Mümin Metin ile sözlü tarih görüşmesi

1931 yılında Yunanistan’ın İskeçe ilçesine bağlı Karapazar köyünde dünyaya geldim. Köyümüzün bir tarafı Türk, bir tarafı Rumların oturduğu bir köydü. İki tarafı bir dere ayırıyordu. Alman Harbi sırasında Almanlar, onlardan sonra da Bulgarlar köyümüze geldiler. Aç bırakmak için çeşit çeşit projeler hazırlamışlar. Öyle bir şey ki Almanların ardından Bulgarlar gelince, ektiğimiz ekinden evimize götürmemiz yasaklandı. Evimizde ufacık bir şey bulsunlar helak ediyorlardı. Buğdaylar olmaya başladığı zaman gece saat 2.00-3.00’te gider tarlanın ortasından bir demet buğdayı gizlice biçer eve getirir, el taşları ile onu öğütür ekmek, aş yapardık. 1941’den 1943’e kadar öyle geçindik. Ondan sonra Almanlar harbi kaybetti, Bulgarlarda çekti gitti. Onların ardından Rumlar babamı rahatsız etmeye başladı. Bunun üzerine önce İskeçe şehrine göçtük, oradan da 1945 yılında Türkiye’ye, evvela Uzunköprü’ye geldik. Orada bir camide bir ay kaldık. O zamanlar İsmet İnönü reisicumhurdu. O dönemin hükümeti bize bir ay orada baktı. Bir ayın sonunda devlet bizi Konya’ya gönderecekti. Ancak babam Bursa’da akrabalarımız olduğunu söyleyince biz Bursa’ya geldik. Altıparmak Selimiye Mahallesi’nde dayımın evinde aşağı yukarı bir sene kaldık. Sonra Altıparmak’ta bir ev bulduk ve oraya taşındık.

Ben 13-14 yaşlarındayken bir gün babamla Merinos’un altındaki eski tren yolunun oradan yukarı Çırpan Mahallesi’ne doğru çıkarken Merinos’taki bekçi bizi gördü, babama “Ne bakıyorsunuz? İş mi lazım?” diye sordu. Babam da “Fabrikaya bakıyoruz, iş varsa iyi olur” dedi. Bekçi babama “sen yaşlısın ama çocuğu alalım” dedi ve beni kolumdan tutup içeri götürdü. Ben iki üç gün sonra Merinos’ta işe başladım. Fakat Merinos’ta havasızlıktan rahatsız oldum. Babam beni Altıparmak’ta ki Yahudi bir doktora götürdü. Doktor babama “Bu çocuğu fabrikada çalıştırma. Bu fabrika bu çocuğa yaramamış” dedi. Bunun üzerine babam beni Merinos’tan aldı ve bir kunduracının yanına çırak olarak verdi. Orada sanat öğrendim. 1955 yılında kendime dükkân açtım. 1969 yılında da kapattım. Sonra çeşitli yerlerde çalıştım. Nihayetinde 1973 yılında Köy Hizmetleri’ne girdim ve oradan da emekli oldum. Babam Salih de Tekel’de çalışmaya başladı ve sonrasında rahmetli oldu. Eşimde fabrikada çalışıyordu. Çocukları haftalık 10 liraya komşuya baktırıyorduk. Sonra eşim Köy Hizmetlerinde çalışmaya başladı ve oradan emekli oldu.

1957 yılında Teferrüç’teki ilk arazimi aldım. Araziyi satın alacağım zaman babam ve abimle Teferrüç’te dolaşıyor, yer arıyorduk. O arsayı gösterdiler. Sahibini sorduk. Sabuncu İbrahim’in arsası olduğunu öğrendik. Yeşil Hamamı’nın orada oturuyormuş. Gittik, bulduk adamı. Adam dayadı sırtını Yeşil Camisi’nin duvarına Teferrüç’teki arsayı bize oradan gösterdi. Her yer bomboştu.

Hamdi Abim ustaydı, sonra Rüştü Amca, Saim Usta yukarıdaki ilk evimizin inşaatını yaptılar. Sonra aşağıda şuan oturduğum evi de onlara yaptırdım. Üçü de rahmetli oldu. İlk yaptığım evi 1969 yılında borcumu ödeyebilmek için sattım. Sonra şu an oturduğum evin arsasını aldım ve yavaş yavaş buraya bir ev yaptım.

İlk taşındığım yıllarda mahallede 8-10 tane ev vardı. Yol yok, elektrik yok, su yok, telefon zaten yok. Acil bir şey olduğu zaman Devrengeç Su Deposu’na inip oradan telefon ediyorduk. Aşağıda köşede bir çeşme vardı, oradan eve su taşıyıp ihtiyaçlarımızı görüyorduk. Çok çile çektik ama şükür Allah’a. Yavaş yavaş yolu oldu, elektrik geldi. Hiç unutmam burada elektrik idaresinde çalışan Mustafa Cebeci adında bir arkadaşım vardı. Onunla gittik müdüre, durumumuzu anlattık. Adem Kalfa vardı. Zengin adamdı. İki direkle evine cereyanı aldı ama biz alamıyorduk. Mahalleye elektrik geldi ama eve mesafe çoktu. Müdür – Allah razı olsun bir adamını gönderdi, ölçü aldırdı. Gelen adam iki direk, bir de süzme direk gerekli dedi. O zaman da büyük çarşı yangını olmuştu. Ali Abi ile ortaklaşa yangından kalan demir direklerden dört tanesini ucuza aldık. Hatta komşulara sizde iştirak edin de size de elektrik verelim dedik ama onlar razı gelmedi. Elektriğin gelmesi 1959 yılını buldu. Ondan önce gaz yağı yakıyorduk. Bir de kandilimiz vardı, yakıp dışarıda gezdirirdik, burnumuzun delikleri simsiyah olurdu.

Komşularımız Şoför Ali, Yörük Hüseyin Ceylan, Mustafa Karapaşa, Ali Yetkiler, Saime Şimşir vardı. Bunların hepsi vefat etti. Sonradan taşındığımız yerde Beytullah Abi, Murat Abi vardı.

1959 yılında Teferrüç Cami Derneği olarak caminin yapılacağı arsayı aldık. Temelini kazdırırken temelin altında su boruları çıktı. Gittik belediyeye bize kaydırın biraz temeli dediler. Bizde caminin temelini aşağıya doğru kaydırdık. Temelleri açınca kurban aldık ve Bursa Valisi Vefa Poyraz’ı davet ettik. Hiç unutmuyorum adamın gözlerinden yaş geldi. Eskiden subaymış kendisi. “Allah bana böyle bir şeyi nasip etti. Allah’a şükür ben de bu günleri gördüm” dedi. Giderken de bir miktar para bıraktı. Caminin inşaatı 7 sene sürdü. Hiç paramız yoktu. Elimizde cami derneğinin makbuzu ile kapı kapı gezdik. 1966 yılında caminin inşaatı bitti. Bazen köylere giderdik, adam para veremem ama kavak ağacı vereyim derdi. Oradan kavak ağacını getirir, burada satar, parasıyla caminin bir eksiğini tamamlardık, inşaata harcardık. Mahallemize bir cami yaptırabilmek için çok emek harcadık.

Geldiğimizde Teferrüç dağ başı bir yerdi. O zamanlar evler seyrekti. İncin yok, bağlık bahçelik bir yerdi. Evinimizin yan tarafı İsmail Abi’nin üzüm bağıydı. Karşı tarafta (Nuri Erbak Okulu) harman dövüyorlardı. Tepeden bakardık, hiç kimseler yoktu. Mısır, buğday ekerlerdi. Güzel kestanelikler vardı. Mesela kestane sahipleri kestanesini toplar biz arkadan gider kalan kestaneleri toplar getirirdik.

Teleferik’in oradaki çamlar çok ufaktı, yeni ekilmişlerdi. 1958-59 yılında olması gerek rahmetli Menderes geldi. O zamanın valisi İhsan Sabri Çağlayangil yanındaydı. Durağın yanındaki su deposuna çıktı. O zaman çamlar daha küçücüktü. Su deposundan aşağıya şöyle bir baktı “Sabri Bey ne yapmışsın sen?” dedi. İhsan Bey “Ne yapmışım Başbakanım?” deyince, “Yahu kardeşim bu hava senede üç mahsul verir, sen bu ovayı mahvetmişsin, dolmuş ova. Lütfen bunun önüne geç” dedi. Birde şimdiki halini görseydi acaba ne söylerdi.

Teferrüç Camii

Teferrüç’e araba çıkmazdı. Kerpiçhane’ye kadar vasıta vardı. Orada iner, buraya yürüyerek gelirdik. O zamanlar kışlar çok sert olurdu. Dize kadar kar yağardı. Bir lodos eserdi bütün kiremitleri allak bullak ederdi. Karda, buzda biz Kerpiçhane’den eve yürürdük. Sonra sonra vasıtalar çoğalmaya başladı. Özellikle teleferik açıldıktan sonra vasıtalar arttı, buralara kadar çıkmaya başladı.

Teleferik’i bir Alman mühendis yapmıştı. Hatta o Alman’ı ben 1987 yılında Köy Hizmetleri’nde çalışırken Uludağ’da görmüştüm. Onlar da Etibank’ın tesislerinde eşiyle birlikte kalıyordu. Bir çıkarlardı bütün gün güneşin altında yatarlardı. Güneşi çok severlerdi. Sarışın bir adamdı..

Hıdrellezde beygir arabalarıyla Değirmenlikızık’a giderdik. Beygir arabası abimde vardı. Çoluk çocuğu beygir arabasına bindirir, kimimiz yayan giderdik. Abim Hamdi Metin arabacılık yapardı. O zaman ununu, odununu herkes beygir arabalarıyla getirirdi. Otomobil yoktu.

Ramazanlar, bayramlar güzel geçerdi. Pınarbaşı’nda eğlence yerlerine giderdik. Orada panayır kurulurdu. Envayi çeşit eğlenceler olurdu. Tiyatrolar, şarkı söyleyenler. O zamanlar Pınarbaşı’nın envayi çeşit turşuları olurdu. Millet turşu alır, turşu suyu içerdi. Konu komşu gelir, biz onlara giderdik. Ramazanlarda davulumuzu Arap Ramazan çalardı. Fakat bir akşam nasıl lodos esiyor. O lodos bunu bir toparlamış davul bir tarafa, kendi bir tarafa gitmiş. Sonraki akşam bir şey çalıyor ama davul değil. Camdan çıkardım kafamı bir baktım; gaz tenekesini iki taraftan takmış boynuna tan tan çalıyor. “Bu ne?” dedim. “Abi ne yapayım, davul patladı” dedi. Hey Allah’ım dedim.

Çocuklar evvela Işıklar Askeri Lisesi’nin oradaki Piremir İlkokulu’na, daha sonrada Namazgah’ta Namık Kemal Okulu’na gittiler. Çocuklarım Semih Metin, Erol Metin ve Semra Bayhan.

Ben Okçular’da ayakkabıcıydım. Her gün çarşıda olduğum için evin ihtiyaçlarını oradan getirirdim. Mahallemizde pazar kurulmuyordu. Mahallelide ihtiyaçlarını çarşıdan evine taşırdı. Daha sonra Teleferik Caddesi’ne Pazar pazarı kurulmaya başlandı. Mahalleli artık ihtiyacını o pazardan görüyor. Ama ben halen çarşıdan alışveriş yaparım. Hem de arkadaşlarımı ziyaret etmiş olurum.

Düğünler mahalle aralarında yapılırdı. Mesela bir sünnet düğünü mü yapılacak: Sokağın bir tarafına bir çarşaf gererler, diğer tarafına da başka bir çarşaf gererler, iki çarşafın arasındaki alanda da düğün yapılırdı. Şimdiki gibi salon tutmak falan yoktu. Ama çok neşeliydi, güzeldi. Komşularla çok yakındık. Hanımlar birbirinin evine rahatlıkla girer çıkarlardı. Öyle haber verme falan olmazdı. Şimdi de yaz günleri halen bütün gece kapının önünde oturup, sohbet ederler, çaylarını içerler, çekirdeklerini yerler.

Eskiden okulun önünden akan büyük bir dere vardı. Sonra dereyi logarların içine aldılar. Öylece yağmur suyundan kurtulduk. Yolumuzda dereye inip karşı tarafa geçiyorduk. Köprüde yoktu, tahtalar koyup karşıya geçerdik. Daha sonra oraya bir köprü yapıldı. Köprü yapılalı da 20-25 sene oldu.

Cenazelerde sela verildi mi konu komşu işini bırakır koşardı. Şimdi de öyle çoğu işini bırakıp cenaze namazına koşar gelir. Cenaze sahibi bir hafta yemek yapmaz, konu komşu Allah ne verdiyse her gün cenaze evine yemek götürür.

Eskiden komşular az olduğu için herkes birbirini tanırdı. Birinin ufacık bir sıkıntısı olsun, hastası olsun hep beraber koşuyorduk. Şimdi bazen ben mahallenin otobüsüne biniyorum, bakıyorum acaba yanlış mı bindim diyorum. Buraya bir geliyoruz araba boşalıyor. Artık kimse kimseyi doğru düzgün tanımıyor.

Sibel Gök tarafından 08 Nisan 2015 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP