Orhan Eyigöz ile sözlü tarih görüşmesi

1935 Yenimahalle doğumluyum. Büyük dedelerimiz Kırım’dan gelmişler, bir dedem de Kafkasya’dan gelmiş. 1865 senesinde hicret edenlerin bir kısmı Varna’da, bir kısmı da Köstence’de kalmış. Diğer bir kısmı ise Plevne Savaşı’ndan sonra Tokat’a gelmiş, oradan da Bursa’ya… Kimi de Ankara Polatlı’da kalmışlar. Kırım göçmenleri hep böyle dağılmışlar. Benim dedelerim Bursa’da Yenimahalle’ye yerleşmişler. Biz altı göbek Bursalıyız. Rahmetli babaannemin anlattığına göre bizim mahallede eskiden Ermeniler, Rumlar, Tatarlar ve Museviler olmak üzere dört ırk bir arada yaşarmış. Mahallede Müslüman olarak Tatarlar, birkaç Arnavut ve Çerkez aile ile iki üç tane Giritli vardı. Zaten mahallenin eski adı Babadağ Mahallesi’dir. Romanya’nın Babadağ kazasından gelen Tatarlar, burada da kurdukları mahalleye Babadağ Mahallesi demişler ve Babadağ Camisi’ni yaptırmışlar. Ben Terziyim. Babam Refik Eyigöz de terzilik yapardı. Kendisi 1923 yılından sonra Bit Pazar’ında terzilik yapmaya başlamıştı.

Kerpiçhane’nin üstünde Yeşil Cadde’den Bursa, Ertuğrul Evcim, Zeki Geldigil, Orhan Eyigöz, 1960

Evimiz dededen kalma eski bir evdi. Mahallede herkes ipekçilikle uğraşıyordu. Namazgâh’ın olduğu yerler de hep fabrikaydı. Gaffarzâde ve Resulzâde ise mahallenin büyük patronlarıydı. Gaffarzâde’nin ustabaşı benim teyzemdi. Şu an aile daha çok “İpekerler” olarak biliniyor. Bunların çok büyük dokuma fabrikaları vardı. Mahalledeki dört aileden birinde de mancınık bulunurdu. Derenin etrafında da ipek böcekleri için özel dut ağacı yetiştirirlerdi.

Setbaşı Okulu’na gittim. O zaman orası 19. Okul’du. Okulun hemen karşısında eskiden kalma kilise vardı ancak yıkıldı. Setbaşı Okulu da ahşap bir Ermeni okuluydu. Yukarıda da Kale Okul vardı. Balabanbey Kalesi’nin üzerine kurulmuş bir okuldu o yüzden Kale Okul olarak anılırdı.

Mahallemiz göçmenlerden kurulmuş bir mahalleydi ve göçmenlerde haliyle fakir insanlardı. Geldikleri yerlerden pek bir şey getirememişler ve burada her şeye sıfırdan başlamışlar. Ancak Tatarlar sanatkâr insanlardır. Kunduracılar Tatarlardadır, saraçlar Tatarlardadır, arabacılık, dikiş-nakış hep Tatarlardadır.

Kerpiçhane’nin üstünde Yeşil Cadde’den Bursa, Ertuğrul Evcim, Zeki Geldigil, Orhan Eyigöz, 1960

Babaannem Yunan işgalini anlatırdı. Bursa’da iki sene kalmışlar. Giderken yukarıları yakmışlar. Dağdan çeteler inmiş. O yıllar hep yoksullukla, sürünmekle geçmiş. Benim çocukluğumda zaten yaşlı adam yoktu. Hepsi Yemen’de, Trablusgarp’ta, Çanakkale’de ölmüşler. Biz hiç dede bilmeyiz. Koskoca mahallede bir tek Hüseyin Amca ve amcam esir düşmüş gelmiş, börekçi Deli Bekir’de kaçmış gelmiş;  üç tane yaşlı adam vardı. Biz dede nedir bilmeyiz. O dönem mahallemizde hiç erkek yokmuş. Yunan işgalinde de bu yüzden bazı sıkıntılı anlar yaşanmış. Çocuklar okula gidememişler. Annemde okuma yazmayı Gaffarzade’nin fabrikasında öğrenmiş. Devlet bütün fabrikalara öğretmen göndermiş ve okuma yazma öğretmiş.

Çocukluğumuzda günde bir sefer yemek yerdik. Böyle bolluk yoktu. İlk çayı Uludağ’ın eteklerinden toplayıp içtik. Annelerimiz dağdan topladıkları çayı masalara yayar, elleriyle ufalarlardı. Ancak çok yağmur olmadığı için pek randıman alınmadı ve çay Karadeniz’de ekilmeye başlandı. Çok net hatırlıyorum annelerimiz dağda ki fındıklığın arkasına çay toplamaya giderlerdi.

Mahallemizde komşuluk dört dörtlüktü. Evde bir şey pişirdiğin zaman kokmuştur diye mutlaka dört tabaksa bir tabağını komşuya verirdin. Bir evin içinde üç nesil bir arada yaşardı. İnsanlar çok mütevaziydi. Biz 1948 yılında eve elektrik aldık. Ondan evvel evlerde geceleri gaz lambaları yakılırdı. En çok ışık vereni 5 numaralı lüks lambasıydı. Harp zamanında da kandil kullanırdık. Kandilde zeytinyağı yakılırdı; zeytinyağı is yapmazdı. Harp zamanı karartma uygulanırdı. Zaten gaz lambası ne kadar aydınlatacak? Yanlış hatırlamıyorsam on beş günde bir ya da iki litre gaz verirlerdi. O gazla on beş gün idare etmek zorundaydın. Evine daha önce elektrik alanlar oldu ama kurşun kablolar kullanılırdı ve çok maliyetli bir işti. O yüzden herkes kolay kolay evine elektrik alamazdı. Sokak lambası falan yoktu. Herkes çok garibandı. Bir tek devlette çalışan memurlar sigortalıydı. Hiç kimsenin bir güvencesi yoktu. İşverenin de bir güvencesi yoktu. Sonradan Bağkur kuruldu da biz de Bağkur’dan emekli olduk. Mahalleye ilk toplu taşıma aracı 1954 yılında geldi. 20-30 kişilik bir araçtı ve rampada kalırdı, yukarı çıkamazdı. Çok zahmet çekerdik.

Çocukken birdirbir, met gibi oyunlar oynardık. Radyo falan sonradan geldi. Evlerin bütün yükü hanımların üzerindeydi. Kömür yoktu, odun yakıyorlardı. Hanımlar kış günü odunu yakarlar kırmızı köz olunca da odunu söndürürler, yazın onu maltız ocaklarda kullanarak yemek yaparlardı. Evi çekip çeviren kadınlardı. Bütün beceri onların elindeydi. Eve kıyma, et pek girmezdi, zaten buzdolabı da yoktu. Kasaplar etlerini ikiye üçe kadar satmaya çalışırlardı çünkü yazın o etler buzdolabı olmadığından kokardı.

Mahalle dayanışması 1970’ten sonra bitti. Modernleşme bu işi bitirdi. Adam İstanbul’da iş buldu İstanbul’a gitti, Avrupa’da iş buldu Avrupa’ya gitti. O yıllarda Amerika, Avustralya, Almanya, Hollanda kalifiye işçi aldı. İnsanlar oralara çalışmaya gittiler. Bende Almanya’ya gittim ve orada uzun yıllar kaldım. Birde 1970 yılından sonra mahallede apartmanlar yapılmaya başlandı. Yavaş yavaş mahalle eski özelliğini kaybetmeye başladı.

 

Sibel Gök tarafından 24 Eylül 2013 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP