Ömer TURAN
Giriş
Onsekizinci ve Ondokuzuncu yüzyıllarda güneye inip sıcak denizlere ulaşmak Rusya’nın en büyük hedeflerinden biridir. Bunun Kafkasya, Boğazlar, ve Balkanlar şeklinde üç yolu vardır. Ruslar uluslararası konjüktürü ve bölgesel şartları birlikte değerlendirerek üç yolu da zorlamışlardır. Balkanlarda evvela Ortodoks Hristiyanlık üzerinden gidilmiştir. Yunan milliyetçiliği teşvik edilmiş, Yunan isyanına destek verilmiştir. İsyan bastırıldıktan sonra başlattıkları 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Yunanistan’ın kurulması sağlanmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını aldıktan sonra Rusya’nın politikaları paralelinde hareket etmeyerek yönünü Batı’ya çevirmesi, Rusya’yı, Panslavizme ve Osmanlı hakimiyetindeki Slav topluluklara yöneltmiştir. Bu şartlara uygun Balkanlarda üç Slav topluluk vardır: Karadağlılar, Sırplar, ve Bulgarlar. Bunların içerisinde Osmanlı karşıtlığı bakımından kışkırtmaya ve işbirliğine en müsaiti Karadağ, ondan sonra Sırbistan idi. Ancak bu bölgelerin coğrafi konumları uygun değildi. Karadağ’a ulaşım deniz yoluyla olmak durumundaydı. Sırbistan’ın ise Akdeniz’e çıkışı yoktu. Bu şartlarda “bütün zorluklarına rağmen” tek yol olarak Bulgaristan kalıyordu.
Zorlukların başında Bulgaristan’ın İmparatorluğun merkezine yakınlığı ve doğrudan İstanbul’a bağlı olması geliyordu. Ayrıca Tuna vilayeti İmparatorluğun en zengin ve mamur vilayetlerinden biriydi. Bölgede ciddi bir Türk nüfusu vardı. Bulgarlar arasında kesif bir Türk düşmanlığı olmadığı gibi, Bulgarlar Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaya istekli de değillerdi. Dönemin Bulgar toplumu ağırlıklı olarak kırsal kesimde yaşadığı halde, 1840-1878 yılları arasında doğan Bulgar milliyetçi entelektüelinin yaklaşık %85’inin şehirli oluşuna işaret eden P. Voillery, Bulgar milli uyanışının oldukça geç başlamış, şehirli ve marginal bir hareket olduğuna dikkati çeker.
Bulgaristan’ın kurulmasında Rusların rolü Bulgarlardan fazladır dense yeridir. Sofya, Varna, Filibe, Ruscuk gibi merkez şehirlere tayin edilen Panslavist Rus konsoloslar, Bulgarları Rus sempatizanı kılmak için çalıştılar. Rusya’nın Filibe Konsolos yardımcısı N.Gerov, eğitim yoluyla Bulgarlar nezdinde Rus etkisini arttırmanın önemi üzerinde durmuştur. Rus konsoloslukları tarafından seçilen Bulgar gençleri Rusya’ya eğitime gönderilmişlerdir. Bu gençler Rusya’dan döndükten sonra açılan Bulgar ilk ve ortaokullarında öğretmenlik yapmışlardır. Ruscuk’taki Fransız Konsolosu Eynaud’un 1869 yılındaki bir raporuna göre, Bulgaristan’daki her beş öğretmenden dördü bu şekilde Rusya’da eğitim görmüştür.
Ondokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde Rus diplomatlar tarafından desteklenen Bulgar ihtilalci cemiyetleri kurulmuştur. Ancak cemiyetlerin genel ayaklanma düşüncesine Bulgar halkı itibar etmemiştir. 1867 yılında İngiliz konsolos yardımcısı Blunt’un raporunda yer verilen bir mektuba göre, Bulgar halkı vaktini serbest bir şekilde geçirmektedir, sadece sosyal ve dinî meselelerle meşguldür; baskı altında değildir, politikaya bakışı centilmencedir; durumunu sabırla ve meşru yollardan iyileştirmeye çalışmaktadır.
Bu şartlarda komitelerin bütün gayretlerine rağmen girişilen 1875 Eski Zağra ayaklanması halktan yeterince destek bulmadığı için kolayca bastırıldı. Ancak Bosna’daki gelişmeler dolayısıyla Büyük devletlerin Balkanlara çevrilen dikkatinden yararlanmak için ertesi yıl bir teşebbüse daha giriştiler. Nisan 1876’da gerçekleşen bu ayaklanmada ihtilalciler Bulgarları kendilerine katılmaya zorladılar, pek çok Müslüman Türk köyünü yaktılar. Bölgedeki mahalli güçlerin isyanı bastırmaları esnasında yaşanan hadiseler Batı basınına bir Türk katliamı şeklinde aksettirildi. Batı kamuoyunda yaratılan bu havadan istifade etmek isteyen Rusya, “mazlum Hristiyan Bulgarları, zalim Müslüman Türklerin elinden kurtarmak için” 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti.
Rusya böyle bir savaşa uzun bir süredir hazırlanıyordu. Savaşın sonunda kurulacak Bulgaristan’ın kendi kontrolünde kalmasını istiyordu. Bunun için Moskova Slav Komitesi Haziran 1876’da Bulgaristan Komisyonu oluşturdu. Asker, diplomat, ve akademisyen üyelerden oluşan komisyon, mutasavver Bulgaristan’ın idarî ve askerî kurumlarını hazırlayacak, okul ve kiliselerini düzenleyecekti. Bu çerçevede Bulgaristan’ın demografik, sosyo-ekonomik ve kültürel yapısına ilişkin veri toplamaya başladılar.
Komisyonun bu çalışmaları esnasında Bulgaristan’ın kurulacağı topraklarda Müslüman Türklerin ciddi bir yekün teşkil ettiklerini farkettiler. Rakamlarla ne kadar oynasalar da Bulgarlarla Müslümanların nüfusunun aynı olduğunu gördüler. Kurulacak olan Bulgaristan’da Bulgar nüfusu çoğunluk kılabilmek için Müslüman Türk nüfus azaltılmalı, mümkünse yok edilmeliydi. Bulgaristan Komisyonu’nun başkanı Prens Cherkasski savaşın başlamasından bir ay sonra, 20 Temmuz 1877 tarihinde, Rusya Savunma Bakanı’na yazdığı bir mektupta, bu savaşı “bir ırklar ve yok etme savaşı” olarak tanımladı. Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Jomini’nin, “25 milyon insanın yok edilemeyeceği” itirazına rağmen karar değişmedi.
1-1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Başlaması, Yaşanan Katliamlar ve İlk Göçler
Bu şartlarda 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sadece savaş meydanlarında ve iki ordu arasında gerçekleşmedi. Bulgaristan’da Müslüman Türk nüfusunu ve varlığını ortadan kaldırmak için ne mümkünse yapıldı. Esas Rus ordusunun içerisinde sivillerin katledilmesine göz yummayacak şerefli subaylar ve Alman generaller de vardı. Ayrıca esas ordunun yanındaki çok sayıda yerli ve yabancı gazetecinin gözlerinin önünde katliamlar yapmaları kendilerini zor bir duruma düşürecekti. Bundan dolayı pek çok katliam, esas ordunun önünde giden vahşi tabiatlı ve sert yapılı Kazaklardan oluşan özel süvari birliklerine ve çeşitli vaadlerle kandırılmış Bulgarlara ihale edildi. Bazı Rus kuvvetleri ve gönüllü Bulgar çeteleri de bu anlamda ellerinden geleni esirgemediler. Nitekim Rus ordusunun Tuna’yı geçmesinden sonra silah dağıtılarak Müslüman Türklere karşı kışkırtılan Bulgarların Dobruca’da yaptıkları yakma, yıkma ve katliamlara çok kızan Alman General Zimmerman, kendisine sunulan tuz ve ekmeğe dokunmayı reddetti. Sviştov’a gelen Rus ordusu Bulgarların da katılımıyla şehrin Türk ahalisini kılıçtan geçirdi, Türk mahallelerini yaktı. Rus Savunma Bakanı Milyutin şehre gelip yapılanları öğrendiğinde çok kızdı. Hem yapılanlara, hem de bu yapılanların yeni katliamlara örnek olacağını görerek kızmıştı Milyutin. Öyle de oldu.
İlk Rus kuvvetleri 21 Haziran’da, esas Rus ordusu 26 Haziran’da Tuna’yı geçerek Osmanlı topraklarına girdiler. Maçin, Tulça, İshakça ve Mecidiye işgal edildi. Bulgar köylülerine silahlar dağıtılarak Müslümanların üstüne salındı. İnsanlar öldürüldü; evler, köyler yağmalandı, yakıldı. Ruscuk ve Tırnova’da da durum farksızdı. Bölgedeki İngiliz konsoloslarının ve gazetecilerin verdikleri bilgilere göre, Kazaklar köyleri kuşatarak ahalinin silahlarını alıyor, sonra o silahları Bulgarlara dağıtıyorlardı. Bazı yerlerde Rus birliklerine civar köylerin Bulgarları refakat ediyordu. Evvela köydeki hayvanları dışarı çıkarıyorlar, sonra insanların üstlerinde ve evlerinde almaya değer ne varsa alıyorlardı. Daha sonra köyü birkaç yerden ateşe veriyorlardı. Kaçmaya çalışanları erkek, kadın ve çocuk demeden tekrar ateşin içine atıyorlardı. Örneğin Balvan köyünde bu şekilde 1900 kişi öldürülmüş, sadece bir kişi hayatta kalabilmişti. Diğer köylerin durumu da bundan farksızdı. Kazaklar köyün etrafında bir çember oluşturarak, hem kaçışları önlüyor hem de marifetlerini seyrediyorlardı.
Rus ordusunun Tuna’yı geçmesini müteakip Osmanlı hükümeti Kuzey Dobruca’daki Müslümanların ve Hristiyanların tahliyesini kararlaştırdı. Böylece sivil kayıpların asgariye indirilmesi hedefleniyordu. Dolayısıyla bütün Tulça sancağının boşaltılması gerekiyordu. Sancağın 90.000’i Müslüman olmak üzere toplam 140.000 nüfusu vardı. Sadece Tulça şehrinde 20.000 kişi yaşıyordu. Esasen Rusların savaş ilan etmelerini takip eden günlerde şehirden göç başlamıştı. Maçin’in 23 Haziran’da işgal edilmesiyle şehrin boşaltılması bir kaosa dönüştü. 24 Haziran’da Ruslar Tuna vilayetinin merkezi olan Rusçuk şehrini bombalamaya başladılar. Bombardıman günlerce sürdü. Hastahane, ibadethane, ev, konsolosluk ayrımı yapılmadı. Rusların maksadı halkı ve diplomatları korkutarak, şehirden kaçırmaktı. Ruscuk Mutasarrıfının 26 Haziran tarihli telgrafına göre, 25.000 nüfuslu şehirde şehirde çok az sayıda insan kalmıştı, ve onlar da ayrılmak üzereydiler.
Rusların işgal ettiği her yerde benzer katliamlar gerçekleştirildi. İşgal edilen Maçin’in ahalisi Mecidiye’ye, Ruscuk ahalisi civarındaki köy ve kasabalara sığınmıştı. 1 Temmuz itibariyle Rusların Kuzey Dobruca’daki katliamları sebebiyle Maçin, Mecidiye ve civarındaki yerlerden gelen göçmen kafileleri, kendilerine sonradan katılanlarla birlikte gittikçe büyüyen bir çığ gibi Varna istikametine yönelmişti. Katliamları duyan Plevne, Niğbolu ve Tırnova’nın Müslüman ahalisi canlarını ve namuslarını koruma kaygısıyla, panik halinde Şumnu ve Varna yollarına düştüler. Konsolos Reade, Varna yolunun bir terör havası içerisinde gitmekte olan Müslüman erkek, kadın ve çocuklarla dolu olduğunu bildirdi. Ruscuk’tan yola çıkanlar, Plevne, Niğbolu ve Tırnova’dan katılanlarla birlikte 5 Temmuz’da Şumnu’ya vardılar. 11 Temmuz’da Osmanlı Devleti Omurtag ile Tırgovişte arasında göçmen kafilelerine yardım etti. Ancak yapılabilenler sadra şifa olmaktan uzaktı.
General Gurko komutasındaki Rus kuvvetlerinin 17 Temmuz 1877’de Şıpka Geçidi’ni kolaylıkla ele geçirmeleri büyük savaşın seyrini değiştiren birkaç kilit hadiseden biridir. İstanbul’a kadar Rusların önünde tabii bir engel kalmamıştı. Şıpka’yı geçen Ruslar ve himayelerindeki Bulgarlar, geçidin hemen dibindeki Kızanlık, Eski Zağra ve Yeni Zağra’da büyük bir katliam gerçekleştirdiler. 17 Temmuz’da Kızanlık’a girer girmez şehrin kadın ve çocuklarına saldırdılar. Kazaklar 300 civarında erkeği çeşitli işkencelerden geçirdikten sonra öldürdüler. Başka yerlerde olduğu gibi Ruslar evvela Müslümanların silahlarını topladılar. Sonra bu silahları Bulgarlara dağıttılar. Bulgarlar da bu silahlarla Müslümanları katlettiler. Rus askerlerin Müslümanların mallarını yağmalamasına izin vermediler. Hatta yakaladıklarını cezalandırdılar. Ancak yağmalayan Bulgarlara dokunmadılar. Mamafih işgalin ilk günlerinde arama yapmak bahanesiyle evlere giren Rus askerleri değerli ne bulurlarsa aldılar. Bilhassa Rus ordusu çekildikten sonra şehir tamamen Kazaklara ve Bulgarlara bırakıldı. Süleyman Paşa’nın kuvvetleri gelene kadar şehrin civarındaki Taşköy ve Topraklık köyüne getirdikleri Müslümanları burada vahşice öldürdüler.
Ruslar Kızanlık’tan sonra, 22 Temmuz’da Eski Zağra’ya girdiler. 25.000 nüfusa sahip şehirde 11 gün içerisinde 1100 Müslümanı öldürdüler. Bölgenin köylerinde gerçekleştirilen katliam şehirlerdekinden daha acımasızdı. İngiliz Konsolosu Blunt 26 Eylül’de Edirne’den yola çıktı, bölgedeki Türk köylerini ziyaret ederek 28 Eylül’de Yeni Zağra’ya geldi, oradan da Kızanlık’a geçti. Yolunun üzerindeki bir Bulgar köyünün haricindeki bütün köylerin yakılmış ve boşaltılmış olduklarını yazdı. Örneğin, 400-500 haneli Kadirbey köyünün tamamı Bulgarlar tarafından öldürülmüştü. İngiliz konsolos yardımcısı Dupuis, 25 Temmuz 1877 tarihli raporunda, Rusların ve Bulgarların büyük bir soğukkanlılık içerisinde yaşlı insan, kadın ve çocuk ayırdetmeksizin Kalofer ve Karlova’nın bütün Müslüman ahalisini öldürdüklerini bildirdi.
Ruslar ve Bulgarlar işgal ettikleri yerlerde Müslümanları öldürüp, kadınlara ve genç kızlara tecavüz edip mallarını yağmalamakla kalmadılar. Onların evlerini de yaktılar, yıktılar. Örneğin, Eski Zağra işgal edilince şehrin Müslümanlara ve Yahudilere ait dükkanları ve evleri önce yağmalandı, sonra yerle bir edildi. Filibe işgal edildiği zaman hemen hemen bütün Müslüman nüfus şehri terketmişti. 15.000 Müslümandan sadece 100 kadarı kalmıştı. Onlar da ortalıkta değillerdi; güvendikleri Hristiyanların evlerinde saklanıyorlardı. Filibe’de terkedilen Müslüman mahalleleri görevlendirilen 150 Rus asker tarafından yıkıldı. Bu yıkımdan camiler ve diğer ibadethaneler de paylarına düşeni aldılar. Diğer şehirlerin durumu da bundan farksızdı. Burgaz işgal edildiğinde şehrin Türk mahallesi, 400 evden oluşuyordu, tamamen yıkıldı. Sofya işgal edildiğinde şehirde 50’den az Türk aile kalmıştı. Türk evleri sokak sokak yıkıldı. Tatar Pazarcık aynı şekilde yerle bir edildi.
2- Büyük Göç Dalgasının Başlaması ve Yaşanan Zorluklar
Balkanların kuzeyindeki Müslümanlar maruz kaldıkları katliamlardan kaçarken Varna ve Şumnu’ya ulaşmayı hedefliyorlardı. Balkanların güneyinde ise ilk varılmak istenen yer Filibe’ydi. Göçmenler buradan trenlerle Edirne ve İstanbul’a ulaşmayı umuyorlardı. 18 Temmuz’da Rus ordusunun Kızanlık’a girdiği, Karlova’yı geçip Filibe’ye yaklaştığı haberini alan büyük bir göçmen kafilesi Filibe tren istasyonunu işgal etti. Konsolosun teminatı ile ahali sakinleştirilebildi. Edirne’ye ilk göçmen kafilesi 15 Temmuz’da ulaştı. Eski Zağra işgal edildikten sonra buradaki Müslümanların yanı sıra Yahudiler, Rumlar, Amerikan misyonerler ve hatta bazı Bulgarlar da şehri boşaltıp Edirne’ye sığındılar. İngiliz gazeteci Gay, 13 Ağustos’ta Edirne halkının gelen göçmenler için elinden gelen yardımı yaptığını, ancak hala çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 5.000 kadar göçmenin yiyecek ve yatacak sıkıntısı içerisinde olduklarını yazdı. 19 Ağustos itibariyle Edirne’deki Türk, Tatar, Yahudi ve Hristiyan göçmenlerin sayısı 10.000’i aşmıştı. İngiliz Yardım Komitesi göçmenler için altı ev ve iki hastahane açmıştı. İmparatorluğun merkezi İstanbul’a da ilk göçmen kafilesi 15 Temmuz 1877’da ulaştı. Çoğu yaralı olmak üzere 500 kişiydiler. İngiliz gazeteci Gay, 6 Ağustos tarihi itibariyle İstanbul’a mütemadiyen gelmekte olan binlerce aç ve muhtaç göçmenin şehirdeki hayatı tehdid ettiğini belirterek bunlara yardım amacıyla Daily Telegraph gazetesinin bir kampanya başlatmasını önerdi.
Güneye göçmen akışı sonbaharda da devam etti. Kışın yaklaşmasıyla birlikte yollardaki göçmenlerin durumu daha da ağırlaşmıştı. Plevne’den İstanbul’a gelen İngiliz gazeteci Gay, Tatar Pazarcık ile Plevne arasında çok kötü şartlarda 150.000 civarında göçmenin varlığını bildirdi. Göçmenler arasında çiçek hastalığı ortaya çıkmıştı. Kadınlar ve çocuklar yol kenarlarında ölüyorlardı. Layard 7 Kasım 1877 tarihi itibariyle Sofya’da 10.000, civarındaki kazalarda 12.600, ve Sofya ile Botevgrad arasında ise 30.000 göçmenin varlığını bildiriyordu. Tamamı Müslümandı. Büyük bir kısmı kadın ve çocuktu. Soğuktan donup ölme tehlikesiyle karşı karşıyaydılar. Major de Winton, 20 Kasım 1877 tarihinde Layard’a sunduğu raporunda, 23.000’i Sofya ve kazalarında, 30.000’i Botevgrad ile Sofya, ve Tatar Pazarcık ile Sofya arasındaki yollarda, 4.000’i Filibe’de, ve 8.000’i Edirne’de olmak üzere toplam 73.176 göçmenin bulunduğunu bildiriyor, gelmekte olan kış mevsiminde acilen bu insanlara nasıl yardım edilebileceği konusundaki fikirlerini sunuyordu. Konsolos Reade ise 9 Ocak 1878’de Layard’a, Şumnu, Pravadiya, Omurtag ve kazalarında doğru dürüst yiyeceği, giyeceği ve kalacak yeri olmayan 200.000 göçmenin içler acısı durumunu bildiriyordu.
Beş aylık bir direnişten sonra Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın 10 Aralık 1877’de teslim olmasıyla Osmanlı’nın Balkanlardaki yenilgisi kesinleşti. Ruslar Dobruca’nın tamamını hâkimiyetlerine alarak güneye indiler. Filibe’nin de işgalinden sonra Müslümanların hiç bir umudu kalmamış, göç tam bir paniğe dönüşmüştü. İşgal arefesinde Filibe’den çekilen bir telgraf 15.000 kadın ve çocuğun üç gündür Filibe istasyonunda karlar üzerinde beklediklerini bildiriyordu. Göçmenler, askerleri ve mühimmatı sevketmek üzere gönderilen trenleri Filibe ve Tatar Pazarcık’a varmadan durdurarak zorla biniyorlardı. Osmanlı hükümeti İngiltere’nin delaletiyle Rusya’dan insanlık adına Müslümanların canlarını ve namuslarını koruyacağını taahhüd etmesini talep etti. Ancak talep reddedildi. Ruslar işgal ettikleri yerlerde ve yollardaki göçmen kafilelerine saldırmayı sürdürdüler. Ocak 1878’de Dick de Lonlay isimli bir Fransız Harmanlı-Edirne arasındaki yaklaşık 60 kilometrelik yolda Rus süvarileri tarafından öldürülmüş 600 civarında insan cesedine rastladığını yazdı. Filibe ve Edirne’yi işgal eden Ruslar Lüleburgaz’dan geçerken 20.000 arabanın içerisinde 180.000 ile 200.000 arasında Türk ve Çerkez göçmenle karşılaştılar. Bunların bir kısmını tutukladılar.
İngiliz konsolosu Blunt 12-24 Ocak 1878 tarihleri arasında Çorlu istasyonundan 31 trenle 54.000 göçmenin sevkedildiğini bildirdi. Vagonların hemen tamamı hayvan taşımada kullanılan üstü açık vagonlardı. Bunlardan başka 20.000 göçmen de tren istasyonuna sığınmıştı. Göçmen kafileleri yoldan bir sel gibi akıyorlardı. Meclis-i Mebusan 14 ve 18 Ocak tarihlerinde göçmenlerin durumunu görüştü ve mümkün olduğu kadar Anadolu’ya sevkedilmelerini kararlaştırdı. Zira Ocak 1878 itibariyle şehirde 200.000 göçmen bulunuyordu. On gün içerisinde 80.000 yeni göçmenin de gelmesi bekleniyordu. İstanbul’daki yabancı misyonlar, tüccarlar ve işadamları Uluslararası Göçmenlere Yardım Komitesi kurarak yardım faaliyetlerine giriştiler. Komite yaklaşık 27.000 göçmene yardım etti.
Rusların İstanbul’a yaklaşmalarıyla göçmenlerin trenle İstanbul’a gelme imkanları da kalmamıştı. Göçmenler ancak deniz yoluyla İstanbul’a gelebileceklerdi. Çok sayıda insan bu sefer liman şehirlerine yığıldı. İngiliz Konsolos yardımcısı Barker, daha 15 Eylül 1877’de Dobruca’dan Selanik ve Kavala’ya göçmenlerin geldiğini bildiriyordu. Takip eden aylarda bu şekilde güneye inen göçmenlerin sayısı arttı. 24 Ocak 1878 itibariyle Dedeağaç limanında 16.000, 28 Ocak itibariyle Tekirdağ limanında 15.000, 31 Ocak itibariyle Varna limanında 8.000 göçmen kendilerini İstanbul’a ulaştıracak bir tekne bekliyordu. Hepsi açlıktan kırılıyordu. Aynı şekilde Rus ordusunun önünde büyük bir Çerkes kafilesinin 6 Şubat 1878’de Selanik limanına gittiği, bu mevsimde Selanik’in metruk plajlarında açlık ve sefillikten ölme noktasında 40.000 göçmenin bulunduğu bildirilmiştir. Gemilere bindirilebilen göçmenler Çanakkale, Samsun, Bandırma, İzmir, Manisa, Kıbrıs, Trablus, Suriye ve Mısır gibi yerlere nakledildiler.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Bulgaristan’dan ayrılan Müslümanların bir kısmı da Makedonya’ya göç etmişlerdir. Sofya civarından ayrılan göçmenler Köstendil, Dupnitsa, Gorna Dzumaja (Blagoevgrad)’a, oralardan da Makedonya’ya gitmişlerdir. Bu savaş esnasında Sırbistan’ın hâkimiyetindeki yerlerde (Toplice, Kursumluca, Prokoplice, Niş, Bela Palanka, Pirot, Leskovac vs…) yaşayan Türkler, Arnavutlar ve Çerkesler de Makedonya’ya gelmişlerdir. N.İpek, 1879-80 yıllarında Kosova Vilayeti’nde 100.000 göçmen bulunduğunu, bunların büyük kısmının Priştine, Prizren ve Üsküp sancaklarında yaşadıklarını bildirir.
Rusya ile Osmanlı imparatorlukları arasında 31 Ocak 1878 tarihinde imzalanan Edirne Ateşkes Antlaşması resmi olarak savaşı durdurdu. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması güya barışı getirdi. Büyük bir otonom Bulgaristan kuruldu. Sınırları Karadeniz’den Ohri Gölü’ne, Tuna’dan Ege Denizi’ne kadar uzanıyordu. Rusya nihayet Bulgaristan üzerinden Ege Denizi’ne bir çıkış elde etmişti.
Savaş esnasında Ruslar ve Bulgarlar tarafından işgal edilemeyen ve fakat bu antlaşmayla Bulgaristan’a verilen iki bölge vardı; kuzeyde Şumnu ve civarı, güneyde ise Rodoplar. Her iki bölgede de nüfusun büyük çoğunluğunu Türkler ve Müslümanlar oluşturuyordu. Ayrıca Bulgaristan’ın diğer bölgelerinden yüzbinlerce Türk ve Müslüman göçmen de bu iki bölgeye sığınmıştı. Barış antlaşmasının imzalanmasına rağmen Rusların ve Bulgarların bölgedeki Müslüman ahaliye yaptıkları zulmün durmaması üzerine bölgenin yerli ahalisi ve göçmenler direnişe geçtiler. Silah ve cephaneleri son derece kısıtlıydı. Büyük bir kısmı da Ruslardan ele geçirilmişti. Rusları ve Bulgarları hakimiyet alanlarına sokmadılar. Bir hükümet kurarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. İngiltere hükümeti başta olmak üzere Avrupa’nın büyük devletlerine mektuplar yazarak durumlarını ve niye direndiklerini bildirdiler, yardım istediler. Hiçbir yerden yardım alamadılar ama Ruslara teslim olmadılar. Bütün imkansızlıklara rağmen 1878-79 kışını aç ve çıplak olarak Rodoplarda geçirdiler. Rodoplardaki fiilî durum takip eden yıllarda da devam etti.
Ayastefanos’la kurulan böyle büyük bir Bulgaristan’ın Balkanlardaki güç dengesini Rusya’nın lehine bozacağını düşünen Avrupa devletlerinin itirazı üzerine, Paris Antlaşması’nı imzalayan büyük devletlerin temsilcilerinin katılımıyla Berlin’de bir kongre toplandı. Bir ay süren çalışmalardan sonra Ayastefanos Antlaşması’nın yerine Berlin Antlaşması imzalandı: Makedonya reformlar yapması şartıyla Osmanlı İmparatorluğu’na geri verildi. Balkan Dağları ile Tuna nehri arasında Bulgaristan Prensliği kuruldu. Güneyinde ise merkezi Filibe olan, İstanbul’a bağlı ve bir Hristiyan vali tarafından yönetilecek Doğu Rumeli Vilayeti kuruldu. Berlin Antlaşması Bulgaristan’da kalan Türklere ve Müslümanları azınlık olarak tanıdı. Çerkesler hariç savaş esnasında Bulgaristan’dan ayrılmış Türklerin ve Müslümanların memleketlerine dönebilmelerine izin verdi. Ancak bu maddelere güvenip Bulgaristan’daki yerlerine dönen Türkler büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Çoğunun evleri yıkılmış, mallarına el konulmuştu. Tehdid ediliyorlardı; Bulgar jandarması kendilerini dövüyor, Bulgar yöneticiler haklarını vermiyordu. Mallarından vazgeçtiler, canlarını ve namuslarını kurtarabilmek için yeniden göç yollarına düştüler.
Sonuç
93 Harbi esnasında ne kadar Türk ve Müslüman hayatını kaybetmiştir, ne kadarı göç etmiştir sorusuna net bir cevap verebilmek zordur. Osmanlı belgelerine, İngiliz ve Fransız konsolosluk raporlarına ve Rusların tespitlerine dayanarak yaptığımız araştırmalarda, savaştan önce bugünkü Bulgaristan topraklarında yaşayan Müslümanların nüfusunu 1.600.000 civarında olarak belirlemiştik. Savaştan sonra kurulan Bulgaristan Prensliği’nin 1880 ve Doğu Rumeli Eyaleti’nin 1884 resmi sayımlarına göre, aynı topraklarda 800.000 Müslüman yaşıyordu. Bu rakamlar savaş esnasında Bulgaristan Müslümanlarının nüfusunun yarı yarıya azaldığını ortaya koymaktadır. Bulgaristan Türk nüfusunda eksilen bu 800.000 kişinin önemli bir kısmı öldürülmüş veya yollarda soğuktan, açlıktan, hastalıktan ölmüş; gerisi göç etmiştir.