Berrin Markoya ile gizli tarih görüşmesi

1954 İstanbul doğumluyum. Babam Süleyman Vahit, annem Saniye. Babam çarşıda amcamın sakatatçı dükkanında amcamla birlikte çalışıyordu.
Annemle babaannem birlikte oturuyormuş. Halam ayrıymış. Babaannemin evi eski Rumeli evlerindenmiş. Annem, babam Heybeliada’da komşu çocuklarıymış. Sonradan Kadıköy’e gelmişler. Kökenimizde Romanya’dan geliyor. 1957 yılında Bursa’ya geldik. Annem ve babam ailevi nedenlerden Bursa’ya gelmeye karar vermişler. Setbaşı Ortaokulu’nun arka tarafında babamın akrabası Kamil Amca vardı. Babam Kamil Amca ile görüşmüş, Bursa’ya gelmek istediğini söylemiş. Kamil Amca’nın da çarşıda sakatatçı dükkanı varmış. Babamın gelmesine çok sevinmiş, dükkanda güvenilir birine ihtiyacı varmış. Bizi evlerinin birinci katına yerleştirmiş, babamda Kamil Amca’nın dükkanında çalışmaya başlamış.
Babam durumunu biraz düzeltince Işıklar İtfaiyesi’nin orada bir eve taşındık. Arazi sahibi Şükran Abla vardı. Ailecek görüşürdük. Şükran Abla “Vahitcazım hiçbir yere gitme be arkadaşım. Ne olur al bizim yerlerden, bak 2,5 lira yaa, 2,5 lira al işte yaa, hem komşu oluruz” diye çok ısrar etti. Babam da “buralarda ben ne yapayım çok korkunç, kimseler yok, kurtlar iner buralara. Yukarılara baktın mı dutluk, cevizlik” diyordu. Gerçekten buralarda İn, cin yoktu. Birkaç sene itfaiyenin orada oturduktan sonra Kuştepe’ye taşındık. 1964 senesinde de yine Şükran Abla’nın söylediği yerden arsa alıp evimizi yaptık ve buraya taşındık. O zaman da burada herkes de yer kavgası vardı. Aynı yeri birden fazla kişiye satmışlar, bütün gün burada millet yer kavgası yapardı. Polisler gelirdi. Sabah bir kalkardık yine polisler gelmiş. Acaba bu sefer kimin yeri için kavga çıktı derdik. Bizim yerimizi de başkasına satmışlardı. Babam “Hem siz yalvardınız bana al Vahit buradan bir yer diye hem de yerime kondurmuşsunuz birilerini, şu yaptığınıza bakın” demiş. Onlarda “aaa alt taraf satılmadı Vahitçim, iniver sende alt tarafa” demişler. Babamda alt tarafa inivermiş. Ama herkes uzlaşmacı değildi, kavga, dövüş her yer kırılıyordu.
Sokağımız gece karanlık, aydınlatma yok, komşulara fenerlerle oturmaya giderdik. Her yer çamur, batak içinde, ördekler, kazlar geziyor. Kazlar nasıl koşardı peşimizden ısırmak için. Hep buralar sulaktır. Hala bizim bodrumda su vardır. Uzun zaman öyle toprak, çamur içinde kaldı mahalle. Sonradan küçük küçük kırık taşlardan Nuri Amca getirir tak tak toprağa kakardı. Vahit sende bulduğun taşı getir der, babam da tak tak toprağa bulduğu taşı kakardı. Öyle öyle sokağa taş döşediler. Mahalle öyle öyle çamurdan kurtuldu. Belediyeden adam gelip de taş döşemiş değildi. Lağımları bile babalarımız kazdı. Belediyeden gelip de öyle kazıp yapmak yoktu. Sene 1964 yada 1965 yıllarında babamlar lağımları kazdılar; ortada su da yok. Tepe Sokak’ın başında bir su vardı, oradan taşı bakalım suyu. Ben getiririm bir kova suyu yorula yorula, babam lağımın başında elimden alır bir kova suyu güüp diye döker, hadi git yine doldur diye elime boş kovayı verirdi. Neymiş su lağımdan gidecek miymiş. Ay bir bakarım oradaki çeşme kalabalık olmuş, askeriyenin köşedeki çeşmeye giderdim. Babam bul getir suyu derdi. Getiririm suyu zor zahmet babam yine hoop suyu lağıma dökerdi. Ay canım çıkardı su taşırken. Neyse sonradan su aldık; bütün mahalledeki inşaatlara bizden hortumla su çekerdik, elektrik çekerdik. Eskiden yardımlaşma da çoktu. Elektrik ve suyu tahminen 1965 yılında aldık.
Bir de o zamanlar bir Tama yağı vardı. Niyeyse o Tama yağına takmıştım. Başka yağlar da vardı ama ben illa o yağı isterdim. Bir bakardım yağım bitmiş. Onsuz da asla kahvaltı sofrasına oturmak istemezdim. Annem iyi hadi git de al derdi. O zamanlar İbrahim abilerin, birde İsmet abilerin bakkalı vardı. Bir çıkardım evden Eflatun öğretmenlerin orası boş araziydi, kocaman ceviz ağacı vardı oralarda. Ben bakkala giderken köşeyi dönünce bir bakardım kocaman domuz önüme yatmış. Bir tiksinirdim. O zaman buralar resmen tarlalıktı, domuzlar inerdi. Ben koşa koşa eve gelirdim. Annem beni görünce dermiş bu yine bir şey gördü. Bizim buradan Teleferik’e çıkarken Şaypa’nın orada avcılar kulübü vardı. Önünde de kocaman bir ağaç vardı. Domuzu gören alır oraya asardı. Gelip geçerken görürdük.
Buralar yeni kuruluyordu. Belediyenin doğru düzgün ilgilendiği yoktu. Bir ara buraya otobüs koymuşlardı sonra istemediler, kaldırdılar.
Komşumuz Hikmet Abla vardı. Beyaz saçlı bir kadındı. İsmet Bakkalın yanında oturuyordu. Kocası Teleferik’te çalışıyordu. Adam 19 metre yükseklikten düştü, bütün bacakları kırılmıştı. Kırılmış bacakları görünce ne oluyorsa her gün gider, “Hikmet Teyze amcayı görebilir miyiz” derdik.
Birde Sabriye Nine vardı. Dişleri takmaydı, çok şişman bir teyzeydi. Köşeye otururdu. Geç bakkala geçebilirsen. Takma dişlerini bir çıkarıyordu, bir de elinde baston, ödümüz kopardı. Bakkala gidemezdik.
Mayısın 5’inde öğleden sonra akşamüzeri oldu mu hıdrellez yapardık. Arkadaşların ya pantolonları, ya şalvarları bir örnek olurdu. Arkadaşlar illa bir örnek giyinirlerdi. Herkesin elinde darbukalar, gece yarılarına kadar ateş yakılırdı. Bu dere o zaman böyle değildi tabi şakır şakır su akardı. Kenarları yeşillik, ağaçlıktı. Bütün millet akın akın oraya gelir, evler yapar, salıncaklar kurar, ateşler yanardı. Sabaha karşı 2:30-3:00 gibi yine kalkılır, darbukalarla Teleferik’e çıkılırdı. Bir keresinde adamın teki içmiş içmiş ortadaki büyük teleferik direğinin dibinde sızmış kalmış. O zaman teleferikte yeni kurulmuştu. Caddede Sema, Seba, Gülümser kardeşler vardı. Bir de arkada bir öğretmen arkadaşımız vardı Emine. Çok neşeli insanlardı. Aman Allah’ım bir gittik adamın başına toplandık. Bir de Yenimahalle’den davullarla geldiler. Adamın etrafında çember olduk çal Allah çal. Arabaların önüne geçer arabaları durdururduk. Arabadakiler de ailece eğlenmeye çıkmış olurdular. Ne maniler, ne maniler söylerdik, eğlenirdik. Çok neşeli geçerdi. Şimdi bir ateş yaksalar hemen polise şikayet ediyorlar.
Askeriye sonradan personel okulu oldu. Askere ilk gelen eğitimini burada yapıyordu. Ne asker, ne asker. Mahalle askerden geçilmiyordu. Genç kız olunca bir bakkala gidiyorduk hemen peşimize bir asker takılıyordu. Aman evimizi öğrenmesinler diye bakkala gitmek istemiyordu insanın canı.
Şimdi askeriyenin top sahası olan yer mısır tarlasıydı. Ben beş yaşlarında falandım. Şahende Teyze oraya mısır ekerdi. Bir sabah annemle Şahende Teyze o mısır tarlasındaydılar. Bende pijamalarım üstümde evden tarlaya doğru geliyordum. Birden 5-6 tane adam etrafımı sardı. Beni kolumdan tuttular, Rasim Amca’yı sordular. Rasim Amca’da Şahende Teyze’nin kocasıydı. Ben korktum; “amca annemin yanına gidiyorum” dedim. Onlarda Şahende Teyze’nin evini dağıtmışlar, ne arıyorlardıysa artık bir şey bulamamışlar. “Kim oturuyor bu evde”, diye sordular. “Şahende Teyze oturuyor, şimdi tarlada mısırlarla ilgileniyor” dedim. “Tamam, bizi onun yanına götür” dediler. Bende aldım onları mısır tarlasına götürdüm. Şahende Teyze görünce “bir şey demiyeydin kızım” dedi. Meğer o adamlar polismiş, Şahende Teyze’nin kocası da esrar işi yapıyormuş. Ben nerden bileyim. Şahende Teyze’nin evine girince alçak bir yerde ayakkabıları çıkarıyordun, bir basamak çıkınca evin tahtasına basıyordun. Karşılıklı her yer tahta raftı. Şahende Teyze raflara sabun falan koymuş, hepsini yerlere attılar. Şahende Teyze’ye “evine girdiler, her yeri altüst ettiler” dedim. Adamları da aldım bir güzel kadının yanına götürdüm.
Bursa Tarzan’ı bizim sokakta otururdu. Dağa yayan gider gelirdi. Saçları çok uzundu. Çocukluğumun unutamadığım kişilerinden biridir.
Nuriye Amcalar, Meliha Teyzeler, Hüseyin Amca, Nigar Abla, Cemile Hanım Teyze, Bahriye Teyze sokağımızın ilk sakinleriydi. Bakkal iki tane vardı. Biri İsmet Abi diğeri de İbrahim Abi’ydi. Işıklar durağından aşağı inen caddenin sol tarafında askerin nöbet tuttuğu yerde eskiden evler vardı. Hatta şimdi iki kanatlı kapılar var, arabalar oradan askeriyeye giriyor. İbrahim Abi’nin evi oradaydı, alt katıda bakkaldı. İsmet Abi’nin bakkalı da şimdi simit fırını olan yerdeydi. Biri bir köşede, diğeri bir köşedeydi. Bir de Bakkal Nazım vardı. O da tam Kadriye Bayan Kuaförü ‘nün bulunduğu yerdeydi. Kendisi hem bakkal, hem de manavdı. Onun dışında pazar yeri yoktu. Bir de eşekle satıcılar gelirdi. Eşeğin iki tarafına küfelerle fasulye, domates vs. koyarlardı. Bedavacı Salih Amcamız vardı. “Hadi bedava geldi, bedava geldi” diye bağırırdı. Bozacılar, yoğurtçular geçerdi. Mandalcı Hayati gelirdi. Bir tane sepeti vardı. Onu koluna takardı, içine de mandalın yanında tabak falan koyardı. Eski naylon terliğin varsa alır, yerine mandal, tabak verirdi. Bir kere oynasana Hayati Abi derdik. Hemen sepeti bir kenara bırakır şak şak göbek atmaya başlardı. Meliha Teyze önüne yemek koyardı. Ona bir oynardı, bir oynardı. Ayrıca ayıcılar vardı. Sokakta ayı oynatırlardı. Ayy çocukluğumuz çok güzeldi. Bir tane de çingene bir adam vardı. “Karakaşlı yar, söyle derdini, ne bileyim ben senin cama geldiğini” diye hem söyler, hem de darbuka çalardı. Bir de sopaya macun sarar satardı.
