynar suyun içindeki kozalara elinizdeki süpürgeyle çok hızlı vurmanız gerekiyor ki kozanın ucunu yakalayabilesiniz. Ustalarda sizin elinizin yanıp yanmamasıyla ilgilenmiyor, yapacağınız işe bakıyorlardı. O yüzden ben orada çok uzun süre çalışamadım çünkü elime su sıçrayan yerler hep kabardı. Oradan çıkınca Balaban Fabrikası’na ablamın yanına geçtim. Oradan da İpeker’e geçtim ve orada on sene dokumacılık yaptım. En son aldığım haftalık 45 liraydı diye hatırlıyorum. Daha sonra evlenince Almanya’ya gittim. Evlenmek üzere İpeker’den ayrılırken Muhsin İpeker para sıkıştırdığı elini bana uzattı ve öpmemi istedi. Ben elini öperken elime bu parayı tutuşturdu. Ben 45 lira haftalık alırken bana 800 lira vermişti.
Serap Tuba Yurteser ve Sibel Gök tarafından 16 Kasım 2012 tarihinde görüşülmüştür.