1930 yılında Karaağaç Mahallesi’nde dünyaya geldim ve halen bu mahallede oturmaktayım. Babam Şevket Göçmenöz vergi dairesinde memurdu.
Mahallemiz eskiden Ermeni mahallesiymiş. Bizim evimiz İpekçilik Caddesi’nde şu anda Ufuk Elektrik’in üstündeki apartmanın olduğu yerdeydi ve karşımızda çok güzel eski bir ev vardı. O eve papazın evi derlerdi ve bahçesinde mis gibi kokan bir manoyla ağacı vardı. Eve mermer basamaklarla çıkılırdı. Bizim evimizin altında İsmet Abla, karşımızda Suphiye Hoca Hanım vardı. Suphiye Hoca Hanım Dörtçelik İlkokulu’nda öğretmendi.
Mahallemizde kışlar çok eğlenceli geçerdi. Kar yağdığı zaman merdiveni kızak yapıp kızlı erkekli kayardık. Şaban Ağa’nın dükkânına kadar iner, orada boza içip tekrar yukarı çıkardık. Ertesi sabaha don yapsın diye karın üstüne su dökerdik. O yıllarda kar yağdığı zaman bir iki ay kalkmazdı.
Papazın evinin üstünde arkadaşlarla oyun oynardık. Yokluk zamanında bezden top yapardık. Sonraları okul ve iş yüzünden yukarılara çıkmaz olduk. Bizim mahallede kahve olmadığı için insanlar çok yakın değildi. Mahalle kasabı, kahvesi vs. olmadığı için çok birlik yoktu. Mesela Muradiye’de komşuluk daha farklıdır. Mahallemizin halkı genelde emekli ve memur kesiminden oluşurdu. Caddemiz çok güzeldi. Caddede evlerin sağlı sollu mermer merdivenleri vardı.
Bir gün kapının önünde oyun oynarken tam evimizin önüne bir fayton geldi. Faytondan siyah, elbiseye benzer bir kıyafetle bir hanım indi ve bana annemi sordu. Meğer bu hanım bizim evimizin Ermeni sahibiymiş. Papazın evinin karşısında dört tane ev vardı. Dördünün de yapılışı aynıydı. Meğer o evler papazın çocuklarının evleriymiş. Gelen misafire annem çay ikram etmek istedi ancak kadın sadece su istedi. Bizim semtin suyu Bursa’nın en güzel suyuydu. Hanım özellikle o sudan içmek istemişti.
Setbaşı Fırınının sahibinin bir tane arabası vardı. Bayırda bir sağa bir sola giderdi. Tabi cadde Arnavut kaldırımıydı. Daha sonra mahkûmlara o yol parke yaptırıldı. Nazım Hikmet de mahkûmların başında gider gelirdi. O zamanlar Nazım Hikmet Bursa’da mahkûmdu.
Karşımızdaki papazın evi bir başçavuşa kiraya verilmişti. Başçavuşa arabayla eşya gelmişti. Bizde evin oraya araba gelince üstüne binerdik. Bu arabaya da bindik, haydi aşağı inerken Şaban Ağa’nın dükkânından içeri girdik. Allah’tan kimseye bir şey olmadı.
Şu anda Setbaşı Ortaokulu’nun karşısındaki ahşap bina Devlet Su İşleri binası olarak kullanılıyordu. Şimdi caddede eski binalardan bir tek o kaldı.
Eskiden aileler kalabalıktı. Çocuklar, anneanne, babaanne, dedeler bir arada yaşanırdı. Genelde ailece Temenyeri’ne pikniğe gidilirdi.
Şu anki muhtarlık binasının orada yani Büyük Aralık Sokak’tan muhtarlığa giderken yeni yapılan apartmanın bulunduğu yerde bir fırın vardı. Her hafta koca bir tepsi börek yapılır, o fırına götürülür, pişirilirdi. Ben piştikten sonra böreği almaya giderdim. Her hafta o börek mutlaka yapılırdı.
Mahfel’in yanında, Çekirge dolmuşlarının kalktığı yerde kocaman bir çınar ağacı vardı. Ağacın kökleri Irgandı Köprüsü’nden çıkmıştı. Ramazanda o ağacın altında buzcular keçelere sarılmış buz, kar satarlardı. Herkes alır evine götürürdü. Bir sene saatler iki saat ileri alınmıştı. O sene ramazanda saat ona yakın iftar olurdu. Ağzımız kururdu. O kar bize ilaç gibi gelirdi.
Kütüphanenin bulunduğu yer Ferah Kahvesi’ydi. Çok güzel bir kahveydi. Camları alçaktı. Aziz Nesin bir kitabında Bursa’ya sürgün geldiği döneme ait bir anısını yazmıştı. Bir gün canı çok kahve istemiş ancak hiç parası yokmuş. Nasıl olsa biri gelir yanıma oturur kahvenin parasını ona ödetirim düşüncesiyle gelmiş, Ferah Kahvesi’ne oturmuş. Düşündüğü gibi de olmuş. Bir süre sonra yanına bir tanıdık oturmuş. Tam kahvesini içmiş kalkacakken, yanındaki tanıdığı ondan önce davranmış. O bir kahveyi düşünürken olmuş iki kahve. Kitabında devamını; “Allah’tan Bursa’da bir adet vardır. Sabah akşam Heykel’e bando gelir ve İstiklal Marşı söylenir, bayrak iner ve bayrak çıkar. Bereket versin İstiklal Marşı söylenirken bende milletin arasından kaçtım.” diye anlatıyor. Gerçekten de bu bayrak çekme töreni esnasında törene riayet edilmezse cezası vardı. Bende o yılları hatırlıyorum.
Sibel Gök tarafından 26 Mart 2013 tarihinde görüşülmüştür.