Hanife Abla ve Habibe Abla adında iki kardeş vardı. Kış gecelerinde onlara oturmaya giderdik. Eğlence olsun diye biri tepsi çevirirdi, diğeri de tepsi dönerken altından eğilip mani söylerdi. Bizi öyle eğlendirirlerdi. Bazen rahmetli Gülfidan Teyze bu gece bendesiniz derdi. Ona oturmaya giderdik. Kadıncağız yaşlıydı, bize çay yapmak isterdi. Bu sefer genç olarak bizler çay yapmaya kalkardık. 15-16 yaşındaydık evin içinde Hanife Abla’nın torunlarıyla saklambaç oynardık. Hiç kötü niyet yoktu. Hepimiz aile gibiydik. Önceden samimiyet vardı, şimdi resmiyet.
Mahalleyi daha çok Bursa’nın ilçelerinden gelenler oluşturdu. Çoğunlukla Yenişehir, Kemalpaşa, Karacabey gibi Bursa civarından gelen insanlar yerleşti ve mahalleyi oluşturdular. Teleferik’e doğru Gürcüler vardır. Onlarda ilk Zeyniler köyüne gelmişler, oradan da Teleferik caddesine ev yapıp yerleşmişlerdi.
Bayramlar çok güzeldi, herkes birbirine gelip giderdi. Mesela küçücük çocuktum Gülfidan Teyze’ye gidince mendil verdiği zaman çok mutlu oluyordum. Alt tarafı mendil ama çok sevinerek çıkıyordum.
Buralar boş tarla, arsa ya o zamanlar, neresi çorak, yeşilliği az ise Ramazanlarda bütün millet hasırlarını, sofralarını alır oraya serer; ateşler yakılır; ateşin üzerine saç oturtulur; herkes on kiloluk un çuvalını götürür sırayla herkese yufka yapılırdı. Mesela bu gün ben unumu götürdüm, orada kaç sofra varsa, herkes o gün bana yufka açardı. Ertesi gün bir başka komşuya yapılır derken herkesin ramazanlık yufkaları yapılırdı. Aynı şekilde bayram tatlıları el birliği ile yapılırdı.
Halil Abimiz vardı. Karısı akşamüstü çıkar “Berrin yarın akşama Halil Abin dağa veya denize götürecek” diye bağırırdı. Mahallece toplaşıp kamyonla Kurşunlu’da Kanarya Kampına giderdik. Çok eğlenceli olurdu. Şimdi oraya villalar yapıldı.
Babamlar kahveye şu anda Kartalspor Kulübü’nün kullandığı yere giderlerdi. O zamanlar orası viranlık bir yerdi. Babama aman gitme çatının köşesi tepenize düşüverecek derdim. Kahve de Eşkıya Şerif’in kahvesiydi. Adamın lakabı Eşkıya’ydı. Mezar taşında bile Eşkıya Şerif diye yazıyor. Kahve Eşkıya’nın Kahvesi diye anılırdı.
Düğünler eskiden açıklık bir alanda yapılırdı. Sonradan sokak aralarında yapılmaya başlandı. Bazen de Piremir İlkokulu’nda yapılırdı. Bursa’nın meşhur çengileri vardı. Düğüne mutlaka çengi çağrılırdı. Onun dışında bilenler darbuka çalardı. Oynamaya kalkanlar çengiye bozuk para atarlardı. Ayrıca çengi oynarken göğsüne para takılırdı. Para takıldıkça çengi daha bir coşarak oynardı.
Mahallemizde kimsede araba yoktu. İbrahim Abi’nin bir at arabası vardı sadece. El arabası derseniz herkeste vardı. Taş kum taşımak için.
Bizim bir radyomuz vardı. Duvarda da ona göre bir raf vardı. Radyomuz orada dururdu. Babam 1962 yıllarında “zamanla bu radyonun içindeki insanlar görünecekmiş” derdi. Sonra 1970’li yıllarda Meliha Teyze televizyon aldı. Televizyon izlemek için bizi de çağırırdı ama biz gitmek istemezdik çünkü evi zaten çok kalabalık olurdu. Biz de onların ardından hemen taksitle bir televizyon almıştık. Herkes bize gelirdi televizyon izlemek için. Kimse kimseyi görmezdi koyun gibi herkes televizyona bakardı.

Sibel Gök tarafından 25 Mayıs 2015 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP