Mehmet Okyar Güleçyıldız ile sözlü tarih görüşmesi

1943 Bursa doğumluyum. Dedelerim Yenimahalle’ye gelen ilk Tatar ailelerinden. Sülalemiz Balkan Harbi’nden önce; Ahmet Vefik Paşa’nın valiliği döneminde Kırım’dan göç etmiş ve bu mahalleye yerleşmişler. Dedem, İmamzâde Tohumcu Hamit Efendi olarak tanınırdı. Kendisi İpekçilik Enstitüsü’nde dersler vermiş ve Resulzâdelerle ortaklık yapmış. Dedemin babası Selami Efendi’ye Yeşilbaş Hoca diyorlarmış; kendisi aşiretin reisiymiş. Dönemin Bursa valisi Ahmet Vefik Paşa dedelerime Kaplıkaya’da iskân vermiş. Ancak o zaman o bölge Bursa’nın çok dışında, dağ başında bir yermiş. Bizimkiler şehre daha yakın bir yer istemişler ama yerli halk mâcırları pek sevmezmiş. O zaman bizim büyükler “sizin diriniz sevmez ama ölünüz sever” diyerek şu anki Yenimahalle’ye yerleşmişler. Yenimahalle o zamanlar mezarlıkmış. Teferrüç’teki su deposunun olduğu yerin üst tarafı ise ormanlık.

Hıdrellez’de Kaplıkaya, Mehmet Nuri Çeliksaban, Oktay ve Mehmet Okyar Güleçyıldız, 1957

Önceden Yenimahalle’nin bulunduğu yerde Babadağ ve Çukurmahalle vardı. Bu iki mahalle zamanla birleşti ve Yenimahalle oluştu. Şu anda Yenimahalle Muhtarlığı’nın bulunduğu alan bizim çocukluğumuza kadar mezarlıktı. Dedemin mezarı da oradadır.

Yenimahalle’nin en önemli özelliği sokaklarının birbirini dik kesmesidir. Planlanarak kurulan bir mahalledir. Mahallede ipek işleyenler, mancınıkçılar, debbağlar, sayacı ve kunduracılar çoğunluktaydı. Hamit Dedem çok teknik çalışırdı. İpek kozasından çıkan kelebek tohum yapar ve ölür. Dedem ölen böceklerin alt kısmını makasla keserek küçük havanlarda döverdi. Rahmetli ninem mikroskopla bakar hangi hayvan sağlıklıysa onun tohumunu paketlere koyardı. O paketlerden aşağı yukarı 150 kilo kozak çıkardı. Dedemin namı oradan geliyordu. Daha sonra dedem ipek fabrikası açtı. Fabrikamız Mollaarap Sağlık Ocağı’nın yan tarafındaydı. 1945 yıllarında ipekten paraşüt kumaşı imal ettik. Babama Patron Yusuf derlerdi. 1946 yıllarında parti meselelerinden bizimkiler battı ve oradaki fabrikayı kapatarak Şible’ye taşıdılar. Ayrıca babam 1960 yılına kadar muhtarlık yaptı.

Mahalledeki Şehit Asteğmen Oksan Altanay Caddesi eskiden Savaş Caddesi olarak geçiyordu. Yunan buradan kovulurken milisler o caddeden geçerek şehre girmişler ve bu yüzden de caddenin adı Savaş Caddesi olmuş. Daha sonra caddeye bir şehidin adı verildi.  Yunan buradayken babam 7 yaşındaymış. Babam o yılları hatırladığı kadarıyla anlatırdı.

Mahallemizde Cevat Sucu diye biri oturuyordu. Kendisi Teferrüç’teki su deposunun bekçisiydi. Dedesi Arif Sucu o su deposunun ilk bekçisiydi. Ben küçükken amcamla o depoya giderdim. Depoya birçok kanaldan su gelirdi. Bize; bu Erikli, bu Devrengeç, bu Elmaçukuru diye suları sayar, birer maşrapa su verirdi.

Evimizin karşısında rahmetli Kel Kamil otururdu. Kel Kamil Saim’in babasıydı. Onun üzerinde benim amcam Sarhoş Kamil, onun devamında da Cambaz Kamil oturuyordu. Üç tane Kamil yan yanaydılar. Onların üzerinde de Nanuy Osman vardı. Ondan sonra Mennade Akay oturuyordu. Söylenmiyor ama mahallede Rusların ve Ermenilerin de oturduğu biliniyor. Hafız Akay diye meşhur bir bakkalımız vardı. Bu bakkalın karşısında bir çeşme vardı ve çeşmenin adı Hafız Akay Çeşmesi olarak kaldı. Suyu çok soğuk akardı ve ramazanlarda herkes o çeşmeden soğuk su alırdı. Mahallemizde ayrıca Püskülcülerin İsmail, Hakkı Ustalar ve Şevket Baran (Tatar Şevket diye dükkânı vardır, mantı satar) oturuyordu.

Mahallemiz fakir mahallesiydi. Sabah altıda herkes takır tukur takunyalarıyla ipek fabrikalarına çalışmaya giderdi.

Mehmet Okyar, Ahmet ve Oktay Güleçyıldız dedeleriyle Emir Sultan’da, 1953

Mahallemizin en büyük özelliklerinden biri Cumhuriyet Bayramlarında sabah dokuzdan akşam dokuza kadar davul zurna çalınmasıydı. Mahalleye kocaman bir tak yapılırdı. Davul zurna çalarken de mahallenin delikanlıları o takın altında oynarlardı. Mahallenin kızları da onları izler, karşılıklı bakışırlardı.

Mahalle düğünleri genelde yemekli olurdu. Ancak fazla sarhoş olurdu ve her düğünde illaki bir patırtı çıkardı.

Yaz ramazanlarında geceleri çocuklar toplaşıp kapı kapı dolaşır, kafiyeli şiirler söylerlerdi. Düğünlerde de kızlar ve erkekler karşılıklı makamlı şiirlerle birbirlerine karşılık verirlerdi. Buna “şınlama” denirdi.

Şehbenderlerden Rahmi Bey diye bilinen bir amca vardı. İki metreye iki metre bir evde yaşardı. Biz çocukken o eve Rahmi Bey’in Şatosu derdik. Aslında ailesi çok zenginmiş. Birçok yerde malları varmış ancak bu amca biraz kendi halinde birisiydi. Kravatsız ve fötr şapkasız gezmezdi. Birde Ahmet Akay diye biri vardı. Devamlı içki içerdi. Ancak içki içip de kimseye sataşmazlardı. Aslında onlar bir gruptu. Asla taşkınlık yapmazlar, herkesle “kaden” (Tatarca’da kardeşim anlamına gelir) diye konuşurlardı. Birde kısa boylu Japon Ömer diye biri vardı; ramazan davulu çalardı.

Mahallede herkes birbirini tanırdı. Mahalleden yabancı biri geçince kimsin sen diye önünü keserlerdi. Hırsızlık, uğursuzluk asla olmazdı. En meşhur kahvehanemiz Kaya Ali ile Çerkez Musa’nın kahvehaneleriydi. Genelde erkekler oralarda toplanırlardı.

Bıçakçı Yılmaz Emen’in babası İsmail Amca mahallenin enteresan insanlarındandı. İlk defa mahalleye sinema makinesini o getirmişti. Biz o zamanlar çocuktuk 25 kuruşa bu makinaya bakardık. Yenimahalle’ye deveyi de ilk defa İsmail Amca getirmişti. İlk deveyi biz onun sayesinde gördük. Ayrıca Yenimahalle’ye ilk motosikleti de İsmail Amca almıştı. İlk otomobili ise Karoserci Emin Kucur almıştı.

 

Sibel Gök tarafından 26 Kasım 2013 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP